Eskiler, Yeniler

Yayın Tarihi: 24/08/15 08:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Eskiler, Yeniler

Kıbrıs, 2015. Tatil. İskele Belediyesi Makenzi Plajında oturuyorum. Temiz, güzel, itina ile düzenlenmiş bir yer. Deniz önümde akua-mavi bir çarşaf gibi kocaman uzanmış. Uyuyor. Yukarıdaki kafe-bardan İngilizce pop müziği pompalanıyor. Kafe İngiliz usülü kızartılmış balık ve patates, kalamar gibi yiyecekler yiyen insanlarla dolu. Plaja serpilmiş insanlara bakıyorum. Herkes elindeki cep telefonları ile, i-padları ile meşgul. Çocuklar dahil.

Bu sahneye bakıp çocukluğumdaki yaz aylarını anımsıyorum. Her bayramda "ah o eski bayramlar" deriz ve biz yaşları biraz ilerlemiş olanlar, o masum, yokluk icindeki ama mutlu bayramları yadederiz. Ben de bu yaz tatilinden sonra her zaman yaptığım gibi tatil izlenimlerimi yazmak yerine belleğimden hiçbir zaman kaybolmayacak eski yazlardan bahsedecegim.

O zamanlar havuzlu oteller yoktu. Şimdi iki haftalık tatil süresince sadece bir kez denize giden aileler var. Çocuklu aileler özellikle kaydıraklı havuzlu otellerde tüm gün havuzbaşı yapmayı tercih ederler şimdilerde. Bizim zamanımızda yazın kavurucu sıcağından kurtulmanın yolunu ya denize ya da Trodos'a kaçmakta bulurduk.

Şimdilerde "kalkın denize gidelim" sözü "bakkala uğrayıp bir ekmek alacağım" sözü kadar önemsiz, heyecansız bir sözcük oldu. Halbuki eskiden öyle miydi? Arabaya atlayıp denize gitmek öyle kolay değildi. Mahallede arabası olan sadece iki kişi vardı belki de. Günler önce Karava'nın minibüsü veya Şeytan Ahmet ve Mustafa Kuzetti'nin arabaları ayarlanırdı. Sabah Yedidalga veya Limnidi'ye bırakmak, ve öğleden sonra verilen saatte aranmak üzere. Vasilya, Altıbuçuk Mil veya Karakız'a gidilecekse otobüs biletlerimiz bir hafta önceden alınırdı. Yoksa Girne Kapısından devamlı deniz seferleri yapan otobüslerle önceden yer ayırmadan mı denize ulaşıyorduk? Hatırlamıyorum.

Biz çocuklar hafta sonunu iple çeker, sanki ansızın yaz bitecek ve soğuklar, yağmurlar başlayacakmış gibi her sabah uyanırkenden dışarı koşup hava durumunu kontrol ederdik. Anneler bir gün önceden yemek yapmada görev bölümü yapar, geç saatlere kadar nefis yemekler hazırlarlardı. En çok yalancı dolma, çiçek dolması ve türlü börek çeşitleri kaldı aklımda en çok rağbet edilen yemekler arasında. Ve tabi denizin içerinde, soğumaları için kuytu bir yere bırakılan kavun ve karpuzlar.

Beklenen günden önceki gece biz çocukların gözune heyecandan uyku girmezdi. Sabah sabah ayağa dikilir, son bir hava kontrolü yaptıktan sonra bağırmalar, uyarılar içinde hazırlanıp önceden tutulan arabayı beklemeye koyulurduk, heyecan dorukta.

Lerzan hanımın evinin oralarda sarı renkli minibüs görülünce sevinç çığlıkları atıp havaya zıplardık. Bize çok uzun gelen deniz yolculuğu boyunca, büyük, küçük zamanın popüler şarkılarını bağıra bağıra söyler ortalığı çınlatırdık.

En fazla Gemikonağı, Limnidi arasındaki koylarda günümüzü geçirirdik. Yoldan 100 metre kadar aşağıda idi bu koylar. Grubumuzda çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek en az 20 kişi bulunurdu.

Uygun bir yere yemeklikler, oncuk, buncuk yayıldıktan sonra artık sabrı taşma noktasına gelmiş biz çocuklar, sırtımızdaki giysileri yırtarcasına çıkarır, kendimizi denizin serin kucağına atardık. Büyüklerin "fazla derine gitmeyin, göz olabilir" uyarılarına kulaklarımızı tıkar, cesaret edebildiğimiz kadar içerilere acılırdık.

En fazla da grubun en yaşlısı Büyükannem evhamlanırdı. O ve Naziyet Yenge uzun entarileri ile kayalar arasına yazılan battaniyelere ayaklarını sararlar, oturdukları yerden bize uyarılar yağdırırlardı. Yazda bile çok üşürdü Büyükannem. Ama hengameler arasında ayaklarını olsun denize sokturmaya başarırıdık çoğu kez. En büyük eğlencemiz uygun bir kayanın üzerinden denize atlamaktı. Bunu defalarca tekrarlardık. Yemek faslından sonra en az bir saat denize girmemize izin verilmezdi. Biz de çaresiz gölge bir köşeye kıvranır, dalgaların ninnisi ile uyurduk.

Son yıllarda "galif" sözcüğünü duymaz olduk. Çocukluğumdan en çok özlediğim sözcükler arasında ön sıralarda gelen bir sözcük. Derme çatma, kamış ve sazlardan oluşan basit yapılardı bunlar. Galifi işletene belli bir para ödenir, tüm gün evden getirilen nefis yemekler atıştırılırdı buralarda. Ne zevkli saatler geçirirdik bu ahşap yapıların altında.

Vasilya'nın galif alemi bir başka olurdu. Orada bazen evden götürülen yemekler yenir, bazen de galif işletmecisinin pişirdiği lezziz balık ve kleftikolar (fırın kebabı) zevkle mideye indirilirdi. Rum, Türk birlikte kahveler, buz gibi soğuk Keo biralar içilirdi yemekten sonra, giderek koyulaşan sohbetin eşliğinde.

Yaz aylarının Trodos sefası da bir başkaydı. Yine konvoylar halinde arabalar dağ vadilerindeki dere kenarlarına akın eder, oralarda yukarıda bahsettiğim yiyeceklerden oluşan sofralar oluşturur, Mudulla, Pedulla, Platres, Kakopetriya'nin serin, temiz havasını ciğerlerimize depolardık. Trodos deresine bırakılan karpuzun soğukta çatlarken çıkardığı sesi çok özledim.

Makenzi plajında otururken Lemardan aldığım gazeteye bir göz atıyorum. Magusa'da çeteler Mahkemede çatışmış. Birisi polisin silahını alıp diğer polislere yöneltmiş. Çatışma hastahaneye sürüklenmiş.

Ah, o eski yazlar

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ertanç HİDAYETTİN yazıları