Bize 'çarpılma' lazım...

Yayın Tarihi: 09/07/15 08:07
okuma süresi: 4 dak.
A- A A+

Sevgili dostum Ali Bizden anlattı.

Zamanın birinde bir kadıncağız ile bir adamcağız varmış.

Bu bahtsız çiftin malı mülkü, parası tarlası varmış ama en büyük zenginlikten yoksunmuşlar.

Bir çocuğun varlığından…

Yıllarca uğraşmışlar, didinmişler bir çocuk sahibi olmak için dünyayı gezmişler ama nafile.

Bir türlü çocukları olmuyormuş.

Tam ümitlerin tükendiği bir anda, yıllar sonra bir gün, nerdeyse yaşları kemale ermişken, bir mucize gerçekleşmiş ve kadının hamile olduğunu öğrenmişler.

Bizimkiler bir sevinç, bir coşku, doğacak çocuğu beklemeye başlamışlar...

9 ay 10 gün sonra bu bekleyiş sona ermiş ve kadın hani bizim halk dilinde söylemek gerekirse tekne kazıntısı bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiş.

Getirmiş getirmesine de artık yaşın da etkisiyle herhâlde, bu oğlan çocuğu istenildiği gibi olmamış.

Nur topu değilmiş yani…

Bir ayağı kısa, bir kulağı küçük, burnu büyük, hilkat garibesi gibi bir şey doğmuş.

Adam ile kadın bu duruma çok üzülmüşler.

Ve başlamışlar çocuğun bu durumuna çare aramaya…

Memleketten tutun da deniz aşırı yerlere, dünyanın bir ucuna filan gitmişler, bir sürü doktora bir sürü para yedirmişler.

Kremler, haplar, operasyonlar yapılmış ama çocuğun durumu bir türlü düzelmiyormuş.

Tarlaları evleri satmışlar, paralar harcamışlar ama nafile.

Çaresiz gerisin geriye eve dönüp kaderlerine razı olmuşlar.

Sonlu sonunda çocuğumuzdur deyip durumu öyle kabul etmişler.

Tam da bu durumla yaşamaya alışmaya başladıkları bir gün, bir akrabaları bizim çifte İstanbul'da yaşayan bir hocanın varlığından bahsetmiş.

Hikâye bu ya, akraba bunlara demiş ki "bu hoca bildiğiniz gibi bir hoca değil. Bir okur üfürür, sizin mahdum normale döner."

Haliyle kadınla adam bu işe tepki göstermişler, "ne işimiz var hacıyla hocayla" diye serzenişte bulunmuşlar.

Bulunmuşlar da artık son umut olaraktan gidip bu hocayı görmeye karar vermişler yine de…

Umut en son ölür çünkü…

Hasıl-ı kelam, uçağa atlayıp, İstanbul'a gidip hocayı bulmuşlar ve huzuruna çıkmışlar.

Adam "hocam" demiş, "elini eteğini öpeyim, bizim bu çocuğa bir oku üfür de belki düzelir…"

Hoca bakmış… Bakmış… Bakmış…

Sonra demiş ki "siz bu çocuğu alın, Selimiye Camiye gidin. "Yarın" demiş hoca "Cuma, mübarek gün, tam da uygun."

"Eee" diye üstelemiş adam…

"Sonra" demiş hoca "tam müezzin öğle namazı okunmaya başladığı anda, çocuğu caminin duvarına işetirseniz bu iş olur, düzelir."

"Aman hocam" diye feverana başlamış adam, "öyle bir şey yaparsak çocuk çarpılır."

Bilgiç hoca bıyık altından gülerek cevap vermiş; "iyi ya işte. Biz de tam olarak bunu istiyoruz zaten. Çarpılsın da bu çarpık hali düzelsin."

Sonra da ekledi Ali Hoca: "Bu hikayedeki çocuğu çıkar, yerine KKTC'yi koy, anca o zaman düzeliriz."

Aynen katılıyorum.

Zira bizim KKTC'nin istediği şey tam da bu işte.

Doktor, tedavi, paket, reform, program, tüzük değişikliği, vizyon, istek ve temenni değil gereken.

Gereken tam bir şok, bir çarpılma.

Ya da bilgisayar dilinden konuşacak olursa bir 'reset'.

Yoksa bu sistem, bu düzen ve bu talimatlar silsilesi ile 'ayni şeyleri deneyenler, ayni sonuca' varır demekten başka şansımız yok.

İşte bundan mütevellit, bu satırların yazarı olan bendeniz bu çarpılma işini içinde yaşamaya alıştırıldığımız Kıbrıs Sorunu denen garabetin sona ermesinde görüyorum.

Ya çarpılırız ya da çarpık yaşamaya devam ederiz diye düşünüyorum.

Bakalım artık, hakkımıza hayır…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.