Bakış açısı değişmelidir...

Yayın Tarihi: 11/09/19 07:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı defalarca aynı şeyi tekrar etti ve etmektedir: "Ucu açık ve sonuç odaklı olmayan bir müzakere sürecine girmeye hiç niyetimiz yoktur."

Kardeşimin 3 yaşındaki ikiz çocuklarının bile rahatlıkla anlayabileceği kadar yalın ve net olan bu ifadeler, kelli felli, okumuş statükocuların anlama zorluğuna takılmaktadır.

TC Dışişleri Bakanının, Kıbrıs Türk halkının refahını, uluslararası platformda dünya vatandaşı olmasını amaç edinen bizim gibi çözüm taraftarları için kullandığı gramerde kullanmam gerekirse, bu tipler, bulabildikleri her platformda Cumhurbaşkanına saldırmakta ve onu 'bizi ucu bucağı olmayan süreçler içine hapsetmek amacı taşımakla' suçlamaktadırlar.

Diplomatik kaynaklar bu son yaşanan Lute sürecinin tıkanma noktasının Rumların bir 'takvim' içine girmek istememesi olduğunu söylemektedirler. 2004 Annan Planından beri devam eden bu 'korku' o günden beri Rumların resmi tavrı olmuştur ve esas büyük sorun budur.

Hal böyle iken yukarıda bahsettiğim "tiplerin" amacı elbette ki gerçekleri çarpıtmak değil düpedüz yalan söylemektir çünkü, Cumhurbaşkanı, en basitinden Crans Montana sonrası ucu açık müzakereye girmeyeceğini sürekli tekrar etmiştir.

Nihayetinde kendi garabet statükolarının devamını amaçlayanlardan daha yaratıcı söylem beklemek zaten gereksizdir.

Yine bu çevrelerin ve çözüm konusunda kafası karışık olan bazı tarafların üzerinde kafa patlattığı bir başka şey ise 'siyasi eşitlik' konusudur.

Öyle ki, kadimici ve yeni statükocuların en çok sarıldığı argüman 'Rumlar bizim siyasi eşitliğimizi kabul etmez, gücü ve refahı paylaşmak istemez' şeklinde olanıdır.

Hâlbuki Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili, yani bunun nasıl ve ne şekilde olacağı ile ilgili BM kriterleri oldukça sarih ve kayıt altındadır: İki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan bir federasyon…

Dolayısıyla, Rumların böylesi bir kriter varken 'biz Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini kabul etmiyoruz' şeklinde bir argümanı olamaz, olursa da çözüm olmaz.

Bu bağlamda bizim statükocuların en çok korktuğu şey Rumların çok net ifadelerle 'siyasi eşitliği kabul ediyoruz' demeleridir.

Ancak Rumların, bizim çok hassas olduğumuz ve adına teknik olarak 'Yönetim ve güç paylaşımı' denilen ve müzakerelerin 6 başlığından birisi olan bu hususu, onlar için son derece önemli olan bir başka başlığa karşılık 'koz' olarak tuttuğu aşikârdır.

Adına 'Güvenlik ve garantiler' denilen o başlık da işte bizim kozumuzdur.

Crans Montana ve sonrasında masada yapılmaya çalışılan büyük al-verin en önemli muhteviyatları olan bu başlıklar halledilmeden Kıbrıs sorunu çözülmeyecektir.

Peki, bu iki husus çözülebilir mi?

Bilmem farkına vardınız mı ama, bu yaşadığımız son Lute sürecinde bizim elimizde olan koz, yani garantiler, neredeyse hiç gündeme gelmemiştir.

Bütün süreç Rumların bizim siyasi eşitliğimizi kabul etmediği söylemi üzerinden sürdürülmüş ve gariptir, Rum kamuoyu da buna bir şekilde çanak tutmuştur.

Hatta o kadar ki, garantiler konusu, yine Sayın Çavuşoğlu'nun 'garanti istemeyenler gaflet ve delalet içindedir' dediği halk toplantısına kadar gündem edilmemiştir.

Oldukça dikkat çekici olan bu durum aslında beni pek şaşırtmamıştır.

Bunu yazdığım için benden bile hızlı solcular belki kızacaktır ama Crans Montana'nın ilk günü Türkiye tarafından basına uçurulan 'asker çekmeyi konuşuruz' şeklinde Rumları gafil avlayan söylem şüphe yok ki Türkiye'nin bu konudaki 'elastik' tutumunun bir göstergesiydi, şimdi de bu konuda aynı tutumda olunduğunun göstergesidir diye düşünüyorum.

Dahası TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yaz ayları içinde bir toplantıda söylediği 'Kıbrıs şunun şurası yakındır, gerekirse yine gideriz' şeklindeki sözleri, Türkiye'nin asker çekme konusundaki tavrının ne olduğunu gösterir niteliktedir.

Erdoğan bu sözleri, aynı aylar içinde yeni geçen askerliği kısaltma yasası çerçevesinde adadan terhis olan askerlerin zafiyet yarattığı yönündeki eleştirilere yanıt olarak sarf ettiğini de hatırlatmak lazımdır.

Kanımca, Kıbrıslı Türklerin güvenliğini sağlayacak ve Kıbrıslı Rumların da sağlanan bu formül üzerinden güvenliğini tehdit etmeyecek yeni bir sisteme Türkiye asla hayır demeyecektir.

Zira Türkiye, Kıbrıs sorunu çözülür, Kıbrıs adası çevresinden çıkarılacak olan zenginlik yine Türkiye üzerinden AB ülkelerine aktarılırsa, bunun ada üzerinde boşu boşuna tutulacak 40 bin askerin masrafından çok daha fazla getirisi olacağının farkındadır.

Çünkü Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümünün, çözümsüzlüğünden çok daha karlı bir şey olduğunun da farkındadır.

Dolayısıyla, benim naçizane tavsiyem, müthiş bir ustalıkla kotarılmakta olan 'iyi polis-kötü polis' oyununa rasyonel şekilde yaklaşmak, edilen bazı kelamlara bu gözle bakmak ve Kıbrıs sorununun bir 'uluslararası sorun' olduğunun iyice bilincinde olmaktır.

Aksi takdirde kasaba politikasına hapsolarak büyük resmi gözden kaçıracağız ve bundan sadece çözüm isteyen kesimler değil, 'biz böyle eyiyik' diyen mutlu mesut zümreler de zararlı çıkacaktır.

Devir değişmiştir, paradigma değişmiştir ve bunun tezahürü olarak bakış açısı da değişmelidir.

Yoksa sonumuz meşhur haşlanmış kurbağa hikayesi gibi olacaktır.

Onu da başka yazımda anlatırım…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.