Yavrusun sen, yavru kal...

Yayın Tarihi: 13/05/19 07:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Sabahtan akşama kadar, gerek program olsun, gerek özle hayatım olsun hep bir gerçek üzerinden konuşurum.

O da bizim, yani içinde bulunduğumuz düzenin bir 'alt yönetim' olduğu gerçeğidir.

Ve bu gerçeğin bilincinde, normal bir yönetime geçişimizin bir tek yolu olduğunu, onun da Kıbrıs sorunun çözümü olduğunu hücrelerimizin tamamında hissediyorum.

Bu bağlamda, 'üst yönetimimizde' meydana gelen siyasi olaylar, gelişmeler, elbette ki yakın takibimdedir.

Ancak, bu noktada, yani Türkiye politikasının iç şekillenmesinde, önemsediğim tek şey, o şekillenmenin sonucunda, içinde yaşadığımız sorunun, ki buna Kıbrıs sorunu deniliyor, nasıl etkileneceğini düşünmektir.

Dolayısıyla içinde yaşamakta olduğum çaresizlik ve çıkış olmaması hali, aslında, şu yukarıda yaşanan veya yaşanması muhtemel şekillenmelerin sonucunda Kıbrıs sorununa bakış açısının hiç değişmeyecek olması halidir.

İşte bunun son örneğini de hafta sonu adamıza bir dizi temas için gelen Ekrem İmamoğlu ziyaretinde yaşamış bulunmaktayız.

İmamoğlu'nun, bu ülkede belki de çözüm olmaması için en çok uğraşanların başında gelen, hatta Kıbrıs sorunu denen şeyin mimarlarından birisi olan merhum Rauf Denktaş'ın mezarını ziyaretinde anı defterine yazdığı şeyleri okumak işte tam da yukarıda bahsettiğim çaresizliğe örnektir.

İmamoğlu'nun belediye başkanlığı seçimini kazandığını, bu yapılanların haksız olduğunu düşünüyor muyum?

Evet.

Öyle ya da böyle, bunun rejime karşı bir zafer olduğunu anlayabiliyor muyum?

Evet.

Bunları bir kenara koyuyorum.

Peki, göreve geldiği ilk gün, Recep Tayyip Erdoğan ile 'yavru vatan' lafı üzerinden atışan, bunu aleni şekilde yapan Mustafa Akıncı ziyaretinin ardından aynı İmamoğlu'nun dakikalar sonra Denktaş'ın anı defterine 'yavru vatan' diye yazmasını da yadırgıyor muyum?

Evet.

Dahası, Kıbrıs'taki çözümsüzlüğün siyasi eşitlik ile birlikte en büyük problemi olan güvenlik ve garantiler hususunda, İmamoğlu'nun yine aynı deftere 'en üst seviyede garantörlüğün devamı' diye yazmasına ne diyeceğiz?

Üstüne üstlük, kim ne derse desin, kim ne isterse söylesin, İmamoğlu'nun siyasi rakibi olan Erdoğan Rejimi'nin, 2017 yılında önce Cenevre ardından da Crans Montana'da söz konusu garantiler 'tabusunu' masaya yatırma cesareti göstermişken, ne diyebiliriz?

Yani, dümdüz sorayım, Kıbrıs sorununda riskleri ve çözümü göze alabilen (ve bunu yaptığı için CHP tarafından 'Kıbrıs'ı satıyor' diye suçlanan), tarihte çözüm için düzenlenen toplam 3 konferansın 2 tanesinin (Bürgenstock ve Crans Montana) görev süresinde gerçekleştiği AK Parti yönetimi ile, Kıbrıs'a 'yavru vatan' gözü ile bakan, 'bir karış toprak vermeyiz' soslu milli dava olarak gören CHP anlayışı arasında seçim yapmak gerekirse hangisini seçeriz?

İşte şu içinde yaşadığımız çelişkinin boyutu öylesine büyüktür ki, kelimelere dökmek neredeyse imkansız haldedir ama yine de denemekten çekinmek olmaz…

Kıbrıs Türk halkı laik bir halktır, gerici akımlara hiçbir zaman prim veren bir yapıda değildir, dolayısıyla, AK Parti anlayışının dikte ettiği basma kalıp ideolojiyi içine sindirmesi imkansızdır.

Ancak aynı Kıbrıs Türk halkının, geçmişte tecrübe ettiği ve CHP'nin duruşundan beslenen askeri vesayet tipi bir anlayışı sindirmesi de imkansızdı, nitekim, Annan Planı süreci zamanında, Erdoğan'ı tanrılaştırarak, onun safında yer alarak bunu ispat etmiştir.

Yılların vesayet düzeninin sembolü Denktaş'a karşı Erdoğan…

80 bin kişilik mitinglerin motivasyonunun altında yatan şey, olası bir çözüm dışında, 'Denktaş'tan kurtulmaktı.'

Çünkü biz o ateşli günlerde çözüm olması kadar 'Denktaş'tan kurtulma' ihtimalini de çok sevmiştik.

Dahası, Erdoğan'ın da aslında hedef aldığı ve iktidarını ilk inşaa etmeye başladığı yer de tam olarak oydu.

CHP zihniyetinin koruduğu kolladığı bir Denktaş ve ona karşı duran bir Erdoğan ile onun Kıbrıslı destekçileri.

Erdoğan'ın ilk Denktaş çıkışına ne kadar sevindiğimizi bugün çok saçma sapan bir ruh hali içinde, anlamsızlık içinde hatırlıyorum…

Sonuç olarak, Türkiyeli yetkililerin önünde ceket iliklediği ilk ve son lider olan Denktaş gibi bir figürü saf dışı bırakan Erdoğan, askeri vesayet ile ilk hesaplaşmasını ve de galibiyetini işte tam o noktada aldı.

Elbette, bu konuyu enine boyuna deşip, ortaya ciltler dolusu kitap yazılabilecek malzeme çıkarmak hiç de zor değildir ancak bu makale bunu yüzeysel geçmek durumundadır.

Dolayısıyla, uzun lafın kısasını konuşmam gerekirse, Ekrem İmamoğlu'nun, Türkiye politikasında bir sinerji yarattığı, yılların iktidarına karşı bir umut olduğu gerçeği göz ardı edilemez, bunu kabul ediyorum.

Ancak, diyelim ki, bu umut büyüdü, gelişti, demokratik yollardan, demokratik şekillerle hayat buldu, bunun Kıbrıs politikasına bakışı ne olacaktır?

Bunun cevabını öğrenmek için uzağa gitmemize gerek yoktur.

Öğrenmek için Denktaş'ın kendi kurduğu TMT Örgütü'nün adının verildiği parka gidip, orada bulunan mezarının anı defterine hafta sonu yazılanlara bakmak yeterli olacaktır.

Çünkü orada 'yavrusun sen, yavru kal' diye yazmaktadır...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.