KDV'nin ekonomik etkilerini anlamak istemeyen siyasiler (1)

Yayın Tarihi: 12/10/15 08:00
okuma süresi: 11 dak.
A- A A+

1 Temmuz 1996 yılından beri KKTC vergi hukukuna dahil edilen Katma Değer Vergisi (KDV) Yasası sadece bütçeye gelir sağlamak amacıyla yürürlüğe geçirilmemiş, özellikle AB ülkelerinde ve tüm demokratik ülkelerde olduğu gibi ülkemizin sosyo-ekonomisinin düzenlenmesinde önemli bir enstrüman oluşturması için yürürlüğe konmuştur.

KDV dolaylı bir vergi türü özelliğine sahip olup çağdaş ve pratik uygulanan bir harcama vergisidir. Yeterki uluslararası uygulamalar ile esas ve kıstaslar çerçevesinde uygulansın üretimden veya ithalattan tüketime kadar olan her aşamada, yalnızca o aşamanın katma değer üzerinden alınan bu vergi kapsamı bakımından en uygun olan tür ve gelişmiş olanıdır.

KDV yirminci yüzyılda ortaya çıkmış bir vergi türü olup, birinci dünya savaşı sonucunda ABD'ki Yale Üniversitesi ve Alman hükümeti danışmanları tarafından geliştirilen bu vergi sistemi üzerinde çalışmalara yıllarca devam edilmiştir.

İlk defa 1954-1955 yıllarında Fransa'da yapılan vergi reformlarıyla birlikte kullanılmaya başlanan bu vergi türü en iyi bir sisteme dönüştürülmüştür. Önceleri şüphe ile bakılan ve uygulaması konusunda ciddi tereddütler yaşanan KDV, günümüzde ve özellikle AB ülkeleri ile kalkınmakta olan birçok ülkede uygulanmaya başlanmak suretiyle dolaylı vergilerde üye ülkelerin ortak vergi sistemini oluşturmuştur. Bilindiği gibi ekonomik verimlilik sanayi devrimi ile birlikte artış göstererek kapalı ekonominin duvarları yıkılmıştır. Bu yıkılış sonucu mal ve hizmet üretimi hacminde meydana gelen artışlar ile ekonomik gelişmelerdeki artış, harcamalar üzerinden vergi alınmasını cazip hale getirmiştir. Bunun yanında ekonomiyi yönetenler için de çeşitli ayarlar ve yönlendirme enstrümanları sağlamıştır.

Günümüzde KDV ulusal bir kimlikten çok, uluslararası bir kimliğe sahip olmuş ve özellikle AB'nin ortak vergisine dönüşmüştür. Avrupa Birliğine entegrasyon işlemlerinde bu verginin önemli işlevleri vardır. Bunun başlıca nedeni, KDV hukukunun sahip olduğu özellikler ile mekanizmaların ülke ekonomilerinin yönlendirilmesine ve gelişmesine büyük katkılar sağlaması özelliğine sahip olması ve siyasi iradenin AB Direktiflerine bağlılığının sağlanmış olmasıdır. Diğer anlatımla AB Direktifleri hükümetlerin popülist uygulamaları veya kasıtlı niyetleriyle bazı işletmelerin aşırı vergi işlemleriyle zarara sokulmalarına veya mahvedilmelerine sınırlamalar ve düzenlemeler getirilmiştir.

KDV, işletmeler açısından satılan mal veya hizmetin alış (maloluş) bedeli ile satış fiyatı arasındaki farktır. Bu fark KDV'nin matrahını oluşturmaktadır. Günümüzde KDV, esasta tüketimi vergilemeyi amaçlamaktadır. Diğer bir anlatımla, KDV'de verginin nihai yükümlüsü malı veya hizmeti alan son tüketici olmaktadır

KDV'nin üç türü mevcut olup gerek AB ülkelerinde gerekse Türkiye'de en uygun uygulanan "Tüketim Tipi KDV" sistemi ve uygulamasıdır. Bu sisteme göre emtia (mal) ve hizmet ile yatırım malları alımına ilişkin yapılan harcamaların KDV'si bir defada ve tümüyle indirilmektedir. Bu durumda, sadece tüketim harcamalar esas alınmış olmaktadır.

Diğer bir anlatımla, bir vergilendirme döneminde (bu dönem KKTC'de bir aylık, birçok ülkede üçer aylık dönemler olmaktadır.) işletme ile ilgili yapılan her türlü harcama sırasında ödenen (yüklenilen) KDV, ayni dönemde satışlar dolayısıyla alınan (hesaplanan) KDV düşürülerek artı fark ödenmesi gereken KDV yükümlülüğünü, düşülecek (indirilecek) KDV'nin fazla olması halinde ise bu fark yükümlülüğünün gelecek dönemlere "Devreden İndirilecek KDV'sini" veya Vergi Dairesinden iadesini teşkil etmektedir".

Her ne kadar da bahse konu KDV sistemimiz "Tüketim Tipi KDV" ise de yürürlükteki indirimli KDV oranları (% 0 dâhil) uygulanması nedeniyle sürekli olarak "Devreden İndirilecek KDV'nin" her dönem artış göstermesine, dolayısıyla da işletmelerin finansal durumlarını olumsuz yönde etkilemesine rağmen başka ülkelerde uygulanan iade mekanizması bilinçli olarak KKTC'nin KDV Yasasında gerektiği gibi düzenlenmemiş, iadenin kapsamı hiç denecek kadar kısıtlı tutulmuştur. Bir de bütçede para yok gerekçesiyle çeşitli olumsuzluklar ve zorluklara rağmen ihracat yapan işletmelere dahi hak ettikleri KDV iadeleri aylar sonra ve ricalarla yapılmaktadır. Bu tür bir duruma KKTC haricinde hiçbir ülkede rastlamak mümkün değildir.

Özellikle yatırım mallarından alınan KDV ve fonlar ile örneğin yatırım amaçlı inşaat ve elektrik projeleri için ödenen yüksek ücretler ve harçlar ile karşılaşılan diğer yüksek bedeller ve ağır bürokratik işlemler nedeniyle meydana gelen olumsuzluklar sonucunda KKTC'de üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarına yansıdığından bunların maloluş bedelleri büyük ölçüde artmakta, dolayısıyla iktisadi rekabet avantajı da doğal olarak Güney Kıbrıs'a veya Türkiye'ye kaymaktadır. Ayrıca, yatırım mallarının yüksek bedelleri ve vergileri nedeniyle işletmelerin amaçladığı istikrarlı üretim getirisi veya beklentisi düşüş kaydettiği için de ekonomik gelişme ve istihdama katkı da azalmaktadır.

Sözkonusu hatalı uygulamalara ek olarak yürürlükteki KDV mevzuatının yatırımlar üzerindeki olumsuz etkilerini ise şu şekilde özetlemek mümkündür.

  1. KDV yükünün işletmeler üzerinde kalmasının önlenmesi ve ileriye doğru yansıtılmasının nedeni KKTC'de yürürlükte bulunan KDV Yasası'nın "Tüketim Tipi KDV" olarak düzenlenmiş olmasıdır. Sözkonusu KDV tipine istinaden bir işletmenin satın aldığı her tür malların KDV'leri, cari yıldaki KDV borcundan mahsup etme ve mahsup edilmeyecek olan KDV'nin iade edilmesini gerektirmektedir.

Bu kapsamdaki uygulama KDV tipleri içinde yatırımları en çok teşvik edici olanıdır. Ancak, Maliye Bakanlığı'nın sırf daha çok KDV geliri elde etme ve iade veya mahsubundan ısrarla kaçınma açgözlülüğü ile amaçlanan KDV uygulamalarının sonuçları maalesef olumsuz olmakta olup bu olumsuzluklar yıllardır devam etmektedir.

Şöyle ki, 31 Temmuz 1992 tarihinde 47/1992 sayılı Yasa olarak onaylanan ve Bakanlar Kurulu'nun yayımladığı Tebliğ ile 1 Temmuz 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe giren KDV Yasası ile bu Yasa altında düzenlenen mevzuatta o zamanın koşulları çerçevesinde amortismana tabi ekonomik kıymetlerin, makine, tesisat, inşaat şeklinde yapılan yatırımlar için işletmelerin ödediği KDV'nin yatırımı yapan ve bu vergiyi Devlete ödeyen işletmeler tarafından ilgili cari yılda indirilmesi kısıtlanmış ve üç yıllık eşit taksitler şeklinde ödenmesi kuralı getirilmiştir. Böyle bir kural dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur. Özellikle de TL'nin döviz karşısında değer kaybetmeye devam etmesi dikkate alındığında bu durumun işletmeler üzerinde yarattığı olumsuzluklar önemi çok büyük olmaktadır.

Bu kuralın uygulaması bahse konu KDV tipine aykırı olduğu kadar yatırımcıların finansal kaynaklarını da büyük ölçüde olumsuz etkilediği için yatırımların, yani ekonomik gelişmenin önünde büyük engeller oluşturduğu için işletme bu olumsuzlukları asgariye indirebilmek için kayıt dışılığa başvurmak zorunda bırakılmaktadır.

  1. Geçmiş iktidarın KDV mevzuatında yapmış olduğu çeşitli düzenlemelerle uluslararası fonlar veya yabancı ülkeler tarafından sağlanan mali kaynaklarla gerçekleştirilen yatırımlara veya satın alınan yatırım malların ve hizmetlerin KDV'den istisna tutulması veya sıfır oranı uygulamasıdır.

Bu uygulama kapsamında başta AB ve yabancı ülke fonlarından yapılan yatırımlarla ilgili tüm mal ve hizmetler KDV'den istisna tutulurken, Teşvik Yasası'nda yatırımcıların kendi kaynaklarını kullanarak yaptıkları yatırımlara sadece mal alımlarında bazı koşullarla muafiyet tanınmaktadır. Diğer bir anlatımla, yapılan düzenlemelerle sadece teşvikli ve teşviksiz yatırımlar arasında değil, aynı zamanda teşvikli yatırımlar arasında da eşitsizlikler oluşturulmuştur.

Öteyandan, pek tabiidir ki birçok yatırımcı veya işletmeci bürokratik engeller, çeşitli mali vs. olanaksızlıklar nedeni ile büyük formaliteler gerektiren Teşvik Belgesi alması için başvuru yapamaz. Belirtilen statülerden hiçbirine girmeyen ve yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı teşvik alma için başvuru yapma olanağı bulamayan, mevcut yatırımını veya üretim kapasitesini geliştirmek isteyen işletmeci veya kendi yağı ile kendi ciğerini kavurmaya çalışan esnaf, zanaatkâr ve üreticilerin yaptıkları yeni veya yenilemeye yönelik yatırımlar için ödedikleri KDV'nin cari yılda bir defada indirim konusu yapılmasına dahi Temmuz 1996 da kalmış olan bugünkü mevzuat olanak vermemektedir. Bu durum özellikle iktisadi rekabet eşitsizliği yaratmakta ve bu zümrenin finansal anlamda kendi kendini koruyabilmesi için değişik arayışlara girmesine neden oluşturmaktadır. Özellikle de bugünlerdeki Kıbrıs müzekkerelerin olumlu sonuçlanması halinde Türk işletmelerinin Rum işletmeleri ile nasıl rekabet edeceğini çok merak ediyorum.

KDV yükümlülerinin durumuna gelince popülist veya siyasi rant sağlamayı meslek haline getirmiş siyasiler ve özellikle hükümetler, gerekli gereksiz bazı mal ve hizmetlerin KDV oranını sıfıra indirmekle aslında KDV yükümlülerine dolaylı olarak maddi bakımdan uzun vadede zarar vermekte olduklarının ne kendileri ne de yükümlüler farkındadırlar. KDV Yasasında sıfır ile indirimli KDV oranları işlemleri için iade mekanizması veya bu vergi yükünün başka vergi türlerine mahsup etmek suretiyle gidermek amacıyla gerekli düzenleme yapılmadığı sürece sıfır oranlı birçok mal ve hizmet teslimi yapan işletmelerin finansal yükü, yani mağduriyeti her geçen ay artmaya devam edecektir.

(HAFTAYA DEVAM EDECEK)

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.