BM'nin mandası, Özersayların hayali...

Yayın Tarihi: 09/01/19 07:30
okuma süresi: 7 dak.
A- A A+

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, 2 Temmuz 2018 günü BM Güvenlik Konseyi'ne bir mektup yazarak, o günden 3 gün önce 6 aylığına uzatılan BM Barış Gücü'nün adadaki görev ve rolünün tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi.

Güney Kıbrıs basınında büyük fırtınalar yaratan, ancak Kuzey basınında çok az ses getiren söz konusu mektubunda Akıncı, gelinen noktada, kapıların da açılması ile birlikte, adada çok ciddi değişiklikler olduğunun altını çizdi, bir yeniden yapılanmadan söz etti.

Aynı Akıncı, hakkını yemeyelim, Barış Gücü'nün adada istikrarın sağlanmasında önemli rol oynadığını da belirtti ama Pandoranın kutusu artık açılmıştı.

Aslına bakarsanız, BM Güvenlik Konseyi, Haziran 2018 sonunda Barış Gücü'nün adadaki mandasını 6 aylığına uzatırken, özellikle İngiltere'nin tutumu son derece manidar olmuştu.

Öyle ki, karar almak için toplanan konseyde daimi üye İngiltere, o güne kadar görülmemiş bir şekilde 'tacid order' yani 'söylenmeden anlaşılma' anlamına gelen bir karar alarak toplantıyı erteletmiş ve karar 3 gün sonra ancak çıkabilmişti.

İngiltere'nin böyle bir karar almasının elbette bizim bilemediğimiz, İngilizlerin ulvi çıkarlarını etkileyen bir durum ya da pazarlık olduğu aşikârdır ki bu kuvvetle muhtemel üsler ile ilgili olabilir.

Bunu geçelim, esas mevzuya gelelim…

Akıncı'nın mektubu yazmasının ardından, 15 Temmuz 2018 günü, kuzeydeki anti-federalist cephenin yeni komutanı Dışişleri Bakanı Kudret Özersay da bir açıklama yaparak, Akıncı'nın bilerek ya da bilmeyerek açtığı o yoldan geçti ve "BM Barış Gücü adadaki işlevini yitirdi" deyiverdi.

Özersay açıklamasında "BM Barış Gücü 54 yılda adeta statükoyu temsil eder bir konuma geldi. 1964 yılında tanımlanmış olan görevi/mandası bugünün koşullarında anlamını önemli ölçüde yitirdi" kelimelerini bizzat kullandı.

Özersay, Rum tarafının BM Barış Gücünün görev süresinin ve varlığının hiç değişmeden aynen devam etmesini beklemesinin, statükoyu devam ettirmek istemelerinde kaynaklandığını da söyledi.

Ardından, ilerleyen aylarda bu konuyu çeşitli şekillerde dile getirdikten sonra, en sonunda BM'nin Mağusa'da bulunan kampına da kafayı takarak, "o da gereksiz, kaldırılsın" diye konuşmaya devam etti. Bunu şimdi yaptığı ziyaretinde de gündeme getirdi.

Özersay'a göre 63-74 arası yaşanan olaylardaki şiddeti hiçbir şekilde önleyememiş olan BM Barış Gücü'nün gelinen noktada 'postacılık' görevinden başka bir anlamı yoktur. Akıncı'ya göre ise 'istikrarın sağlanmasında ciddi katkı' sağlanmış olan bir BM Barış Gücü'nden söz edebiliriz.

İyi de hangisi?

Akıncı'nın dediği gibi 'yeniden organize edilmesi' gereken bir Barış Gücü mü yoksa Özersay'ın dediği gibi 'tasını tarağını toplayıp gitmesi' istenilen bir Barış Gücü mü?

İki siyasi arasındaki çözüm vizyonunu açıkça ortaya koyan bu hususlardan öte, esas soru 'Barış Gücü'nün, 1964'ten beri süregelen, dünyanın en uzun görevi, çözüme ulaşılamadan bir gün gelir de biterse ne olur?' şeklinde olanıdır.

İşin en azından sembolik noktasına bakacak olursak, Sayın Dışişleri Bakanı, adadaki Yeşil Hattın ortadan kaldırılması ile birlikte, adadaki sorunun 'sona erdiği' bu işin 'bölünme ile bittiği', bundan ötesi, 1974'ten beri devam eden 'ateş-kes' durumunun sona erdiğini söylemek için yazılan bir senaryoyu oynamaktadır. Statükonun normalleşmesi yani.

Çünkü bu hayal gerçekleşirse, bu yeni gelişme, kuşkusuz ki hem iki devletli çözüm müzakerelerinin önünü açar hem de federal çözümü mezara koyma anlamına gelir.

Özersay ve ekibinin şu an New York'ta TC Dışişleri Bakanlığının da lojistik desteği ile yaptığı gizli ya da aleni girişimler bu senaryoya uygun hareketlerdir. Zaten kendisi de New York'a varır varmaz 'BM adadaki statükonun simgesi haline gelmiştir' demiştir.

BM Barış Gücü'nün adadaki varlığının maddi külfetini Amerika ile birlikte karşılayan Rum-Yunan hükümetleri, bunu 'Atilla'nın işgaline karşı koruma' diye lanse etmektedir.

Güvenlik Konseyi, bu duruşa rağmen, uluslararası hukuka rağmen, bu kararı alırsa, söz konusu 'Atilla' legal duruma mı gelir mesela? Bu mu amaç?

Böyle bir karar alınması, yani fiili durumun bir nevi kabul görmesi, KKTC için bir dönüm noktası yaratabilir mi?

BM'nin 11 Mayıs 1984 günü aldığı ve KKTC'nin ayrılıkçı bir hareket olduğunu ifade eden, tanınmasını yasaklayan 550 sayılı kararın geçerliliği tartışmaya açmak hayali ile mi yaşanıyor?

BM'nin 'artık bu bölgede sıcak çatışma yok, herkes kendi yoluna gitti, benim de işim gücüm kalmadı' deyip tasını tarağını toplayıp gitmesi ile birlikte federal çözümden kurtulma hayali içinde mi yüzülüyor?

Sanırım en azından Akıncı'nın 'yeniden düzenlenme' isteği ile birlikte çözüm umutlarını diri tutmak istediğini ancak yeni atak adam Özersay'ın 'çeksin gitsin' tutumu ile 'federal çözümü' mezara gömmek istediği çıkarımına varabiliriz.

Ancak onun bu hayali, daha iki gün önce yemin eden yeni BM Barış Gücü komutanı ile birlikte 'hayal' olarak kalmaya namzettir. Gerçi kendisi New York'tan 'BM karar aşamasındadır' demiştir ama görünen o ki BM kararını vermiştir…

Elbette, Özersay'ın yukarıda bahsettiğim senaryolarda yalnız olmadığını düşündüğümden, programında tek satır Kıbrıs sorunu bulunmayan hükümetin ortakları Dışişleri Bakanının bu gezilerine ne der diye sormadan edemeyeceğim…

CTP mesela, bu konuda ne düşünmektedir?

Ayrıca Sayın Bakanımız, son aylarda sık sık gündeme gelen Denya köyü meselesindeki tutumundan, yani 'BM'ye sorun çıkaralım, o da çözemesin, ben de kınayım, herkesler de ne kadar işe yaramadıklarını görsün' şeklinde küçük oyunlarının farkında olmadığımızı da sanmasın.

Bu konuyla ilgilenmeye devam edeceğiz…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.