Unutturulan bir medeniyetin izinden (3)

Yayın Tarihi: 02/12/18 07:00
okuma süresi: 5 dak.
A- A A+

Mirador de San Nicolas Granada'nın en yüksek semtinde bulunan küçücük bir meydan.

Meydana ismini veren San Nicolas Kilisesi meydanın arka kısmında kalıyor. Buraya turist ve yerlilerin akın etmesi bu kiliseyi görmek isteğinden kaynaklanmıyor.

Meydanın tam karşısında dünyaca ünlü Alhambra Sarayı tüm güzelliği ile durmakta. Bu güzelliği Sonbahar mevsiminde seyretmek bir ayrıcalıktır.

Sarı, turuncu, yeşil ve kırmızı renklere bürünmüş ağaçlar çevrenin muhteşem görünümüne bir kat daha güzellik veriyor.

İnsan bu meydanda sunulan doğa güzelliğini saatlerce seyredebilir. Özellikle Saraya bakan taş banklar üzerinde oturan ve gitarlarıyla romantik Flamenko müziği çalan, şarkı söyleyen müzisyenlerin eşliğinde.

Zaman zaman yeni evlenen çiftler meydana gelip poz poz fotoğraf çektiriyorlar.

Biraz ilerideki dar sokak bizi yazar Steven Nightingale'in kitabında bahsettiği kızının okulunun önünden geçirip capcanlı, renk cümbüşü bir alışveriş meydanına götürüyor.

Küçücük, süslü evlerin güzelliği, fırın, manav dükkanlarında sohbet eden halkın neşeli, yüksek sesli konuşmaları arasında bir açık hava kafesine oturup kahve ısmarlıyoruz.

Biraz ötedeki tahta kanepede sigara içen tanıdık gelen bir sima. Bir evvelki gece bizi gitarıyla adeta büyüleyen Flamenko gitaristi. Gidip ona konuşmak fotoğrafını çekmekte tereddüt ederken kalkıp, önümüzden gülümseyerek geçiyor.

Ertesi gün otelin "Boabdil" isimli yemek salonunda kahvaltımızı yaptıktan sonra Alhambra Sarayının yolunu tutuyoruz.

Otelin yemek salonuna ismi verilen Boabdil, Granada'nın son Arab Kralı. Asıl adı Abu Abdallah Muhammad olan ve XII. Muhammad olarak da bilinen kralın heykellerine Granada'da rastlamak mümkün.

Boabdil'in ünü ve popülerliği sanırım ailesi ile giriştiği iç kavgalar neticesinde bölgeyi Katoliklere kaptırmasından kaynaklanıyor.

Alhambra Sarayına yürüyerek çıkmaya karar veriyoruz. Oldukça dik tepenin yarısına gelmeden pişman oluyoruz ama iş işten geçmiş.

Giriş kısmında büyük bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. Rehberimizi bulup küçük bir grupla içeriye giriyoruz.

Bir savunma kalesi olarak inşası 9. Yüzyılda Muhammed Al-Ahmar tarafından başlatılan Alhambra, oğlu Muhammed II tarafından tamamlandı. Sonradan Yusuf I ve Muhammed V tarafından eklemeler yapılarak kale, saraya çevrildi ve XIII. Yüzyıldan itibaren kralların ikametgahı haline getirildi.

Giriş kısmındaki avluda bulunan Hotel Amerika, ve Katolikler Granada'yı zaptettikten sonra zarif caminin tam yanına diktikleri (ve hiçbir zaman inşaatını bitiremedikleri) kocaman bina mide bulandıran bir sürpriz oluyor. Ama ondan sonra üç saat boyunca şahit olduğumuz güzellikler bu şoku atlatmamızı sağlıyor.

Nasrid Palace denilen saray kısmı, General Life diye adlandırılan bahçe bölümleri görülmeye değerdi. Saray duvarlarındaki taş fayanslar, suyun muazzam bir şekilde kullanılışı, tavandaki üç yıl önce ustalıkla restore edilen işleme ve tablolar dünyanın az yerinde görülebilecek güzellikteki sahneler.

Hindistan'da bulunan Taç Mahal'dan iki asır önce yapılan saray ve önündeki havuzun, bu önemli yapıt için ilham kaynağı olduğunu da böylelikle öğrenmiş oluyoruz.

Granada'ya gidip de şehrin en ünlü evlatlarından Federico Garcia Lorca'nın izlerini takip etmemek olmazdı.

İspanyol dünyasının en ünlü şairlerinden olan, aynı zamanda müzisyen, tiyatro senaristi ve direktörü olan bu eşsiz insan zamanın diğer ünlü şair, yazar ve ilerici kişilikleri ile kalıcı dostluklar geliştirdi.

Bunlardan üçü, Juan Ramon Jimenez, Pablo Neruda ve Vicente Aleixandre, Nobel Edebiyat Ödülüne laik görüldüler. Ayrıca Salvador Dali ve Manuel Falla gibi ünlüler de bu büyük adamın arkadaşları arasında idiler.

Lorca, Flamenko müziği ve dansını detaylı bir şekilde araştıran, İspanyollara maledilen Flamenkonun büyük kısmının Arablardan kaynaklandığını ortaya çıkaran, Arab ve İranlı şairlerin şiirlerini İspanya ve Avrupa'ya tanıtmada büyük rol oynayan ilerici bir kişiydi.

Federico Garcia Lorca'nın yaşamı 38 yaşında iken, 18 Ağustos 1936 tarihinde faşist Franko rejimi tarafından feci bir şekilde sonlandırıldı.

Granada gezimizin son bölümü olan yazımı Lorca müzesini ve kaldığı evi ziyaret ettiğim sırada hüzünle mırıldandığım Türkçeye çevrilmiş şiiri ile bitirmek istiyorum:

Ne boğa tanır seni ne incir ağacı,
Ne evindeki atlar ne karıncalar
Ne çocuk tanır seni ne de ikindi
Ölüsün çünkü, dirileceğin de yok

Taşın sırtı da seni tanımaz artık

Federiko Garcia Lorca

BİTTİ

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ertanç HİDAYETTİN yazıları