Kendi halkını zehirleyen devlet olur mu?

Yayın Tarihi: 28/07/11 08:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Önceki gün bir gazetemizin sür manşetten verdiği haber başlığı 'Zehir Turizmi' idi.

Haberin içeriği ise 2003 yılında hizmete giren ve AKSA şirketinin işletmesinde olan Kalecik santralının bacasından çıkan ve insan hayatını olumsuz etkileyen zehirli gazlara vurgu yapmıştı.

Turizm alanlarının hızla bu bölgeye kaydırıldığı bu dönemde tam 7 senedir, bacadan zehirli gaz çıkması ve halen bir filtre takılmamış olması, hadi insan sağlığını da bir yana bırakalım, devlet ciddiyetsizliğinin ve bir özel şirkete bile sözünü geçirememesinin bir göstergesiydi.

Çevre Bakanı da olan Ünal Üstel, önceki hafta bu santrale ekibiyle ziyarette bulunmuş ve gerekli tedbirlerin anında alınmasını istemişti.

Alacaklar mı, hep birlikte göreceğiz ama, şimdiye dek en az 5 tane bakan o santrale gitti ve yaptıkları uyarılar kale alınmadı.

Başta bölge halkı olmak üzere, bölgenin coğrafyası zehirlenmeye devam ediyor, ama devletin yaptırım gücünün olmadığı gün gibi ortada.

Tesadüf bu ya yine aynı gün bir başka gazetemiz de manşetten 'Elektrik güneye zehir kuzeye' başlığını kullandı.

O da yaklaşık 20 yıldır Teknecik elektrik santralının bölgeye yaydığı zehri konu etmişti.

Santralden başlayarak doğuya doğru gidildiğinde, doğayı dikkatle inceleyenler buradaki tabiatın renginin nasıl da matlaştığını, yeşilin griye saçtığını iyi bilirler.

Bacadan çıkan zehirli gazlar Karaağaç, Esentepe ve Tatlısu'ya kadar süzülerek gider ve bu bölgelerde tabiatın renkleri hiçbir zaman gökkuşağının orijinal renklerine benzemez.

Çünkü santralde yakıt olarak kullanılan fuel oilin yüzde 25 kadarı buhar elde eder, yüzde 75'i de yanarak duman olur ve bacadan zehir olarak çıkar.

Şimdi bu tesislerden birisi devletin birisi de özel sektörün.

Hadi devlet özel sektöre söz geçiremiyor diyeceğiz ama, devletin kendi santralinden çıkan zehirli dumanı engellemesi için bacaya yıllardır filtre takılmaması da, yine aynı devletin önce insan sağlığına sonra da doğaya bakış açısını göstermektedir.

Oysa santrallerin bacalarına takılacak olan filtrelerin maliyeti sadece 4 milyon TL civarındadır.

Yanlış duymadınız, altı üstü sadece 4 milyon TL.

Mevcutta iki santral olduğuna göre, 8 milyon TL.

Şimdi bu rakamlar değil 8 milyon 80 milyon bile olsa, madem ki insan her şeyden daha önemli bir varlıktır, insanına değer veren devlet de ne yapar ne eder, bu parayı bulur ve filtreleri bacalara takar.

Hadi devlet bildik devlet ve insanlar kanser olmadan parmağını kıpırdatmayacak da ya çevre örgütleri ne yapar bu ülkede diye, hep sormuşumdur kendi kendime.

Tabela örgütü olmaktan ileri gidemeyen sözde çevreci örgütler, birer basın bildirisi sonrasında işin peşini bırakır ve insan sağlığı da tehdit altında olmaya devam eder durur.

Bu bölgelerde yıllar önce yerleşim birimleri yok denecek kadar azdı ama, şimdi yoğun bir şekilde hem yapılaşma var, hem de turizmin gözde yerlerinden olma yolunda gidiyorlar.

Bu devlet iki santralının bacasına 8 milyon TL bulamıyorsa, ki bu mümkün değildir, devlet tabelasını indirip, yerine başka bir şey assın.

Bu devlet, ülke toprakları üstünde yaşayanların göz göre göre zehir solumasına neden oluyor ve bunun önlemini alamıyorsa, bütün devlet dairelerinin kapısına kilit vursun ve onlara bu ülke insanın ihtiyacı yoktur.

Ve bu devlet, hem kendi birimlerine, hem de özel sektöre söz geçiremiyorsa, gelen giden çevre bakanları bu konuda madara oluyorsa, kendilerin dikkate alan ve takan yoksa, o makamları boşaltsın ve işgali sona erdirsin.

Hele de 2011 yılının çevre yılı olarak ilan edildiğini göz önüne alırsak, inanmadığı ve kendisinin bile kale almadığı kararların altına imza atıyorsa, bu maskaralaık değil de nedir Allah aşkına!

Jigolo çetesinin arkasında kimler var?

Dünkü Jigolo Derneği konusundaki yayınımız üzerine konuyla ilgili ihbarlar yağmaya başladı.

Bu konuda birden fazla kuruluşun olduğu iddia edilirken bunlardan bir tanesinin Mağusa'da olduğu ve aktif olarak çalıştığı ifade ediliyor.

Sadece jigololuk yapanların değil yasa dışı olarak başta Güney Kıbrıs olmak üzere ülkenin çeşitli merkezlerine kadın pazarlandığını ve bunların arkasında bazı tanınmış iş adamları ile gazetecilerin de olduğunu iddia eden ihbarcılar isimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte ülkenin şok yaşayacağını belirtiyorlar.

Bu arada dünkü yayınımızdan sonra sanal ortamdaki bazı adreslerin silindiği ve bazılarının da faaliyetlerine bir süre ara verdiği söyleniyor.


Tevye

Rus Yahudisi Tevye, İsrail'e göç izni alır.
Gümrükte Ruslar bagajını kontrol ederken elbiseleri arasında Lenin'in büstünü bulurlar, sorarlar :
- Bu ne ?
Tevye:
- Bu ne değil, bu kim diye sormanız gerekirdi.. Bu Lenin.. Rus halkını kurtaran adam.. Ben de onun anısını yanıma aldım.
-Tamam, der Ruslar. Tevye geçer.. Tel Aviv havaalanında İsrail gümrük memuru büstü görür ve sorar :
- Bu ne?
Tevye:
- Bu ne değil, bu kim diye sormanız gerekirdi.. Bu Lenin. Bu cani yüzünden baba ocağımı terk etmek zorunda kaldım! Bu heykelini yanıma aldım ki, her gün hatırlayıp lanet okuyayım!
-Tamam, der İsrailliler. Tevye geçer.. Tel Aviv'e yerleşir. Ev tutar, orda yaşayan akrabalarını davet eder..
Kuzenlerden biri, büfenin üstünde duran büstü gösterir ve sorar:
- Bu kim ?
Tevye:
- Bu kim değil, bu ne diye sorman gerekirdi.. Tam on kilo, yirmi dört ayar altın, vergisiz, gümrüksüz..

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Levent ÖZADAM yazıları