AB'nin empoze etmek istediği vergi mi? Haraç mı?

Yayın Tarihi: 25/03/13 07:00
okuma süresi: 17 dak.
A- A A+
Bu satırları 19 Mart 2013 tarihinde kaleme alırken bir yandan da Kıbrıs Rum Yönetimi Meclisinden canlı yayın yapan ANT 1 televizyonunu izliyordum. Meclis binası dışında büyük bir halk kalabalığı oylamanın sonucunu beklerken Rum milletvekillerinin eleştirilerini ve tasarıya "OHI" (HAYIR) denmesi için bu çok acı reçetenin yaratacağı olumsuzlukları açıklıyorlar ve Eurogroup ile Almanya başbakanı Merkel'i yerden yere vuruyorlardı.

Konuşmalardan sonra yapılan oylamada milletvekillerinin 36 tanesi tasarıya karşı red oyu kullanırken iktidardaki partinin 19 milletvekili de çekimser oy kullanmak suretiyle Güney Kıbrıs'taki mevduatlardan kesinti Türkçe tanımıyla "tıraşlama" İngilizce "Haircut" ve Rumca tanımıyla "Guriyon" yapılmasına ilişkin hükümet tasarısı reddedildi.

Hafta sonuna denk getirilerek çok süratle alınması öngörülen ve dünyada benzeri olmayan bu ekonomik önlem içeriğinin tam detayları hakkında bilgi elde etmem mümkün olmadı. Tek bilgi kaynağın basında çıkan haberler olmuştur. Bu haberlerden edinmiş olduğum bazı sınırlı bilgiler ışığında yapılacak uygulamanın bir vergi "kesintisi mi?" yoksa birçok kesimin ifade ettiği gibi bunun bir "tıraşlama mı?" olacağı tam olarak açıklanmamıştır. Ancak bu uygulamanın süresinin veya döneminin ne olacağı hususunda hiçbir somut bilgi elde edilememiştir. Önerilen yöntemin uygulama esasları dikkate alındığında buna "Servet Vergisi" demek mümkün değildir. Çünkü dünyada uygulanan "Capital Gains Tax" (Sermaye Değer Artışı) ile ilgili düzenlemeler, getirilmek istenen uygulama ile hiçbir ilgisi yoktur. Dolayısıyla bu uygulamaya ilişkin tanımlamaya ancak "haraç" denir.

Uluslararası vergi hukukundaki ilkeleri hiç dikkate almadan, üstelik de halkın en doğal hakkı olan bankalardan para çekme hakkının dahi üç-dört gün kısıtlanmış olduğunu görmek sadece Rumları değil ayrıca başta AB ülkeleri olmak üzere birçok devletlerin finansal sektörlerini de endişeye düşürmüş, hatta borsaların bile olumsuz etkilemesine neden oluşturmuştur. Ayrıca, bankaların ve ATM'lerin bir süre daha çalışmaması dolayısıyla Güney Kıbrıs'ta nakit sıkıntısı da başgösterecektir.

Bu durumun yaratmış olduğu olumsuzlukların başlıca nedeni Güney Kıbrıs'ta yaşayan Rum ve yabancıların güvendikleri bankalara olan güvenlerini bir anda kaybetmeleri olmuştur. Şayet Eurogroup'un öngördüğü ve Rum Başkanı Anastasiadis'in de kabul etmiş olduğu bu uygulama Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Meclisi tarafından yasalaştırılmış olsa idi, bu uygulama AB ülkeleri için oluşturulmuş bir emsal, olacağından benzeri bir uygulamanın kendi ülkelerinde de uygulanma olanağı ile karşı karşıya bırakılabileceklerdi. Bu emsal olasılığının sonucu olarak da ülkelerindeki paraların da yurtdışına kaçışının önüne geçilmesi olanaksız olacaktı.

Kırılan bardak bütün olmaz gerçeğinde olduğu gibi özellikle bankalardaki son gelişmeler kapsamında mevduatın güvenirliğinin Rum toplumu üzerinde yaratmış olduğu olumsuz etkilerin güvene dönüştürülmesi yıllar alacaktır. Bilindiği gibi her konuda olduğu gibi ve özellikle ekonomik faaliyetlerde en önemli unsur güvensizliktir. Güvensizlik devam ettiği sürece sosyo-ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesinin mümkün olamayacağı gibi bu durumda herkesin bankacılık sisteminin dışına çıkmak için çeşitli yöntemlere başvurma yöntemlerini tercih etmeye başlayacağı, dolayısıyla da kayıtdışılık her geçen gün artış gösterme sürecine girecektir ki bu durum da Rumların ve birçok ülkenin kamu maliyesini olumsuz yönünde etkileyecektir.

Eurogroup'un Rum yönetimine uygulamayı öngördüğü hatta zorunlu kıldığı mevduatlardan zorunlu kesinti yapılması, yani amiyane tabiri ile "tıraşlanmasına" ilişkin tasarı Rum meclisinden onay almış olsaydı bunun uluslararası vergi hukuku ilkelerine yaratacağı etkileri ve sonucu acaba ne olurdu? Eurogroup'un Rum yönetimine kabul ettirmeye çalıştığı, hatta Anastasiadis'in ismi ve türü daha tam belli olmayan bir uygulamayı kabul ettiği konusundaki haberin basında yeralması beni çok hayrete düşürdü, çünkü AB gibi sözde demokrasiye, adalete, hukukun üstünlüğüne ve uluslararası vergilendirme ilkelerine bağlı bir oluşumun belirtmiş olduğu sözkonusu temel ilkeleri hiç dikkate almadan dünyada emsali görülmemiş bir yöntemle belli bir zümreden (mevduat sahiplerinden) para tahsil edilmesinin talep edilmesi sadece Rum Yönetiminin finansal açıklarının giderilmesi için bir formül olmadığı, bunun ötesinde çok daha önemli siyasal nedenlerin olduğunu göstermektedir. Bunların başında da Rusya'nın doğal gaz konusundaki ilgisi ve Güney Kıbrıs Limanlarından yararlanma isteğidir. Yunanistan ve daha birçok AB ülkesinde benzeri hatta daha ağır ekonomik olumsuzluklar olmasına rağmen bu ülkelere bu kadar ağır bir önlemin öngörülmemiş olması da bu iddianın en büyük kanıtıdır.

Politikacı olmadığım için bu konu üzerinde daha fazla durmayı gerekli görmüyorum. Amacım, kamu maliyesi bakımından önemli olduğuna inandığım sözkonusu husus, Güney Kıbrıs'taki mevduatlara yönelik Eurogroup'un ve/veya Troyka tarafından uygulattırılmak istenen sözkonusu ekonomik önlemin uluslararası vergi hukuku ilkelerine ne kadar ters olduğunu irdelemek ve Allah göstermesin gün ola KKTC'de benzeri bir uygulama ile karşılaşmamak için bizim hükümetimizin benzeri bir uygulamaya kalkışmasının ne kadar hatalı bir yöntem olacağının bu vesile ile hükümet edenlere ve onların kılavuzlarını şimdiden bilgilendirmek suretiyle uyarmaktır.

Bahse konu ekonomik önlemin sanki Rum tarafında gündeme geleceğini bilirmişim gibi geçen hafta kaleme almış olduğum yazımın konusu "Vergi Hukuku İlkeleri'nin Tarihi oluşumu" olmuştur. Bu yazımda belirtmiş olduğum ilkelerin 12'ci asırdan günümüze kadar geçen zaman dilimi içerisinde İngiltere'de ve birçok ülkede o yıllarda uygulanan ağır ve adaletsiz vergilendirme şekilleri dolayısıyla meydana gelen isyanların, ihtilallerin ve savaşların insan hak ve özgürlüklerinin oluşumundaki sonuçları tarihi gelişme süreci içerisinde özetlemiş ve bu konuda demokrasi ile yönetilen ülkelerin Anayasalarına ve/veya hukuksal düzenlemelerine yansıyan sözkonusu vergilendirme ilkeleri hakkında açıklamalar yapmaya çalıştım.

Bir kez daha belirtmek gerekirse ülkelerin Anayasalarında yeralan belli başlı temel vergi hukuku genel ilkeleri şöyle özetlenmiştir.

  1. Vergiler yasa ile düzenlenir,

  2. Vergiler kamu giderlerini karşılamak için ödenir,

  3. Geriye yürüyen vergiler konamaz,

  4. Vergiler kişi veya işletmeleri yıkıcı veya mahvedici şekilde uygulanamaz,

  5. Vergi uygulamaları genellik ve eşitlik kapsamında gerçekleştirilir.

Bu ilkeleri sırası ile ele aldığımız zaman Rum tarafı için AB tarafından uygulanması istenen önlem uygulama ile ne kadar ters düştüğünü aşağıda bazı gerçeklerle açıklayabilirim:

  1. Getirilmek istenen uygulama için bir yasal düzenlemenin yapılması her ne kadar da vergilerin yasa ile düzenlendiği ilkesine uygun ise de, bunun yürürlüğe giriş tarihi ile kesinti yapılacak tarihin ayni olması, yani dönemsellik prensibinin ve/veya somut süresinin olmayışı bugüne kadar görülmüş bir uygulama değildir. Örneğin, senelerce oluşan mevduatların faiz getirilerinin Gelir veya Kurumlar Vergisi ödemek suretiyle oluşan bu parasal varlık ile birkaç günlük sürede oluşan bir parasal varlıktan ayni verginin veya kesintinin yapılması Yasa ile düzenlemiş olunsa dahi adalet ilkeleri ile bağdaşması mümkün olamaz. Keza, bu uygulamanın bir defaya mı mahsus olduğu? veya bu uygulamanın tekrarlanabileceğine ilişkin kesin bir kuralın olmayışı da güvensizliği ve yasa dışılığı artırmaktadır.

  2. Yapılacak bu kesintileri "vergi" olarak tanımlamak hatalıdır. Çünkü, vergiyi doğuran olayın meydana gelmesinin olmayışı, verginin tarh-tahakkuk ettirilmesi, yükümlülerin itiraz ve hak arama unsurlarından yoksun bırakılmış olması adalet ilkelerine tamamen terstir. Ayrıca, bu uygulamadan elde edilecek kaynağın kamu giderlerinin karşılanması yerine başkalarının kusurundan, ihmalinden veya hatasından meydana gelen bir olumsuzluğun tazmin edilmesi yükümlülüğünün belli bir zümreye maledilmesi hatalı bir durumdur. Diğer bir husus ise yapılacak kesintiler bir defaya mahsus bir uygulama özelliğine sahip ise buna "vergi" yerine "haraç" veya başka bir şey denir ki haraç alma dönemine yıllar önce son verilmiştir.

  3. Sadece belli bir dönemdeki ve birçoğu yıllarca tasarruf edilerek biriktirilen mevduat miktarları üzerinden hükümetin, ismi ne olursa olsun, oransal esasta para alma yöntemine başvurması geriye dönük bir uygulamadır ve tüm demokratik ülkelerin, hatta Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nın 24. maddesi kuralına da aykırıdır.

  4. Mevduat sahiplerine, yani tabiri caiz ise yükümlülere hiçbir hazırlık dönemi öngörülmeden ve kapalı kapılar arkasında yapılan ve içeriği halktan gizlenmiş olan düzenlemeler, öngörülen kesintilerin mevduat sahiplerinin satın alma gücü üzerinde oluşturacağı mali kaynak eksikliği, başka kişi veya işletmelere olan taahhütlerin veya yükümlülerin yerine getirilmesini aksatacağı için ekonomik olumsuzlukların artmasına, hatta bazı kişi veya işletmeler için yıkıcı ortamlar oluşturmasına neden olacaktır.

  5. Kesinti uygulamasından bir gün önce bankadan para çekip taşınır veya taşınmaz mal alan veya yatırım yapan ve sözkonusu düzenlemenin bir defalık uygulanmasından bir gün sonra bankaya yatırım yapanlardan kesinti yapılmaması ile mevduatını bankadan çekmeyenin kesintiye tabi tutulması, vergi hukukunun genellik ve eşitlik ilkelerinin ihlaline neden olacağı için Anayasaların temel kurallarından olan "herkes mali gücüne göre kamu giderlerine katkıda bulunur" kuralına da karşı gelinmiş olacaktır. Keza, Güney Kıbrıs vatandaşı olan ve sürekli Kıbrıs'ta yaşayan ancak bu ülkeden elde ettiği parasal kaynağı mevduat veya başka bir hesap türünde yurtdışındaki Bankalarda bulunduranlar doğal olarak bu kesintilerden muaf olmalarına rağmen, Rum hükümetinin sunduğu her türlü kamusal hizmetlerden bu kişilerin yararlandırılması üzerinde durulması gereken başka bir adaletsizlik uygulamasının en açık göstergesidir. Kısacası, hükümetine ve onun denetimi altında faaliyet gösteren bankalara güvenen kişi ve işletmeler bu uygulama ile bir tür cezalandırılmak istenmiştir.

Sözkonusu uygulamaya teşebbüs edilmesi bile Rum kesiminin ve özellikle diğer ülke vatandaşları ile işletmeleri ve para piyasaları üzerinde oluşturacağı güvensizliğin neden olacağı etkilerin başında şu olumsuzlukların oluşması kaçınılmaz olacaktır.

  1. Banka aracılığı ile yapılan yurtiçi işlemler büyük ölçüde azalacak ve birçok ekonomik işlemler yıllar önce olduğu gibi nakit kullanılması suretiyle yapılmasına başlanacaktır;

  2. İşletmeler kredi kartı uygulamalarından büyük ölçüde kaçınacaklardır;

  3. Herkes parasını evindeki kasada ve/veya oluşturacağı güvenlik yöntemleriyle koruma yöntemine başlayacaktır;

  4. Bazı durumlarda nakit para tasarrufu yerine altın alma yöntemiyle tasarrufların değerlendirilmesine başvurulacaktır;

  5. Özellikle yasal yollardan elde edilmiş olup Güney Kıbrıs'a parasını getiren yabancılar veya Rum vatandaşlar bu kaynaklarını yukarıdaki yöntemlerden herhangi biri vasıtasıyla gizleme yerine bu kaynağını bir başka ülkedeki güvenilir bankalarda veya finans kuruluşlarında da bulundurmayı tercih edecektir.

Özetle, Rum Yönetiminin AB'nin özellikle Almanya'nın baskıları dolayısıyla öngörülmüş olan ve Anastasiadis tarafından kabul etmiş olduğu ancak Rum Meclisinin reddettiği mevduatlardan kesinti yöntemiyle vergi, daha doğrusu haraç almanın dünya basınında da tanımlandığı gibi "tıraşlamanın" vergi olarak takdim edilmesi, daha doğrusu haraç almak için teşebbüs etmesinin AB hakkında yaratmış olduğu güvensizlik ortamı Rum kesiminde, hatta AB ile diğer ülkelerin finansal işlemleri, dolayısıyla da ekonomileri üzerindeki olumsuz etkileri uzun süre devam edecektir. Keza, herkesin özendiği ve adalet ilkelerinin en geniş şekilde uygulandığını zannettiğimiz AB prensipleri ve Direktiflerinde yeralan ilkelerin bir anda gözardı edilerek en gaddar ve adaletsiz uygulamalara başvurulmuş olması dünyada en önemli unsurun menfaat olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Rum yönetimi tarafından 100,000 Euro ile garanti edilmiş olan mevduatlardan para kesintisi yapılmasının talep edilmesi bu garanti taahhüdü ile çelişki oluşturmaz mı? Diplomatik istisna kapsamında olanların da sözkonusu kesinti kapsamında tutulması uluslararası antlaşmalara ters düşmektedir.

Kanımca, AB adına Eurogroup'nun uygulanmasında ısrar etmiş olduğu bu kesinti düzenlemesinin yerine, en azından adalet ilkelerine sadık kalma bakımından, bu kesintiler karşılığında mevduat sahiplerine ilgili bankaların hisse senetlerini vermek suretiyle bunları banka hissedarları kaydetmeleri ve bu sıfat ile ileride ilgili bankanın karlarına hak sahibi yapabilir veya kesinti miktarına göre bu kişilere veya işletmelere devlet tahvili verilmek suretiyle halkın tepkisi kısmen yumuşatılabilirdi ki mevduat sahipleri kaybettikleri para karşılığı hisse veya tahvil sahibi yapılabilirlerdi.

Rum komşularımızın bugünkü durumuna gelince. 21 Aralık 1963'de Kıbrıs Türküne karşı başlatmış oldukları saldırılar nedeniyle onbir yıl boyunca Kıbrıs Cumhuriyetindeki görevlerini terk etmek zorunda bırakılan Türk kamu görevlilerinin maaşlarına elkonulması, göçmen olan Türklerin geride bırakmak zorunda bırakıldıkları taşınır ve taşınmaz mallarının kullanılmasından elde ettikleri parasal kaynaklar ile gasp etmiş oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti kaynaklarından Kıbrıslı Türklere yıllarca hiçbir mali katkıda bulunmamanın sağlamış olduğu gelir ve tasarruf avantajları ile yabancı ülkelerden aldıkları büyük miktardaki hibeler dolayısıyla zenginleşmenin sefasını yıllarca sürdürmelerine büyük katkı sağlamıştır. Üstelik bu zenginleşme başta Türkleri ve diğer milletleri de küçük görecek kadar şımartmıştır. Bu şımarıklığın, hesapsızlığın ve her zaman Bizans oyunlarıyla veya başka ülkelerden medet ummanın hayalleri nedeniyle içine düştükleri duruma hiç de üzülmemeleri gerekir, çünkü kendileri yaptı ve kendileri buldu. Kim mi bunu yapanlar? Rum siyasileri ve piskoposları ile fanatik unsurlar. Bu durumdan bizim siyasilerin avantaj çıkarma veya KKTC'de bozuk düzene gerekçe yaratmaya hakları yoktur. Rumları eleştirecekleri yerde KKTC'nin geleceğini düşünmek ve sorunlarına acil gerçekçi ve kalıcı sonuçlar üretmek başlıca görevleri olmalıdır. Bu görevlerine yurtdışı ahbap-çavuş ilişkilerine dayalı fuzuli yurtdışı ve yurtiçi seyahatlere ve israfa dayalı harcamalara son vermeleri ve kendilerini mecliste bekleyen görevlerine konsantre etmekle başlamalıdırlar.

Bunları niye yazdım biliyormusunuz? Belki KKTC'ni yönetenler ve kılavuzları Rum komşularımızın başına gelenlerden veya gelecek olanlardan avantaj elde etmekten çok, ders çıkarabilirler ümididir. Siyasilerimizin her vesileyle sürekli rakamlar telaffuz ederek halkımıza pembe tablolar çizmekten ve hayali senaryolar yazmaktan vazgeçmeleri, ülkenin sosyo-ekonomik gelişmişliğini gerçekleştirmek için ciddi, güvenilir, gerçekçi plan ve projelere dayalı icraatlar yapmalarına odaklanmalıdırlar. Dere her zaman kütük getirmez gerçeğini akıllarından çıkarmamalıdırlar.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.