Hiç uyumayan şehre veda…

Yayın Tarihi: 29/09/16 08:00
okuma süresi: 4 dak.
A- A A+
Size bu yazıyı 8 günlük New York maceramızın son dakikalarında hava alanı yolunda yazıyorum.

İçimde garip bir hüzün, sanki de yıllardır buradayım gibi bir his…

Öncelikle New York'un son derece büyüleyici bir yer olduğunu söylemek isterim.

Elbette bu ziyarette işten vakit bulduğumuz anlarda şehri bol bol gezip tadını çıkardık.

Öyle ki günde ortalama 10 kilometre yürüdüğüme, yine ortalama 15 bin adım attığıma inanamıyorum.

Akıllı telefonun verilerinden gördüğüm kadarıyla Kıbrıs ortalamam günde 2000 adım…

Ha biraz zayıfladım mı?

E vallahi kemer bir bundo daha geriden kapanır oldu, belki de en iyisi bu tempoya devam etmektir…

Diyeceğim de…

Kıbrıs işte…

Tembel ve musibet bir ada…

Gerçi her gün düzenli şekilde spor yapan eşim Yonca "Madem alıştın, buraya gelince devam ediyoruz" diyor ama bilemiyorum…

Bundan öte şehirde birçok yeri görme imkanı bulduğumuzu, Empire State gibi yıllarca dünyanın en yüksek binası olma özelliğini korumuş bir anıta çıkma ayrıcalığını yaşadığımızı belirtmek isterim…

Muhteşem bir müze olan Metropolitan'a da yaptığımız ziyareti unutmak mümkün olmayacak…

Hele de orada dünya gözü ile bir Picasso, Van Gogh ve Monet görme şerefine eriştim madem artık gözüm açık gitmem herhalde…

Öte yandan müzenin içinde gayet büyük bir Kıbrıs bölümü olduğunu burukluk içinde gözlemledim.

Gerek İngiliz zamanında gerekse de 1974'ten sonra yağmalanan bu tarih aslında tüm adanın ortak tarihidir ama işte bölünmüşlüğün getirdiği bir başka olumsuzluk da bu ortak tarihe sahip çıkamama durumudur.

Ondan başka böylesine devasa ve çepeçevre ağır sanayi ile çevrilmiş şehirde Central Park diye bambaşka bir dünya var.

Dünyanın en değerli toprağı sayılan Manhattan adasının hatrı sayılır bir büyüklükte yerini tutan parkın değeri yüz milyonlarca dolar…

Bizde olsa üzerine çatır çatır bina dikilecek olan bu güzel parkta yürüyüşler yaptım, banklarında oturup düşüncelere daldım…

Kıbrıs sorununu düşünmedim ama…

Maşallah, zaten onu Kıbrıs'taki arkadaşlar enine boyuna düşünmüşler, paketleyip bitirmişler…

Dolayısıyla, hayır bu yazının konusu Kıbrıs sorunu olmayacak…

Wall Street'e gidip Kıbrıs sorunu için para dilendim ama söylemek isterim…

Ayrıca meşhur Boğa Heykeli'ne de uğradım…

Ayıptır söylemesi oradaki boğanın altın testisine dokunanların tuttuğu altın olurmuş diye bir efsane var…

Efsane bu ya, ben de gidip dokundum, belki makus talihim değişir diye…

Şehrin en meşhur caddesi olan 5.Cadde'yi uzun uzun gezdim ayrıca…

Lakin oradaki dükkanlara girip de bir şey almadım…

Basitçe alamıyorsunuz çünkü…

Dünyanın en pahalı markalarının en pahalı fiyatlardan satıldığı mağazalar bunlar…

Onun yerine aynı mağazaların şehir dışında olan 'outlet' denilen yerlerine gittim, oralardan bir şeyler alabildim…

Tüm ziyareti düşününce ise tek üzüntüm güzel bir blues, rock ya da jazz dinleyememek oldu diye hayıflanıyorum…

Mekanların genelinde karaoke denilen turist eğlencesi olduğundan bir sürü berbat ses dinledim ama…

Olsun…

Yine de güzeldi…

Şehirdeki son günün sabahında ise yol soranlara yol tarif eder hale geldiğimi gururla fark ettim…

Bu New York da böyle bir şey işte…

24 saat hiç uyumayan bu şehir sizi hemen içine alıp kendine katıyor, kendinden biri yapıyor…

Öyle ki sabah valizlerle otelin lobisinden çıkarken kendimi efsanevi Frank Sinatra'nın o efsanevi şarkısını mırıldanırken buldum…

"Start spreading the news, i am leaving today, but i want to be a part of it, New York New York…"

(Haberi yayın, bugün buradan gidiyorum, ama bir parçası olmak isterdim, New York New York…)

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları