Okula dönüş

Yayın Tarihi: 11/09/16 07:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Uzunca bir tatil döneminden sonra okullar yeniden başladı. Sabahları sokaklar cıvıl cıvıl, yepyeni üniformaları ile heyacanla okullarına koşan öğrencilerle dolu artık. Okul sonrası tatlı bir yorgunluk ve huzurla evlerine dönen neşeli çocuk sesleri ortalığı inletiyor.

Yukarıda çizdiğim tablo her öğrenci için geçerli değil elbette. Bir de çeşitli nedenlerle okula gitmemek için her yolu deneyen çocuklar var. Neden, okuldaki diğer çocuklar tarafından tacize uğramaları, öğretmenleri tarafından derslerini iyi kavrayamadıklarından aşağılanmaları, hasta annelerini/ babalarını evde yalnız bırakmak istememeleri olabilir. Başka sürüyle nedenler var elbette.

Kendi okul dönemimi anımsarım bu zamanlarda. Yıllar öncesi tadına doyum olmayan, acı, tatlı anılarla dolu o güzelim okul yıllarını.

Geçen gün elime Lefke İstiklal İlkokulu dördüncü sınıfında iken çekilen siyah, beyaz fotoğraf geçti. Öğretmenimiz Vasıf Dede ve müdürümüz İsmail Savalaş Bey'in etrafına toplanmış 45 çocuk.

Yıllar sonra 55 yıllık bu fotoğrafa bakıp bizim aldığımız eğitimin nasıl bir eğitim türü olduğunu düşündüm. Çocuğun ön planda olduğu öğrenci merkezli bir eğitim mi, yoksa korku kültürünün ağır bastığı bir eğitim mi? Çocuğun beyninin gelişmesini teşvik eden bir eğitim mi, yoksa ezberci, sorgulamanın teşvik edilmediği bir eğitim mi?

İlkokul öğretmenlerinin görüşlerini almayı amaçlayan "Öğrenci Merkezli Eğitime Yönelik Öğretmen Görüşleri" isimli araştırmalarında Yakın Doğu Üniversitesi öğretim üyeleri Dr. Nihat Ekizoğlu, ve Profesör Dr. Hüseyin Uzunboylu şöyle diyorlar:

"Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı 2005 – 2006 eğitim yılıyla birlikte yeni eğitim sistemini uygulamaya başlamıştır. Eğitimde çağdaş bir anlayış olan ve öğrencilerin bireysel faklılıklarını, ilgilerini ve öğrenme hızlarını göz önüne alan öğrenci merkezli eğitim uygulanmaya başlanmıştır".

Sorumun cevabı yukarıda değerli akademisyenler tarafından verilmiştir. Yani 2005-2006 eğitim yılına kadar Kıbrıs'ta verilen eğitim öğrenci merkezli bir eğitim değildi.

'Çağdaş Eğitimci' Web sitesi, öğrenci merkezli eğitimi şu şekilde açıklıyor: "Okulda, derslikte, bahçede yani tüm öğrenme, uygulama ortamlarında her etkinliğin, her çalışmanın odağına öğrenciyi yerleştirmek ve her çalışmayı öğrencinin eğitimi, öğrenmeyi öğrenmesi için düzenlemektir".

Öğrenmeyi öğrenmek, "düşünen, yorumlayan, araştıran, irdeleyen, sorgulayan, neyi niçin ve nasıl öğrendiğini bilen, kendisine ve insanlığa yararı dokunan, üretken bireyler yetiştirmek" olarak tanımlanıyor.

Aramızda benim ekran olup bu tanıma uygun bir eğitim aldığını iddia edebilecek kişi varsa şaşarım doğrusu.

Ancak şunu da söylemek gerekir ki sisteme rağmen öğrenciyi merkeze oturtan değerli öğretmenlerimiz de olmuştur. Onlara haksızlık etmiş olmayayım.

Gelelim madalyonun diğer yüzüne. Korku kültürünün ağır bastığı bir toplumdu bizimkisi. Hala öyledir.

Şu an bilmem kaçıncı kez Doğan Cüceloğlu'nun "Keşkesiz Bir Yaşam İçin İletişim" kitabını okuyorum. Eğitimciler, anne ve babalar, iş sahipleri, devlet idarecileri için çok değerli bir kaynak kitabı. Kitapta korku kültürünü Cüceloğlu şöyle tanımlıyor: " Bir yaşam felsefesidir. Korkulacak bir güç olmadıkça insanların ve kuralların hesaba alınmadığı kültürdür. Ortamda korku varsa bu korkunun kaynağına saygı duyulur".

Bu tanımı okuyan benim ekran, yani okul yıllarının çoğunluğu 60lı yıllarda geçen birçok kişi sanırım benim gibi korku kültürü etkisinde eğitim aldıklarını düşüneceklerdir. Dudaklarında buruk bir gülümseyişle aynen tanımdaki gibi düşünen birçok öğretmenlerini anımsayacaklardır.

Yukarıda çok değerli öğretmenlerimizin olduğuna değindim. Ancak maalesef, sıcak olduğu için kravatımı biraz gevşettiğimden ırkçı küfürler yağdırarak kalın bir cetvelle avuçlarıma vuran, bir Pazar günü o zaman moda olan geniş paçalı pantolon giydiğim için tüm okulun önünde beni azarlayan, trampet değneği ile beden eğitimi dersinde solumu, sağımı karıştırdığım için eklem yerlerime vurup ayağımı kanatan öğretmenlerle de karşılaşma şanssızlığını yaşadım.

Büyük şans eseri bu tür sadist ruhlu eğitimciler gelişimimi olumuz yönde etkilemedi. Tabii ki bunun en önemli nedeni ailemdi. Ailem birçokları gibi "eti senin, kemiği benim" anlayışında olmadıklarından bu tür sözde eğitimcileri sorgulayıp bana arka çıktılar.

Cüceloğlu kitabında "insanoğlu varoluşunu beş soruyla ilişkiler içinde tanımlar". "Varoluşun Beş Boyutu" dediği bu beş soru şunlardır:

Kaale alınıyor muyum? kabul ediliyor muyum? değerli miyim? yeterli miyim? sevilmeye layık mıyım?

Sadece eğitimde değil, yaşamın her kesiminde bu soruların karşılığı olumluysa kişinin gelişimi ancak o zaman sağlıklı olabilir.

Gelen hafta İngiltere'nin çeşitli yerlerinde faal olan Türk dili ve kültürü okullarımız da açılacak. Okul yönetimlerine tavsiyem, tüm öğretmenlerine Doğan Cüceloğlu'nun yukarıda bahsettiğim kitabını hediye etmeleridir. Yıl esnasında yapacakları en yararlı yatırımlardan biri olacak.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ertanç HİDAYETTİN yazıları