Özgür; "Dilenci değiliz!"

Yayın Tarihi: 26/12/18 07:00
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

Özgür; "Dilenci değiliz!"

Maliye eski bakanı Birikim Özgür ile buluşup güzel bir sohbet yaptık. Aslında Birikim Özgür bana hep işte CTP'nin modern yüzü hissiyatını vermiştir. Bir yanda geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalırken diğer taraftan da Türkiye ile ilişkileri dengede tutmaya çaba sarf eden ve kendi ülkesi için maksimum menfaatini düşünen ve talep eden bir vizyonu var. Tabii bu vizyonumaliye bakanı olduğu dönemlerde belli çevrelerce kabul görmemiş olsa dahi bana göre CTP'nin Ankara ile ilişkilerini sağlıklı bir zemine çekme konusunda çabaları hayli işe yaramıştır ama yetmemiştir.

İşte söyleşimizin detayları;

Özgür " Geçen hafta Girne'de restoranı olan bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. "Ocak ayında çalışanlarımın yarısını durdurmam gerekebilir" deyince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Birkaç gün sonra bir turizmciyle sohbet ederken benzer sıkıntılardan söz etti. Demek ki ekonomide çarklar durmak üzere.

TL'deki değer kaybının yanı sıra 2018 hibe protokolü kapsamındaki harcamaların gecikmiş olması da hem yatırımlarımızı hem de tüketimimizi olumsuz etkiliyor.

2018 yılı için Türkiye'nin bize taahhüt ettiği hibe miktarı 1,13 milyar TL dolaylarında idi.

Reel sektör destekleri gecikince örneğin teşvik alacağını öngörüp ülkeye on binlerce turist getiren acenteler çok zor durumda kaldı.

Devlete güvenerek iş yapmanın çok ağır bedelleri ile karşı karşıya kalmak üzereler.

Benzer şekilde yine reel sektör destekleri ile ayakta duran üniversiteler var ki onlar da bir süre sonra maaş ödeyemez duruma düşebilirler.

Hükümetin performansına baktığımızda şöyle bir tablo var:

Hibe protokolü kapsamındaki yardımlar gecikince hükümet elden geldiğince yerel kaynaklarla krizi ötelemeye çalıştı.

Olağan koşullarda yerel kaynaklarla finanse edilmeyen savunma giderleri ve bazı altyapı projeleri için 2018 yılı içerisinde hükümet yerel kaynaklardan 150 milyon civarında ödeme gerçekleştirdi.

Hükümetimiz harcama politikaları ile krizi ötelemeye çalışıyor ancak bu böyle devam edemez.

Sıkıntıları aşabilmemiz köklü çözümlere öncelik vermemiz gerekiyor.

Daha da önemlisi krizi ötelemek için yürürlüğe konulan harcama politikaları bizi köklü çözümlerden maalesef uzaklaştırıyor.

Örneğin hayvancıların eylemi sonrasında veya bayram günlerine damgasını vuran ek mesai tartışmasında hükümetin geri adım atmış olması sıkıntı yarattı.

Turizm ve yükseköğretim gibi önemli sektörlerde bıçak kemiği delip geçtiği halde bu alanlar adeta sahipsiz kalırken kamudaki ücretlere yıllık yüzde 30 gibi yüksek artışların yapılması da hükümetin harcama politikalarının değişim iradesine dayandırılmadığının bir göstergesi sayılabilir.

Diğer yandan reformların sürekli ötelenmesi sadece ödül mekanizması çerçevesinde temin edilebilecek kredilere erişimimizi kısıtlamadı aynı zamanda hükümetin siyasi iradesinin de sorgulanmasına yol açtı.

Kamuoyunda tartışılan "protokolden utanılıyor" dediğim husus bu yani reformların yeterince ön plana çıkarılamaması.

Harcamalara ilişkin yanlış kararlar ve reformlar konusundaki niyet noksanlığı dış finansmana erişimimizi kısıtlayabilecek meseleler olarak dikkat çekiyor.

Fiiliyatta Türkiye'deki sistem karmaşası nedeniyle mi yoksa bahsettiğim harcama politikaları ve reformlara ilişkin siyasi irade eksikliği nedeniyle mi dış finansmana erişimimiz zorlaştı, bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değil.

Ancak nihayetinde biz doğru maliye politikalarını devreye sokmadık, krizi yapısal reformlar için fırsata dönüştürmedik.

Bu koşullarda 2019-2021 protokolü ile ilgili iki ülke çalışıyor.

Burada bize düşen sorumluluklar var.

Şımarıklığa devam mı edeceğiz yoksa sistemi hallaç pamuğu gibi atma niyetinde miyiz?

Özellikle reel sektörün ekonomideki payını artırmak için atılması gereken adımlar ciddiyet ve kararlılık gerektiriyor.

Bu yönde atılacak adımlar aynı zamanda hizmet kalitesini artırma, yıllardır bekletilen ciddi finansman gerektiren büyük altyapı yatırımlarını başlatma ve yurttaşların aldığı hizmetlerin maliyetlerini düşürme perspektiflerini de içermeli.

Bu gibi temel konularda açık siyasi niyet deklere edilmediği gibi bazı koalisyon ortağı partilerden protokol karşıtı veya reel sektörün ekonomideki payını artırma karşıtı sesler de yükseliyor.

Kısacası, hem nala hem mıha siyaseti yürütebileceğimiz bir alan kalmadı.

Karar vermemiz ve krizden çıkış için köklü çözümlere yönelmemiz artık şart oldu.

Dolayısı ile mesele protokolün imzalanıp imzalanmamasından önce Kıbrıslı Türklerin değişim isteyip istemediği ile alakalıdır.

Değişimden imtina edip harcama politikaları ile yola devam etme niyetindeysek dış finansmana erişim konusundaki güçlüklerin ortadan kalkması Türkiye'nin inisiyatifine terk edilmiş olur.

Bu durumda bizden bağımsız olarak dış finansmana erişimle ilgili sıkıntılar yine aşılabilir ancak yapısal sorunlar nedeniyle bir sonraki kriz çok ama çok daha büyük olur.

O nedenle bizim ipleri ele almamız ve sürece yön vermemiz gerekiyor.

Kamuoyunda dile getirilen "Ankara'ya gidelim, Erdoğan'ın kapısında bekleyelim" tarzı söylemler benim midemi bulandırıyor artık.

Kıbrıs Türk halkı dilenci mi ki Erdoğan'ın kapısında avuç açmamız öneriliyor?

Türkiye tarafından hiç sorgulanamayacak bir program içeriğiyle masaya oturup adım adım sistemimizi nasıl düzelteceğimizi makroekonomik göstergeler üzerinden izah edebilmemiz bu süreci hızlandırabilecek en etkili ve bence tek olması gereken yöntemdir.

Türkiye ile masaya oturup "biz şu sektörde reel sektörün önünü açma niyetinde değiliz, bunu müzakere edelim" denilirse de süreç uzayıp gider yani ciddi zaman kayıpları yaşanabilir.

Özetle, iki konuda siyasi irademizi ve niyetimizi netleştirmemiz halinde krizi fırsata dönüştürüp ekonomimizi canlandırabiliriz:

1) TL'nin değer kaybetmesi nedeniyle yaşanan krizde en büyük zararı kamu sektörü görmüştür çünkü yabancı para cinsinden en fazla borcu olan bu sektördür. Bu nedenle harcamacı değil tüm zorluklarına rağmen mali konsolidasyon perspektifine dayandırılmış bir maliye politikası ile yola devam etmek.

2) Reel sektörümüz çökme aşamasına geldi ve kamumuz adeta özel sektörü batırmak için çalışıyor gibi bir görüntü var. Örneğin turizm alanında iki memurun çekememezlik yüzünden giriştiği birbirini alt etme kavgası nedeniyle memlekete on binlerce turist getiren işletmelerin çok yanlış biçimde kamuoyu önüne atılması gibi. Kamuda üst düzey yöneticilerin hiç olmazsa kriz ortamında ekonomiye zarar vermeyecek şekilde işlerini düzgün yapmaya devam etmeleri gerekiyor. Ciddiyetle kamu yönetimimizin etkinliğini ve verimliliğini artırmak ve reel sektörümüzün rekabet gücünü ve ekonomideki payını yükseltmek hedefiyle somut reform hamlelerine yoğunlaşmamız şart.

Bu iki mesele zihinlerde çözülebilirse bütçe ya da dış finansman yani yeni protokolün imzalanması gibi araçların kendiliğinden düze çıkacağından ben eminim".

*******************

GÜNÜN SÖZÜ

Yanılmış bir kapıyım simsiyah kendi üstüme kapanıyorum seni Paris'te kaybettim yanlış bir yerde arıyorum.

Attila İlhan - Yanlış Yaşamak

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Gökhan ALTINER yazıları