Aslında ev yok…

Yayın Tarihi: 08/08/17 08:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+
Niyazi Kızılyürek hocamız hafta sonu Yenidüzen'deki köşesinde nefis bir şekilde olayı özetlemiş.

Yıllardır aynı şeyleri üç aşağı beş yukarı yazıp çizdiğim için Niyazi Hocanın 'Bilal'e anlatır' gibi özetlediği duruma imzamı atmaktan çekinmem, hatta atarım.

"Evin içini süpürmek…"

Moda terminoloji şimdilerde bu…

Tam da hocanın dediği gibi ''Federal çözümü bırakın, evin içine bakın…" durumu.

İyi güzel de ya aslında ev yoksa?

Olmayan evin içini nasıl süpüreceğiz?

Hayallerimizde mi?

Elbette bu durumu anlamak istemeyenler, 1974'ten sonra adanın kuzey kısmında kurulan ve direk olarak Türkiye'nin mandasında devam eden bu sistemi bir 'ev' olarak düşleyebilirler.

Ancak 1933 tarihli Montevideo Konvansiyonu'nun açıkça ortaya koyduğu üzere devlet olabilmenin dört tane ana şartı vardır.

Bunlar;

1- Sürekli bir nüfusa sahip olmak,

2- Tanımlanmış bir toprak parçasını elinde tutmak,

3- Bir hükümete sahip olmak,

4- Diğer devletlerle ilişkiye girebilme kapasitesine sahip olmaktır.

Şimdi tek tek bakalım.

Sürekli bir nüfusa sahip miyiz?

Pek maşallah, gani gani nüfusa sahibiz de sayının ne olduğunu bilmiyoruz.

Öyle ki eski Başbakan İrsen Küçük bir keresinde 650 bin, eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat 500 bin, daha geçenlerde ise Sağlık Bakanı 600 bin rakamını telaffuz ederken, 2011 rakamlarına göre KKTC'de 286,257 kişinin yaşadığı açıklanmaktadır.

Yani uzun lafın kısası memlekette sürekli bir nüfusa sahibiz ancak tam rakamın ne olduğu konusunda bir fikrimiz yoktur.

Peki elimizde tanımlanmış bir toprak var mıdır?

Maalesef bu da yoktur.

Adanın kuzeyinde elimizde tuttuğumuz toprağın büyük kısmı Rum malıdır ve bu malların tümü de 'tartışmalıdır.' Bu tartışma uluslararası mahkemelerin en büyük dava dosyalarından birini oluştururken, KKTC devletinin dağıttığı tapuların bir geçerliliği yoktur. Dolayısı ile toprak konusunda da gerekli yeterlilikte olunmadığı çok açıktır.

Devlet olmanın üçüncü şartı olan 'hükümet' konusunda ise maşallah pek bir maharetli olduğumuz açıktır.

1974'ten bugüne geçen sürede ülkede kurulan 39 tane hükümet çok şükür bu konuda yüzümüzün akıdır…

Sinirlendiniz değil mi?

Zira o kurduğumuz hükümetlerin hükmünün olmadığını pekala biliyoruz.

Eh, geçmiş 39 hükümetin hükmünün geçmediği bir yerde, bundan sonra kurulacak olan 40 ya da 41. hükümetin de hükmünün olmayacağını söylemek vaziyetin ta kendisidir.

Niyazi Hocanın da yazdığı gibi "miş" gibi yapmanın aslında bu halkın geleceğine vurulan en büyük darbe olduğunu anlamak için daha ne yapılması lazım?

Neyse, dördüncü maddeye geçelim,

KKTC'nin Türkiye dışında başka bir ülke ile ilişkiye girebilme kapasitesi var mıdır?

Bakın burada resmi, tanınmış, uluslararası hukuk çerçevesinde bir ilişki arıyoruz.

Var mı?

Yok.

"Miş" gibi yapacak olan arkadaşların tezi olan "Türkiye ile düzeyli ilişki" kurma noktasına da değinecek olursak, onunla da kurduğumuz ilişki belli bir pek bir kapasite yoksunudur.

Cumhurbaşkanlarımızın Türkiye ziyaretlerinde kendilerini belediye başkan yardımcılarının karşıladığı günler çok uzakta değildir ama hafıza-i beşer nisyan ile maluldür…

Dolayısıyla sevgili arkadaşlar, siz elinizde süpürge, iyi niyetli düşünebilirsiniz ama aslında ortada bir ev yoktur.

Ve sabah akşam 'şimdiye kadar gelen basiretsiz politikacılar, vizyonsuz politikacılar' söyleminiz de en basitinde söylemem gerekirse 'hadsizliktir' başka bir şey de değildir.

Öyle ki sizin bu söyleminizle bugüne kadar iktidara gelen tüm kişilerin 'hırsız, dolandırıcı, vizyonsuz' olduğu algısı çıkar ve bu son derece popülist bir tavırdır, içi de boştur.

Ha aralarında yukarıda dizdiğim sıfatlara haiz olan yok mudur?

İş birlikçi bir hükümet olmanın temel şartlarından birisi de kimin mandasında iseniz onun dümen suyuna gitmektir.

Bu bağlamda, başkasının dümen suyuna giderken, kendi halkına dayatmacı politikaları yüklemek ve bunu uygulamak elbette ki iş birlikçi hükümetlerin görevidir.

Geçici 10. madde tahtında da açıklanan bu duruma bakarak memlekette, duvarında 'egemenlik halkındır' yazan meclisin üzerinde başka bir iradenin olduğu zaten açıktır.

Niyazi Hocanın altını çizdiği 'federal Kıbrıs öldü, hadi evimizi süpürelim' noktasına gelince.

Buradan çok net bir şekilde yazmam gerekirse, sizin olmayan evinizi süpürme ihtimaliniz, buna izin verilme ihtimali, bizim –son 4 zirveden peş peşe darbeler yemesine rağmen- federasyon hayalimizin yanında 'ütopik' bile değildir.

Onun için insanlara satmaya çalıştığınız boş hayalleriniz size kalsın, biz evimizi süpürme derdinde değiliz.

Tek derdimiz onu geri alabilmektir…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.