EĞİTİM
okuma süresi: 10 dak.

GAÜ akademisyeni Akyar, gündeme dair açıklamalarda bulundu

GAÜ akademisyeni Akyar, gündeme dair açıklamalarda bulundu

Girne Amerikan Üniversitesi (GAU) Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi Direktörü Dr. M. Sadık Akyar, katıldığı TV programında gündeme dair açıklamalarda bulundu.

Yayın Tarihi: 13/02/19 12:32
okuma süresi: 10 dak.
GAÜ akademisyeni Akyar, gündeme dair açıklamalarda bulundu
A- A A+
Dr. Akyar programın başlangıcında, yılın ilk MGK toplantısı sonucunda bazı konuların öne çıkarıldığını belirterek, bunların; firari olan FETÖ terör örgütü mensuplarının bulunduğu ülkelere çağrı yapılarak, bu şahısların bir an önce Türkiye'ye iadelerinin yapılması gerektiği olduğun bildirdi.

Akyar açıklamalarının devamında ise şunlara değindi:

"Türkiye'ye iadeler konusunda bu çağrının muhatabının ise daha çok ABD, Almanya ve Fransa olduğu düşünülmektedir. İdlib'de statükonun korunması belirtilmiş, İdlib'in şu andaki durumu gözönünde bulundurulduğunda bunun daha çok Rusya ve hatta Suriye ile işbirliğini işaret ettiği, Menbiç yol haritasının hemen, Fırat'ın doğusu ile ilgili olarak da ilgili devletlerle varılan mutabakatların uygulanması konusu ile de ABD, Rusya ve hatta Suriye'nin hedef alındığı öngörülmektedir. Toplantı sonucunda ayrıca; Ege, Doğu Akdeniz ve Karadeniz'deki gelişmelerin de yakınen takip edildiği beliritilmiştir. MGK kararları hükümete tavsiye niteliğindedir. Ancak, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonraki MGK kararları yine tavsiye niyeliğinde olmasına rağmen, Hükümet tarafından yerine getirilecek bir işlem maddesi olarak algılanmakta, hükümet icraatları için adeta bir iç hukuk dayanak noktası oluşturmaktadır. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde firari durumda bulunan FETÖcülere karşı yeni girişimlerin yapılacağı öngörülmektedir.

Türkiye'nin Suriye politikası ile ilgili olarak, eleştirilen en önemli konulardan birisi, 'Türkiye'nin niçin Suriye ile temas kurmadığı' konusudur. Bunula ilgili olarak Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan tarafından; Türkiye'nin krizin başlangıcından itibaren istihbarat örgütleri düzeyinde (muhtemelen MİT ve El Muhaberat) Suriye tarafı ile temas kurduğu, zaten böyle bir temasın olmamasının mantıklı olmadığı da beliritilmiştir. Bu ise; bizlere artık Türkiye'nin önümüzdeki süreçte, Suriye tarafı ile temas kuracağının bir işaretini vermektedir. Aslında; son MGK kararlarında da belirtildiği gibi Türkiye, Suriye konusunda ilgili ülkelerden varılan mutabakatlara uymasını beklemektedir. Aslında; Türkiye ikinci, üçüncü ülkeler ile mutabakat yapmaya ve yapılan mutabakata uyulmasını beklemek yerine, bir an öne Suriye ile, Şam'daki Türk Büyükelçiliğinin açılması dahil bir dizi güven artırıcı önlemi uygulamaya koyarak, "Adana Mutabakatı" çerçevesinde; gerektiğinde bu mutabakatın mevcut gelişmelere uyumlu hale getirerek "Genişletilmiş bir Adana Mutabakatı" uygulamasının daha akılcı olacağı kanaatindeyiz. Bu güven artırıcı önlemlerin başlangıcı olarak da yetkililere şu öneriyi getirmekteyiz. 1998 Adana Mutabakatından sonra, mutabakatın uygulanması ile ilgili sorunları Suriye tarafı ile anında çözmek için Dışişleri Bakanlığınca bir Büyükelçi görevlendirmişti. Yine aynı amaçla, Büyükelçi düzeyinde birisi Suriye tarafı ile diplomatik ilişkileri koordine edilecek, Güney illerimizden birisinde (Gaziantep veya Hatay) konuşlandırılarak, geçiş döneminde ilişkilerin normalleşmesinde bir ivme yaratılabilir.

ABD Başkanı Trump tarafından, Türkiye'deki "Ulusa Sesleniş" programının ABD'deki versiyonu olan "Birliğin Durumu" ve müteakiben "Ulusal Dua Günü"nde; hem askerlerin Suriye'den çekileceği belirtilmiş, hem de toplantıda bulunan Rahip Brunson üzerinden Türkiye ile ilgili olumsuz ifadeler kullanılmıştır. Ancak artık deneyimlerimiz bize şunu göstermektedir ki; Trump ve ABD'li yetkililer tarafından geçmişte de benzer ifadeler kullanılmış, ancak arkasından ya Türkiye'yi öven konuşmalar veya liderler seviyesinde yapılan telefon görüşmeleri ile tansiyon düşürülmüştü. Çünkü, Trump'ın politikaları şu anda ABD'de bazı resmi kurumlarca da benimsenmemektedir. Bunun en yakın örneği, Meksika sınırına yapılmak istenen duvarın inşasında karşılaştığı engellemelerdir. Bu nedenle, ABD tarafından önümüzdeki dönemde, bu ve buna benzer açıklamalar; Suriye'nin Doğusu, F-35, S-400ler, Venezuela konusunda gelebilir. Bu tür ifadelerin, reel politikanın bir parçası olup olmadığını anlamanın en iyi yolu, ekonomik göstergelerdir. Eğer ekonomik göstergelerde değişiklik yoksa bu açıklamalar iç politikaya yöneliktir, ancak ekonomik göstergelerde kalıcı bir değişikliğe doğru bir eğilim varsa, bu açıklamalr reel politiğin bir parçası olabilir, o zaman önlem almak gerekir.

Yunanistan Başbanı Çipras'ın Türkiye ziyareti iki ülke ilişkileri açısından önemli bir zamana rastlamıştır. Çipras' ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmede Türk Akımı projesini daha ileriye götürmek için Yunanistan'ın hazır olduğunun ifadesi, bizlere Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon kaynaklarının çıkarıldığı takdirde, en uygun güzergahın Türkiye olduğunu teyit eder niteliktedir. Görüşmede gündeme gelen önemli konulardan birisi de Yunanistan'da bulunan firari FETÖcülerdir. Çipras bunlar için, iki ülke arasında "diken" oldukları tabirini kullanmış, her türlü darbeye karşı olduğunu belirtmiş ancak daha sonra Yunanistan'ın bir hukuk devleti olduğunu belirterek, diplomatik bir manevra ile sorulanları cevaplamıştır. Her iki lider her ne kadar direk olarak Ege ve Kıbrıs konusuna girmeseler de, Çipras'ın vücut dili Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları ile önümüzdeki dönemde Türk-Yunan ilişkilerinde bir artış olacağı algılanmıştır. Ziyarette gündeme gelen konulardan birisi de Heybeliada Ruhban Okulu'nun ziyaret edilmesidir. Çipras, 1933'de Venizelos'dan beri ruhban okulunu ziyaret eden ikinci Yuanlı liderdir. Heybeliada Ruhban Okulu 1971 yılında, Fener Rum Patriği'nin, okulun bağımsız olmasını istemesinden buna bağlı olarak, patriklikçe öğrenci gönderilmemesi sonucunda kapanmıştır. Açılması, kapandığı tarihten itibaren Türk Dış Politikasında tartışma yaratan konulardan biri haline gelmiştir. Çünkü, Ortodoks Kiliselerinin bir özelliği, milliyetçiliği körüklemeleri, siyasallaşmaları ve dini bir kurum olmalarına rağmen, milliyetçi akımlara silah dahil her türlü desteği vermeleri ile tanınmalarıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanları kaybetmesi, Kıbrıs'da Rum tarafınca Türklere karşı yapılan mezalimde de atbaşı oldukları tarihi bir vakadır. Bu nedenle Türkiye okulun açılmasına hep kaydı ihtiyatla yaklaşmıştır. Ukrayna Kilisesi'nin bağımsızlık kararı ile Rusya'nın ortodoks bir ülke olmasına rağmen, ABD ve AB, Ortodoksluk üzerine yoğunlaşarak, Balkan ülkelerini NATO ve AB'ye üye yaparak, Ukrayna ile Gürcistan'ı da aynı yoldan devam ettirerek Rusya'yı çevreleme politikasına devam edecek gibi durmaktadırlar. Bu nedenle Türkiye; Rusya ile ilişkileri, NATO üyesi ve AB'ye aday ülke olması hasediyle bu gelişmeleri yakından takip etmek zorundadır.

Venezuela'da kriz devam etmektedir. ABD, AB ile Brezilya ve Kolombiya Geçici Devlet Başkanı olarak muhalefet lideri Guaido'yu tanıdığını açıklamış, Türkiye, Rusya, Çin ve İran ise mevcut Devlet Başkanı Maduro'yu desteklediklerini açıklamıştır. Aslında, Suriye özelinde yaşanan kamplaşma burada da tezahür etmektedir. Venezuela'da krizin yanısıra, bir de ülkenin altınları da konuşulmaktadır. Bu da ülkelerin niçin altınlarını başka ülkelerde muhafaza etme zorunluluğu sorusunu akıllara getirmektedir. Burada genelde iki nedenin olduğu anlaşılmaktadır. Birincisi, ülkelerin kendi ülkelerinin güvenli olmadığını, hazinelerinin başka ülkelerin eline geçmesini önlemek için üçüncü ülkelere kendi rızaları ile göndermeleridir. Diğer neden ise, ülkelerin alacağı dış kredi için altınlarını kredi veren devlet ve kuruluşlara bir teminat olarak başka ülkelere emanete göndermektedir. Ancak, Venezuela krizinde olduğu gibi bazen bu ülkeler, İngiltere örneğinde olduğu gibi emanete verilen altınları geri vermeyi reddedebilmektedir.

İngiltere ve AB arasında Brexit krizi devam etmektedir. İngiltere parlamentosu, Birleşik Krallığın bir parçası olan Kuzey İrlanda ile AB üyesi bir ülke olan İrlanda Cumhuriyeti arasında fiziki bir sınır tesisi nedeniyle Brexit anlaşmasını onaylamayı reddetmiştir. Çünkü, bu durumda uzun vadede, zaten hassas bir yapıya sahip olan K. İrlanda'nın İngiltere'den kopabileceği düşünülmektedir. Gelinen aşamada, AB İng.nin geri dönüşünü kabul etmemekte, İngiltere ise çıkmak için adeta "ayak" sürmektedir. Tabi, o zaman İngiltere'nin öne sürdüğü bu nedenden dolayı kendisine şöyle bir soru sorma hakkımızın bulunduğu düşünülmektedir. İngiltere, iki bağımsız ülke arasındaki fiziki sınıra karşı çıkmasına rağmen, niçin hem Garantör hem de AB üyesi bir ülke olarak Kıbrıs'da iki halk arasında fiziki bir sınırın oluşumuna, daha sonra da Rum tarafının tek taraflı bir "de facto" yaratılarak AB'ye girmesine müsaade etmiştir? Bu sorunun İngiltere'ye her platformda sorularak, bir sonuç alınmasa dahi bir farkındalık yaratılması için önemli olduğu öngörülmektedir. Kanaatimizce AB İngiltere'nin tekrar AB'ye girişi gündeme geldiği takdirde, Şengen ve Avro Bölgesi anlaşmalarına dahil olmasını da içeren bir çok yaptırımı elinde saklı olarak tutmakta ve bunları şart sürebilecek bir durumda bulunmaktadır."

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.