İÇ HABERLER
okuma süresi: 21 dak.

Durduran: "Denktaş'ın 'TKP'deki hücrelerim' dediği kişilerden birinin Akıncı olma ihtimali vardır…"

Durduran: "Denktaş'ın ‘TKP'deki hücrelerim' dediği kişilerden birinin Akıncı olma ihtimali vardır…"

"TKP'den ihraç edilen Durduran "bana karşı hiçbir delil ortaya koyamadılar. Tek delilleri parti programından alıntı yaptığım bir gazete kupürü idi" diyerek bu garip durumu gözler önüne seriyor. Ardından YKP'yi kurarak siyasete devam eden Durduran'a göre Kıbrıs'ın Kuzeyinde, Kıbrıslı Türklerin asla iktidarı alamadıklarını vurguluyor. Bu durumu "bir ara verir gibi yaptılar ama sonra durumun bu olmadığı ortaya çıktı", diye anlatıyor... Alpay Durduran Kıbrıs Postası okuyucuları için Ulaş Barış'ın sorularını yanıtladı...

Yayın Tarihi: 06/02/16 13:59
okuma süresi: 21 dak.
Durduran: "Denktaş'ın ‘TKP'deki hücrelerim' dediği kişilerden birinin Akıncı olma ihtimali vardır…"
A- A A+

Alpay Durduran…

1942'de şimdi sadece yıkıntıdan ibaret Artemi köyünde doğdu. Babası hem imam hem de öğretmenlik yaptı.

O zamanlar her 3 yılda bir tayin olan babası yüzünden hayatı ada içinde göçebe olarak geçti.

Politika ile 1950'lerin sonunda Antalya'da yatılı lisede otururken tanıştı, zamanın Andan Menderes'in Demokrat Parti iktidarına muhalefet etti.

27 Mayıs darbesi olduğunda yatılı kaldığı yurda kendisini tebrik etmeye gelenler olduğunu bugün gülerek anıyor.

1964'te Erenköy'e çıkan mücahitlerdendi.

1976'da önce Kıbrıs Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği'nin temsilcisi ardından da seçimler sonrası TKP'nin kurucu başkanı olarak Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kurucu meclisinde yer aldı, Denktaş iktidarına karşı sert muhalefeti ile geniş kitlelerin umudu oldu.

1981yılında zamanın UBP hükümetinin tek başına çoğunluk olma şansını yitirdiği seçimden sonra başbakanlığı alması gerekirken, Türkiye'nin de devreye girmesiyle buna nail olamadı.

1981olayını 'darbe', zamanın Devlet Başkanı Rauf Denktaş'ı da 'darbeci' olarak niteliyor.

1983'de KKTC'nin kurulmasına karşı çıktığı için ölüm tehditleri aldı. 15 Kasım'dan bir hafta önce partisi TKP'nin aldığı 'KKTC'nin kurulmasına karşıyız' şeklindeki kararın 1 haftada değişmesini 'Denktaş'ın TKP içindeki hücrelerimi harekete geçirdim' şeklindeki lafına bağlıyor.

O zamanın siyasi rakibi, şimdiki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın da bu hücrelerden birisi olmasının muhtemel olduğunu söyleyen Durduran "en azından bana karşı harekete geçirilen bu hücrelerden istifade ettiği kesindir" diye konuşuyor.

1980'lerin sonunda TKP'den ihraç edilen Durduran "bana karşı hiçbir delil ortaya koyamadılar. Tek delilleri parti programından alıntı yaptığım bir gazete kupürü idi" diyerek bu garip durumu gözler önüne seriyor.

Ardından YKP'yi kurarak siyasete devam eden Durduran'a göre Kıbrıs'ın Kuzeyinde, Kıbrıslı Türklerin asla iktidarı alamadıklarını vurguluyor. Bu durumu "bir ara verir gibi yaptılar ama sonra durumun bu olmadığı ortaya çıktı" diyor.

Kıbrıs siyasetinin çok yozlaştığını, cehaletin diz boyu olduğunu ve partilerin de açık açık menfaat peşinde koşmayı marifet saydığını belirten Durduran, gelinen durumun daha da kötüleşeceğini düşündüğünü belirtiyor.

Kıbrıs sorununun çözümünü ihtimal dışı olarak gören Durduran'a göre sorunun çözümüne daha başlanmadı bile. Akıncı'yı ise kendinden beklenen 'kandırmaca' politikasını başarı ile uygulayan birisi olarak ifade ediyor…

Artemi'den Antalya'ya, oradan Dillirga tepelerinden kurucu meclise uzanan fırtınalı bir hayat…

Sayın başkan, size de klasik soruyla başlayayım; nerede doğduğunuz? Yüksek öğrenimi nerede tamamladınız ve siyasete nasıl başladınız?

1942 yılında o zamanki adı Artemi olan, şimdilerde sözde Arıdamı'na çevrilmiş olan, Beşparmak tepelerinin Güneye bakan yamaçlarında olan bir köyde doğdum. Bende orada anamın ikinci, babamın dördüncü oğlu olarak doğdum. Babam hem imam hem de öğretmendi. Küçük bir Türk köyü idi Artemi, zaten 1974'ten sonra da terk edildi ve kimse tekrardan dönüp oralara yerleşmedi. Onun için o köy 1-2 çobanın sürülerini otlatırken kullandığı 1-2 ev dışında harabedir. Bizim okul da cami de harabe oldu. Ben 2.5 yaşında iken orayı terk ettik. O zamanlar öğretmenler her köyde en fazla 3 yıl görev yapabilirdi, fazlasının olması için köylünün bunu istemesi lazımdı. Onun için 3 yaşımdan itibaren babamla hem Güneyde hem de Kuzeyde köy köy dolaştık. İlkokuldan sonra parasız yatılı olarak Antalya Lisesi'ne geçtim. Ardından da İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Mesleğim olarak sözde Makine Mühendisiyim ama 1976'dan beri o mesleği yürütmüyorum çünkü o sene Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) kurucusu ve başkanı olarak kurucu meclise katıldım ve orada devam ettim.

Arada 1964'te Erenköy'e çıktığınızı biliyoruz. Ama siz esas politikaya ne zaman ilgi duymaya başladınız?

Ben aslında politikaya çok küçük yaşlardan itibaren ilgi duymaya başladım. Antalya Lisesinde politik tartışmalar içindeydim. O zamanlar Menderes'in Demokrat Parti iktidarı vardı, biz muhalefetteki İsmet İnönü'nün Cumhuriyet Halk Partisine yakındık. Sert muhalefetim nedeniyle o zamanlar Antalya'da bayağı ünlü da olduydum. Hatta 27 Mayıs ihtilali olduğunda ve DP devrildiğinde, kaldığım yurda kadar gelip beni tebrik edenler bile olduydu. 1960'da İstanbul'^da (darbe öncesi) yapılan öğrenci hareketlerine, gösterilerine de katıldım. O zamandan beri de siyaset yapan, mitinglere katılan, partilerde çalışan birisi oldum.

TKP macerası başlıyor…

TKP'nin kurucu başkanı olarak da Kıbrıs'ta siyasete girdiniz. Nasıl oldu kurucu meclise girmeniz?

Ben kurucu meclise aslında Kıbrıs Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği'nin temsilcisi olarak katıldım. TKP başlangıcında Ecevit'in o zamanki popülerliğinden istifade etti, o yönde bir politika güderek siyasete girdi. Bu da o zamanın şartlarında fırtına gibi esmesini sağladı. Biz kendimizi Demokratik Sol olarak lanse ediyorduk ve 1976'daki ilk seçimlerde ana muhalefet partisi olarak Kıbrıs Türk Federe Devletinin meclisine girdik. Ben de başkan olarak siyasete girdim. Tabii o zamanlar ana muhalefet partisi başkanı ilgi çeken bir makamdı ama hiçbir zaman devlet tarafından saygı gören bir şey olmadı.

Nasıl yani? Devlet düşmanı gibi mi görüldünüz?

Evet, biz doğrudan devlet düşmanı, ayrı, Kıbrıs Türkünün çıkarlarını savunmayan, tehditkar birisi olarak damgalandık. Kendimize (meclise) göre Kıbrıs'ta öngörülen federal çözümü desteklediğimiz halde, iktidarda bulunduğu iddia edilenler vatansever -ki Kıbrıslı Türkler bu ülkede hiç iktidar olmamıştır, biz ise vatan düşmanı sayıldık. Bu böyle bugünlere kadar böyle geldi.

1981'deki seçimlerden sonra başbakan olmanız gerekirken direk Türkiye tarafından müdahale edilerek bundan alı konuldunuz. Bu çok yazılıp çizilen bir olaydır aslında ama yine de sizden duymak isteriz…

1980'de TKP yerel seçimlerde çok büyük, beklenmeyen bir başarı gösterdi ve hem Lefkoşa, hem Girne, hem de Lefke'de seçimleri kazandı. Bunun üzerine parti büyük ilgi görmeye başladı ve 1981 genel seçimleri arifesinde büyük bir saldırıya uğradı. Arada Türkiye'de 12 Eylül 1980 darbesi de gerçekleşti. Hatırlarım da o zamanlar seçim öncesinde darbenin ikinci adamı olan Nurettin Ersin Paşa Kıbrıs'a gelip sert demeçler verdiydi. Hiç unutmam, bir gazetenin manşetinde sol tarafta bizim darbecimiz Sayın Rauf Denktaş "Durduran Girne'den Anamur'a bağladığımız yolu kesmek ister" der, yanında da Ersin Paşa "Anamur'dan Girne'ye bağladığımız yolu kimse kesemez" der. İşte bu koşullar altında TKP seçimlere katıldı. Bu arada parti o güne kadar Dr.Fazıl Küçük'ün gazetesi olan Halkın Sesi'nden destek alırdı. Ama bir anda Doktor da döndü ve seçimlerden evvel TKP'yi düşman olarak ilan etti, saldırdı.

Hâlbuki Doktor Küçük'ün Denktaş ile sorunları olduğu biliniyordu. Neden böyle bir şey yaptı sizce?

Doktora bunu son zamanında sordum. Bana şöyle dedi; "Ne yapacaktım? Generalin biri gitti, bir geldi. Elçinin biri gitti biri geldi. Beni 'milli beraberlik lazım' diye zorladılar. Ben da ne yapacaktım? Öyle davranmak zorunda kaldım" dedi. Ve Halkın Sesi'nin o zamanki yayınlarını Denktaş'ın denetimine verdiler. Taner Etkin de bunun mizanpajını yaptı. Hatırlarım da 1981 seçimlerinden sonra ilk kez partiler Denktaş tarafından çağırıldığında, Taner Etkin'in masasında deste deste gazete kupürlerini, çalışmalarını gördük. Direk oradan yöneltiliyordu yani gazete.

Verilmeyen başbakanlık…

Tüm bunlara rağmen TKP, 1981 seçimlerinde çok başarılı oldu ve 13 milletvekili çıkardı. UBP ise 19 vekil ile 40 kişilik mecliste çoğunluğu sağlayamadı. TKP, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) ve Demokratik Halk Partisinin (DHP) ile 21 sayısına ulaşıyordu ama yetki size verilmedi. Neler yaşandı o kritik günlerde?

Esas film ondan sonra başladı zaten. O şartlarda seçime girdik ve oylarımızı ikiye katlayarak müthiş bir başarı elde ettik. Bu arada ondan evvel yapılan Devlet Başkanlığı seçimlerinde Denktaş ilk turu geçememesine rağmen kazanan ilan edilmişti. O haksız durum da TKP'nin seçim zaferine etkili oldu.

Denktaş'ı nasıl galip ilan ettiler?

Yani bize göre geçemediydi, onu belirteyim, çok ufak bir farkla galip ilan edildi. Bunda çok geç gelen dört sandığın sonucu ile bunu ilan ettiler. Bu da tabii halkın büyük bir tepkisine yol açtı. Durum böyle olunca 'sol kazanıyor, iktidara gelecek' diye tantanalar başladı ve aslında KKTC'nin ilanı da bunun için, yani sol iktidar başa gelmesin diye yapıldı. Bunu Kenan Evren anılarında da yazmıştır. Yani anlayacağınız, başka amaçlarla düşünülen şeyler, bu vesile ile bizim üzerimizden gerçekleşti. Bu arada demokrasi ne olacakmış, Anayasaya saygı ne olacakmış kimsenin umurunda bile olmadı. Düşünün seçimleri tek başına kazanan bir parti yok, hükümeti kuramıyor, öte yandan, seçimden önce anlaşmış, seçime girmiş ve çoğunluğu ele geçirmiş muhalefet var ama hükümeti kurma görevi onlara verilmiyor. Biz önceden koalisyonu, protokolü bile deklere etmiştik, o derece durum yani ama buna rağmen hükümeti kurma görevini bana vermediler. O zamanın meşhur Villa Fırtına toplantısı, elçinin müdahalesi ve Sayın Denktaş'ın da belirli çevrelerle işbirliği yapması sonucu işler bu hale geldi. Eğer bu ülkede demokrasi olsaydı, biz, muhalefet yani, gidip Lefkoşa'nın kapılarını kapatırdık ve iktidarı alana kadar da bırakmazdık diyebilirdik. Bu ancak demokratik bir ülkede hak arama yöntemi olabilirdi ama teorik olarak. Yani devletin halkın hizmetkarı olduğunu, efendisi olmadığını kabul ettiği bir ortamda bu olabilirdi ama bize böyle bir şans verilmedi. Biz de bu yüzden elimiz kolumuz bağlı olanları seyretmek durumunda kaldık. Öyle entrikalar çevirdiler ki akıl almaz şeyler oldu. Mesela benim partimden vekiller, kalktı gitti, meclis başkanlığı seçimlerinde Denktaş'ın adayını desteklediler, başkan seçtiler. Benim oyum hariç, tüm vekillerin oybirliği ile meclis başkanı seçtiler. Halbuki size karşı bir operasyon var, hakkınız yeniyor ve siz gidip ne yapıyorsunuz? Rakibinizin başkanını oy birliği ile seçiyorsunuz. Seçmeyin meclis başkanını da meclis çalışmasın, hükümeti atayamasın.

"Denktaş 'TKP içinde hücrelerimizi harekete geçirdik' dedi, doğrudur…"

Neden bunu yaptılar? Korkudan mı?

Yalnız korku değil, menfaat da burada etkili oldu. Nitekim Sayın Denktaş bu durumu daha sonraları anılarında "TKP içinde hücrelerimiz vardı harekete geçirdik" diye anlatır. E bu hücreler son dakika, KKTC ilanı öncesi kurulmuş değillerdi, hep vardılar. Bunların her yerde adamları vardı. Hep vardı bu adamlar. Ben 1970'lerde ülkeye geldiğimde, siyasi kimliğim de bilindiği için, baktım peşimde adamlar dolaşıyor. Hiç unutmam, farkında da değildim, bir gün arkadaşlarım bana "farkında mısın? Gölgen var" dediklerinde ben "ne gölgesi, güneş mi var da gölgem olacak?" diye cevap verdiydim, o derece farkında değildim yani. Bir gün Anibal'ın orada otururken, bana karşı kaldırımda oturan adamı gösterdiler. Umursamadım ama baktım 1-2 gece sonra başka bir yerde gene aynı adam peşimde. Kalktım gittim yanına dedim "nedir yahu? Bu kadar aşikâr da olur mu?" Dedi "bana dediler seni izleyeceğim ve sen da izlediğimi bileceksin…" Böyle bir ortam vardı yani.

Peki, ne oldu hükümet vermediler de? Uzlaşma arandı mı bu konuda?

Tabii, uzlaşı arandı. Bu arkadaşlar gelip bize 'ne yapalım be gardaş, ipler bizim elimizde değil ya, Kuzeyden gelir talimatlar, Ankara'dan gelir" dediler, "bakın yahu çözelim bu işi" diye ricalar ettiler.

Yani irademizi teslim ettiğimiz tarih 1981 mi sizce?

Bizim bu ülkede hiçbir zaman irademiz olmadı ki birilerine verelim. Bu iradeyi bu ülkede bize hiçbir zaman vermediler. Bir ara verir gibi oldular, umut yarattılar ama bunun olmayacağı belli idi. Örneğin bizim kuşak için bunun göstergesi o seçimlerdi diyebiliriz. Mesela o zaman sıkıyönetim var, bizde de bayraktarlık var. Çıktık Türkiye'ye gittik dedik ki "ülkede sizden dolayı sıkıyönetim var, olmaz bu, seçime böyle sıkıyönetim altında gidemeyiz." Bize dediler ki "merak etmeyin, sizin seçimlerinize karışmayacağız." E seçim oluyor, bir bakıyoruz, iş ciddiye binince de direk darbe yapıyorlar ve Anayasamızı bize yediriyorlar. Arada bir şeyler icat edip bizi de kendi aramızda kavga ettiriyorlar. Yahu o zaman çıktılar "KTFD devlet değil" diye yaygara yapıyorlar. Hâlbuki bunu ilan eden bizim meclis, hatta biz. Biz KTDF'deyi kurarken, federasyona da atıfta bulunarak, "bu yapı o federasyonun bir tarafıdır" da dedik, tam teşekküllü devlet kurduk. Ve bütün bunlar ortada iken aniden ortaya çıkıp "bu devlet değil, başka ilan edelim" diyeceksin. Hatta buna bir de "bağımsızlık ilanı" diyeceksin. Kimden bağımsızlık ilan ediyorsun? Biz Rum tarafına bağlı değildik ki, Türkiye'ye bağlı idik. Oradan mı bağımsızlık ilan ettik? Yoo, etmedik işte, hala daha göbekten bağlıyız.

Nasıl yaşandı o yeni devlet ilanı süreci?

Öncelikle Sayın Denktaş TKP'yi darmadağın etti ve CTP'nin de diğerlerinin de oylarını alacak şekle getirdi. Sonuçta da bağımsızlık bildirgesi ile bağımsızlık ilan edildi. Hatta o bildirgeye 'bu daha kolay federal Kıbrıs'a götürür' diye ifadeler bile kondu. Hâlbuki bu yeni yapı direk ayrılıkçı bir yapı olarak görüldü ve BM tarafından yasaklandı. İlan etmeyin diyen, ilan ederseniz de kimse tanımayacak denilen BM kararlarına rağmen bu devlet ilan edildi.

"15 Kasım 1983 günü mecliste oylama bile yapmadan devlet ilan ettiler…"

Denktaş'ın neydi sizce esas amacı?

Gerekçelerden birinin Denktaş'ın görev süresinin bitecek ve bir daha aday olamayacak olması aşikârdır. Nitekim Denktaş'ın seçilememe ihtimalinin Türkiye'yi çok korkuttuğu bizzat Kenan Evren tarafından da söylenmiştir. 1985 Anayasası hazırlanmaları sırasında 'yeni Anayasa 12 Eylül ürünü' olacak dedik, bize dediler 'olmayacak'. Bunun üzerine baktık, bizim yazdığımız KTFD Anayasasını taslak olarak ortaya koydular ve bunun tartışmaları ile zaman yiyerek o günleri boşa geçirdik.

15 Kasım 1983 öncesi açık tehditler olduğunu biliyoruz. Sizi hayatınızla tehdit ettiklerini daha evvel zaten birçok kez söylemiştiniz. Nasıldı 15 Kasım günü hava?

Tabii, hepimiz açıktan tehdit edilmiştik. O günü hatırlarım da biz o gün mecliste bunu tartışmak, konuşmak için toplandığımızda, meclisin her tarafı, etrafı insan kaynardı. Bu insanlar tahrik edilmiş, para verilip toplanmış kalabalıklardı. Yani bir miting vardı ve bu devlet tarafından düzenlenen, Türkiye tarafından ise finanse edilen bir olaydı. Onlar dışarda nutuklar çekerken, biz de içerde salim şekilde tartışacaktık, serbest oy kullanacaktık yani? Nitekim bize en sonunda bağımsızlık ile ilgili oyumuzu da sormadılar. "Oy birliği ile kabul edilmiştir, ayakta alkışlıyoruz" dedi Meclis Başkanı, bir alkış arasında bu iş oldu bitti. Halbuki doğal olanı, meclis iç tüzüğünde yazdığı gibi oylama yapılması ve sonuçların başkan tarafından açıklanması idi, bu yapılmadı.

"Bir hafta evvel KKTC'ye karşı çıkanlar, ertesi gün 'biz kurduk' diye övündüler"

Siz o ilandan bir hafta önceden TKP Başkanlığını bırakmıştınız değil mi?

İstifa etmedim ama kurultay oldu ve ben aday olmadım. Ama o kurultayda bir konuşma yaptım ve bu bağımsızlık ilanının çok tehlikeli, yanlış bir şey olduğunu açıkladım. Nitekim kurultay da bunu onayladı, bu yönde karar aldı. Ama aynı TKP, bir hafta sonra aniden imana geldi ve evet oyu verdi. Hatta dönüp baskı yok dediler, o da yetmedi, o gün o kararı verenlerin birçoğu da televizyonlarda 'KKTC'yi biz kurduk' da demekten geri durmadılar.

Ardından da sizi TKP'den tasfiye etme süreçleri başladı. Hatta geçenlerde bir röportajınızda bu işin başını Mustafa Akıncı'nın çektiğini de dile getirdiniz. O süreç nasıl oldu? Akıncı ne rol oynadı o süreçte?

İşte 1981'den sonra TKP içerisinde bir takım olaylar gelişmeye başladı. Bunlar aslında Denktaş'ın da ifade ettiği 'TKP içindeki hücrelerim' dediği şeylerin faaliyetleri olsa gerek.

"Akıncı'nın Denktaş'ın 'TKP'deki hücrelerden' birisi olması ihtimaldir…"

Akıncı da bu faaliyetlerden birisi mi idi sizce?

Bence onun da böyle olmasının ihtimali vardır. Ama bu faaliyetlerden istifade ettiği, bundan fayda gördüğü kesindir. Bu öyle görülüyor. Düşünün, bir mücadele sürdüreceksiniz, size karşı faaliyet yapılacak, Anayasa çiğnenecek, siz de bunlara karşı mücadele edeceksiniz ancak sonunda bakacaksınız ki yanınızda birisi yok. O zaman ayrı iki grup oluştu, biri KTÖS'te, birisi mecliste, sürekli kendi aralarında toplantılar, istişareler filan yapıldı. Parti çalışmalarına katılma yerine bunlar yapıldı ve bunu da herkesler gördü. Partinin içinde de uzantıları vardı tabii, kendilerini deşifre ettiler. Mesela bir ara 'self-determinasyoncular' hareketi gibi bir şey kurdular ve o hareketin içinde TKP'den de insanlar vardı. Bu TKP'nin hep savunduğu federasyon tezine aykırı bir durumdu. İşte bütün bu hareketlere katılan insanlar en sonunda bir yerde buluştular ve beni fazla gördüler. Ardından da beni 'ikilik yaratıyor' diye basit bir gerekçe bularak beni partiden ihraç ettiler. Şimdi burada hakkını vereyim, kendimi disiplin kurulunda savunmama izin verdilerdi, ben da gidip kendimi savundum. Orada benim aleyhime tek bir delil sundular. O da Halkın Sesi Gazetesinde çıkan tek bir haberin alıntısıydı ve neydi bilir misiniz? Partinin programından okuduğum bir kısımdı.

Yani siz partinin programından bir şey okudunuz diye partiden mi atıldınız?

Evet, aynen öyle oldu. Başka somut delil yoktu. Diğer delilleri soyut şeylerdi yani böyle nifak soktu, iki başlılık yarattı dediler. Bunlar 1989'larda artık partide değildim yani, bağımsız milletvekili olarak devam ettim.

Ardından da 1989'da Yeni Kıbrıs Partisini kurdunuz ve o ünlü kırmızı pasaport, AB gibi açılımları yaptınız. Bunlara hep sol, hem de sağ kesimlerden tepkiler gelmişti, şimdi bakınca nasıl düşünüyorsunuz bu durumları? Devam ediyor mu bu siyasi çürüme toplumda?

Tabii o zaman bunları söyleyince 'delirdi bu' diyenler oldu ve evet, o siyasi çürüme daha da çoğalmıştır, artmıştır. Eskiden siyasiler daha bir saygındı yani ben hiç hatırlamam bir yere, bir bölgeye gidelim de bizden rüşvet istensin. Gerçekten eskiden gerek yönetim gerekse de toplum bu gibi işlerden arınmıştı. Sonra bu iş devlete dönünce, o eskiden teşkilat içinde gizli olan işler ortaya çıktı ve görünmeye başlandı. Sivil yönetimde eski devrin düzenine alışmış insanların bu hali sıfırlandı. Bu insanların yönetime katkısı da kalmadı ve devlet yönetiminden dışlandılar da. Hatta bunlara 'yes man' 'İngiliz'in adamı' diye lakaplar takıldı. Eskiden 'general orders' diye bir şey vardı, kamu kuralları böyle idi ama bizimkiler onu 1974'lerden sonra 'generalin emirleri' diye tercüme ettiler. Modern kamu görevlileri yasasını getirdik, değiştire değiştire kuşa çevirdiler, şimdi de ararlar tekrardan yasa yapsınlar. İşte bu yozlaşmalar yönetim yeteneğini kaybetmemize neden oldu.

Devamı Yarın…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.