Gök-ada

Yayın Tarihi: 12/05/15 08:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Kesin Bilgi: 'Eğer yeterli ölçüde güçlü bir teleskobu ve yeterli büyüklükte bir aynayı 22 ışık yılı uzaklığa yerleştirebilmiş olsaydık, önümüzdeki sene Apollo'nun aya inişini eş zamanlı izliyor olurduk'

Akıllı telefonu icat edip, dijital veri depolama kapasitesini artıran ve her gün bizi daha çok oyalayan teknolojisiyle övünen insanlık, dosdoğru sessiz çalışan bir süpürge makinasını dahi henüz icat etmiştir…

Egzotik unsurlarıyla devasa spiral bir form olan Samanyolu Galaksisi içinde yaşayan neslimiz, uydusu olan Ay dışında fezada adam-akıllı bir yere de ayak basabilmiş değildir. (Mars'daki Olympus dağı, Everest'in 3 katı yüksekliğinde)

1 milyon yıldır gökleri izleyen insan, kesin var olduğunu fiziksel ve matematiksel olarak ortaya koyduğu halde 'bilimsel' dediği ilmî taassup içinde ispatlanamayan ve evrenin kendi içine çökmesine engel olan örümcek ağı misali 'karanlık madde'nin varlığı ile hala büyülenmekte...

Evrenin muhakkak var olduğu, ötesinin mühürlendiği sınır boyundan bir yağmur fırtınası gibi her yerden süzülerek maddeyi delen esas simya "Karanlık Madde" nedeniyle zerreden seyyerâye (yıldızlara) her şeyle bir bağımız, alakadarlığımız var…

Ancak kastedilen hangi âlemin, hangi zemininde halifeyiz?

Samanyolu mu?

**

Uzayda su ve hayat ile başka yaşam formları üzerine her geçen gün yeni teoriler birbirini ya çürütüyor ya da besliyor. (33 ışık yılı uzakta yüzeyi tamamen yanan buzla kaplı bir gezegen var)

Pis ve nemli bir suyun içinde doğmaklığımızla mahkûm olduğumuz galaksi, henüz tam anlamıyla tamamlandığı açıklanamayan evren haritası içinde küçük boy bir yıldız kadar yer kaplıyor…

Samanyolu galaksisinin gök-bilimdeki adı, her şeyi anlatır nitelikte.

Koca Samanyolu, astro-fizikçilere göre gaz ve tozdan bir "gök-ada" sadece…

Yani bir ana-kara bile değil uzay denizinde Samanyolu…

Boyutu nedeniyle bir ada…

**

Son evren modellerine baktığımızda bizim görebildiğimizin ötesinde evreninin -bir teşbih olarak- sonsuzluğa uzandığını görüyoruz… Çünkü sadece içinde yaşadığımız âlemin yüzde 4'ünü direkt olarak algılayabiliyoruz.

Evren –dile kolay- milyarlarca galaksiden oluşuyor ve her saniye güneşin kardeşlerinden olan bir yıldız sönerek ölüyor. Zaten bakarken geçmişlerini seyrettiğimiz standart bir yıldızın 530 katı hızla uzaklaşan ve 100 milyonda 1 oranında nâdir görülen Hiper-hızlı yıldızlar sayılmazsa 10 ile 15 milyar trilyon yıldızın evrende var olduğu anlamına geliyor…

Her gün de 275 milyon yeni yıldız doğuyor. (Dinozorlar zamanında bir gün 22 saatti)

Tüm bunların ortasında ışık hızı, saniyede 300 Bin metre yol kat ediyor.

Bir gün eğer, bu denli hızlı bir şekilde hareket edebilsek bile, Dünya'mızın içinde bulunduğu gök-ada Samanyolu sınırından çıkmak bile 100 Bin yıl sürecek…

İçinde bulunduğumuz nahiyenin durumu bu.

Çekim alanına giren ışığı dahi içine alıp belli ki başka bir yere postalayan kara deliklerin sihri sayılmazsa insanlığın Güneş Sistemi dışındaki gezenleri 1999 yılının ancak sonunda keşfedişiyle gururlanması gerçekten de tuhaftır.

Endüstriyel bir tasarım şahanesi içinde ve karşısında insan, gece karanlığında havaya kaldırdığı kör gözüyle baktığı parlak ışıkların noktalarını -bir çocuk gibi sevinçle- birleştirip adına Takım Yıldızı diyerek geçiştirdiği için değil sadece, fâni aşklarını yıldızlara alet edip şiir yazdığı için de bir şarlatandır!

20 metrekarelik bir kâğıt üzerinde yeri bir nokta dahi olmayan Dünyanın 'insan-sız' geçen milyar yılları hakkında fikir sahibi olmayan biz insanlar kendimizi kandırmakta ustayız.

Gerçek sanatı, içinde debelendiği halde yok sayabilen, bir de utanmadan sözde sanatı icat ettiğini iddia eden neslimiz, teorik ve pratik olarak bir utanç kaynağı olmalı…

Bu, Newton'un 'düşen elmasını' hala 'çekim yasası' diye anlatarak böbürlenmemizden belli!

**

Enerji ve madde kaynağının tam olarak 'belirsizliği' Evrenin ta kendisi…

Tüm bunların şimdilik varsayılan başlangıcı Big Bang öncesini düşünmek; zamanın da öncesini düşünmek anlamına geldiği için (belki tasavvuru zorlayan yüzlerce big bangler –şişirilen bir balon gibi genişlemeler- tarihi vardır), bir 'yaratık' olarak ne denli aciz olduğumuzu anlatıyor.

Televizyonlarımızda bulunan–hani çocukken camına dokunduğumuzda çıt sesine neden olan- statik elektriğin yüzde 1'inin, 13,7 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama'dan kalan Kozmik Mikrodalga Arka Planı radyasyonundan kaynaklı olduğu ispatlandı.

Patlamanın dağılan taşları içinde savrulmaya evren boyu devam ediyoruz.

Düşündüğü için gerçekten de var olduğunu varsayan insan, etrafına değil kendi acizliğine hayret etmeli...

Koca mimari içinde hiçbir şeyi bilememek…

Değil bilmek-anlamak, sadece tam boy evrenin şeklini dıştan şöyle bir bütünen, yekpare dahi görememek!

Halimiz mütehayyir…

**

Yapabileceğimizin en iyisi şu gök-ada galakside "ölmek" gibi görünmektedir. Şükür ki ona da zaten mahkûmuz.

Samanyolunda, sistemin bir parçası olarak ne müthiş ölmek…

Bir zeytin, bir nar, bir incir tohumu gibi gömülmek...

Kahır değil;

tek ümidimiz, tek sevincimiz ölmek..!

Evrendeki halimiz için izleyin...

https://www.youtube.com/watch?v=ND37TF8SWXU

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.