Bir fotoğrafla duran zaman

Yayın Tarihi: 28/03/19 07:30
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

-Eski (oysa hep geçerli) bir anma pratiği-

Yetmişlerin sonu; çocukluğumun doğrudan yaşanışına ait olan zamanlarına veda ettiğim bir dönemin sonu anlamı taşır hayatımda. Yaşarken tadını anlameadığım ve sonrasında hatırladıkça tadına doyamadığım çocukluğum... Ne çok özlediğimiz ve beklide en ulaşılamayan, geçmişimiz ve hatıralarımız. Bunlara ulaşma gayreti içerisinde, hafızamıza konuk objeler ve anılar... İnsan oluşumuz...

*

Modern olmayan, küçük, fakat, arkasında geniş bir bahçesi ve iç avlusu olan babaannemin ve büyükbabamın (nine ve dedemin) yaşadıkları evde zaman geçirmek, kendi yaşadığım, doğduğum eve pek de uzak olmamasına rağmen mutlu olduğum bir hevesti. Bu mutluluğun en büyük etkeni ise, elbette bir minik torun olarak bana; ninem ve dedemin gösterdikleri ilgi ve annem ile babama nazaran, aile içi eğitim endişesinden bağımsız olarak, daha fazla sundukları toleranslardı. O dönemin hatıralarımda bıraktığı etki ve hafızamda yer alan olguları oldukça fazladır.

Ben altı yaşında iken, ninem ve dedemin yaşadığı evdeki merkezi bir duvarda asılı duran fotoğraf benim için, bu hatıralar arasında en çok "tekrar düşündüğüm" en çok "yeniden gördüğüm" ve en çok "her görüşümde daha farklı duygular hissettiğim" bir hatıra olarak nitelendirilebilir. O sessiz, o toleranslı, o her ne istesem "evet" yanıtını aldığım evin duvarında babamla dedemin bulunduğu bir fotoğraftı asılı olan. Bu siyah beyaz fotoğrafta, babam elini dedemin omuzuna atmış, samimi ve sevgi dolu bir poz veriyorlardı. Her ikisinin arkalarında, kepenkleri kapalı bir dükkan ve dükkanın önünde o dönemin modeli bir otomobil bulunmaktaydı. Babam oldukça güçlü gülümseyişi ile poz verirken dedem ise mutluluğu babamın ki kadar ışıl ışıl gözlerine yansısa da, daha olgun bir gülümseme ile fotoğraf makinesinin objektifine bakmaktaydı. Mekan "Uzun Yol" olarak tabir edilen ve şimdilerde ara bölgede telef olan mekanlardan bir yer. Şimdilerde o bölge ne güney ne de kuzey Lefkoşa. Ama Lefkoşa.

Bu fotoğraf, babamın on altı ve merhum Ali dedemin otuz altı yaşında oldukları 1959 yılının bir nisan sabahını taşıyor bugünlere. Babam 16, dedem 36 yaşındaymışlar fotoğrafları çekilirken. Ben bu fotoğrafı gördüğümü ilk hatırladığım yaşım altıydı. Fotoğraf benim için o günlerde pek de anlamlı değildi. Sadece yakından tanıdığım iki insan vardı fotoğrafta ve benim algılayabildiğim tek detay da buydu. Yabancı değillerdi. Anlamının da sadece bu olduğu gibi. İlkokulu ninem ve dedemin evine yakın Arabahmet İlkokulu'nda okudum. Birinci sınıfın sonunda Lefkoşa'nın başka bir bölgesi olan Yenişehir'e taşınmamamıza ve evimizin hemen yanında şimdiki YÖDAK'ın bulunduğu yerde Yenişehir İlkokulu olmasına rağmen, ilk yılını okuduğum Arabahmet İlkokulu'ndan ve arkadaşlarımdan ayrılmak istemememden dolayı, her sabah evimize uzak sayılan bu okula babam tarafından çoğu zaman da motosikletle götürüldüm. Okuldan çıkış vakti olan öğle saatlerinde neredeyse her gün, hem bir şeyler yemek hem de babamın ya da zaman zaman annemin beni aramasını beklemek için gittiğim mekan, 1959 yılını duvarında taşıyan ninemin ve dedemin evinden başkası değildi.

İlk görüşümün ardından, ikinci olarak aynı fotoğrafı doğrudan hatırlayışım, ilkokulun dördüncü sınıfında, yine bir öğle arasında oldu. 1981 yılıydı. Ben 10 yaşındaydım ve babam 38'indeydi.

Fotoğrafın asılı durduğu duvarın arkası yan komşuya aitti ve yaşlı evin yaşlı duvarı yan komşunun bilmeyerek dolap monte etme çalışmasına dayanamamıştı. Okul çıkışı her gün gittiğim evin salonu, dedemin iç çamaşırlarına kadar ütüleyecek kadar temiz ve titiz bir kadın olan ninemin sinirleri kadar darmadağındı. Duvar kısmen de olsa devrilmiş, devrilmeyen yerleri ise alçı görünümünde çatlaklarla dolmuştu. Fotoğraf bu kez, yıkılan duvarın tam karşısında, kanepenin üzerinde, çerçevesinin bir kenarı çatlak, toz içinde fakat camı sağlam bir şekilde duruyordu. Hatıralarıma ulaşmak için hafızamı zorladığımda bu anın, fotoğrafı ikinci görüşüm olduğunu anlıyorum. Bu kez fotoğrafla ilgili olarak, o fotoğrafın yerine asılması gerekliliğini ve hatta çerçevesinin de değiştirilmesi gerekliliğini düşündüm. Fotoğraftaki babam ve dedemdi ve fotoğrafın yeri kesinlikle derhal tamir edilmeliydi. Önemliydi. Fotoğrafın yeri o sırada salonun ortasında ve yere devrilmiş olan duvardı. Öyle de oldu. Tamir edilen duvara fotoğraf yeniden asıldı. Fakat geçen zamanla yaşlı evin sorunları arttı. Baf Kapısı diye anılan Arabahmet Mahallesi'nin en son sokağındaki bu yaşlı ev, içinde barındırdığı insanlar kadar şaşkındı. Çünkü, artık birçok sokak ve ev gibi, bu sokak ve evin etrafındaki evlerde yaşayanların da profili hızla değişmişti.

Fotoğrafın dikkatimi doğrudan çektiği üçüncü karşılaşmamız, hatırladığım üçüncü görüp ve düşünüşüm 1991 senesinin tatlı ve sıcak bir Temmuz sabahı, bir Pazar günüydü. Üniversite eğitimimin 2. yaz tatiliydi. Türkiye'den yeni dönmüştüm. Evin yaşlılığına on yıl daha eklenmiş olması, mahallede yaşayanların değişen ve isyan ettiren yeni profilleri, yaşam formatları ve endişe duyduğumuz, zaman zaman da bu endişeleri doruğa çıkaran, "yaşlı insanların evlerine soymak için girildiği, hatta bu nedenle canlarına kasıt edildiği" şeklindeki haberler neticesinde, 1991 Temmuzunda ninem ve dedeme Yenişehir'de bir apartman dairesi kiralamış ve onları taşımaktaydık. Bu fotoğrafla karşılaştığım üçüncü derin zamandı. Üstelik bu "zaman" şimdilerde bile hatırlanacak ve satırlarıma taşınacaktı. Fotoğrafa baktığımda, bu kez taşınması öncelikli bir eşya olması yanında, o günlerde orta yaşa yaklaşan babamın ve orta yaşı bulan dedemin "gençlik" fotoğrafı olması da benim için önemliydi. Her ikisinin de bu fotoğrafa her bakışlarında "o zamanları", hatta "o günü" ve geçmişlerini düşündüklerini, bu fotoğrafın, bana göre bir misyon taşıdığını düşünerek fotoğrafı büyük bir özenle ben taşıdım. Misyon devam etsin diye yeni taşınılan evin salonunun duvarına özenle bu kez fotoğrafı ellerimle asarken ben 20, babam 48 ve dedem 68'indeydi. Fotoğraf, geçmişi anlatıyordu ve hak ettiği yerdeydi. Bu; iki, yaşlanmakta olan adamın kesilmeyen ilişkilerini özetlediğini düşündürmekteydi bana artık o fotoğraf. Sahipleri aynı ortamda oldukça mutluluk hissettiğimi hatırlıyorum.

Yıl 2010. Aylardan Ocak. Ayın üçü. Aynı fotoğrafa daldım. Fotoğraf babamın evinde.

Bu fotoğrafın ne kadar eski bir hatıra olduğunun burukluğunu hissettim. Babamın ilk torununun, babamın fotoğraftaki yaşına basışının doğum günü. Babamın torunu, babamın o fotoğrafı çektirdiği yaşta. Babam 65'ni ben orta gençlik yaşını devirdiğim zamanlar, dedem artık hayatta yok! Fotoğraf belki sadece babam ve dedemi içeriyor. Ama ben düşünüyorum ki, o fotoğraf yıllardır ailemizin mutluluklarını, acılarını, yaşadıklarını simgeliyor, tüm hikayemize tanıklık ediyor. Ona daha duygusal bakıyorum.

Bugün babam 74'ünde, ben 47'ye vardım. İlk torun 27 ve benim oğlum 7. yaşına yaklaştı. Kim bilir ömrün başka hangi yaşında bu duyguları yineleyebileceğim. Hayat böyle.

Bugün dedem merhum Ali Temiz'i ve peşi sıra rahmete erişen merhum Hatice ninemi anmak istedim. Nurlar içinde olsunlar, onlar ve tüm kayıplarımız.

O fotoğrafa gelince…

Fotoğraf makinesine verilen b u pozun üzerinden tam 58 yıl geçmiş…

Dile kolay.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları