Unut gitsin!...

Yayın Tarihi: 27/12/09 00:00
okuma süresi: 14 dak.
A- A A+

Unut gitsin derler ya insana bazen…
"Dünyayı sen mi kurtaracaksın?",
"Her şeyi oluruna bırak."
Ya da "Hayat devam ediyor"
gibi beylik sözler duyarsın ya sürekli insanlardan. Umutsuz teselliler olduğunu bilirsin içten içe; hatta doğru olmadıklarını, ama inanmak istersin ya yine de… Düşlerini kendine ait sanırsın. Seçtiğin yolda gittiğini zannedersin. Bir gün uyandırırlar seni saf uykundan, belki de iyi ederler. Çünkü birinin sana, hayatının denetiminin ellerinde olmadığını göstermesi gerekir. Aslında onlardan seni kandırmalarını istediğini fark edersin. Beni inandırın dediğini: Özel ve değerli olduğuma, yüreğinizde veya hayatınızda yerim olduğuna, bana saygı duyduğunuza ve bu yüzden bana karşı dürüst olduğunuza beni inandırın. Beni inandırın unutulmayacağıma…
Çünkü aslında kendine inanmayan sensindir. Belki de kendini gereğinden fazla önemsiyorsundur. Yüreğini açarken insanlara, seni incitmeleri için ellerine türlü silahlar verdiğini unutursun.

Bunu ya güvendiğinden yaparsın, ya da tedbirsizliğinden…
Karşılıksız ve sınırsız sevgi istersin, oysa bilirsin herkesi eşit sevemediğini, bilinçli, ya da bilinçsiz bir karşılık beklediğini…

Yalana ve haksızlığa tahammülün yokken, haksızlık edersin kendine, başkalarına hep doğruyu söylerken, kendinden esirgersin gerçeği…
İnsanlar gözlerinin içine baksın, yüzüne konuşsun istersin; oysa aynada bakamazsın gözlerinin içine…

Kelimelerin güçsüzlüğüne inanırken, yaralanırsın sözcüklerle, yanılgılarına bir yenisini daha eklersin…

Bağışladığında sevdiğini, inanırsın yine temiz olacağına; oysa bir türlü affedemezsin kendini…

Gittiğin her yerde sessizlik ve sadelik ararken, yüreğindeki fırtınayı dindiremezsin bir türlü…

Doğruyu söyledikçe tenhalaşırken etrafın, şaire inanıp, "kargalar sürüyle, kartallar yalnız uçar" diyerek aldatırsın kendini…
Kötü günlerinde güler yüzlü insanlar ararken etrafında, unutursun gülümsemeyi…

Ukala ve geveze insanlardan kaçarken köşe bucak, daha başlamadan yaşamaya, ukalalık edersin hayata…

Ayrıntılar cezbeder seni, hep nedenini bilmek istersin; oysa çoğu insanın umurunda değildir nedenler, onlar yenilgi ve zaferlerini duymak isterler.
Tanımadığın, hatta, tanıyıp da ilgilenmediğin insanlar ve hayatlar örnek gösterilir sana…

Sorularına dilsiz, cevaplarına sağır kalınır.
Öfkenin bütün enerjini tükettiğini ve kararlarını etkilediğini anlarsın ama, engel olamazsın isyanına…

Seversin, emek de harcarsın ilişkilerine; yine de bedelini ödemeye hazır değilsindir daha, bir gün olacağı da şüphelidir üstelik…
Elbette bilirsin gerçeği, yaşarsın ve ölürsün.
Gider sevdiklerin, birinin anıları canlı tutması gerekir ve şimdiye kadar bu görev senin payına düşmüştür. Anları, özellikle de iyilerini unutmazsın ve biriktirirsin onları, yine de kötü günler gelmeden anlayamazsın değerlerini… Acıdan saklanmaya çalışsan da bilirsin, acıyı hissedemezsen başka hiçbir şeyi hissedemeyeceğini…
Beklemekten ve bekletmekten hoşlanmazken, randevularına zamanında gidip, geç kalırsın bir teşekküre ya da bir elvedaya…
Geçmişte kalırsan, yarını yaşayamayacağını öğrenmişsindir
ama; pişmanlıklar yakanı bırakmaz yine de:

"Eğer" ve "keşke", en sık kullandığın kelimelerdir hala…
Olduğun gibi göründüğünü söylerler sana; oysa kendin olmanın ve kendin kalmanın yükünü taşıyamazsın çoğu zaman… Defalarca güneşin doğuşunu seyretmek için uykusuz kalmışken, artık doğmasın istersin güneş; gecelerin umut taşıyamaz sabaha…

İnatçı ve gururlu olduğunu söylerler sana, gurur düşmanın olurken, inat dostun olamamıştır daha… Mutluluğun çaba istediğini ve çoğu zaman bir yanılsama olduğunu bilmene rağmen, direnmek istemezsin, vazgeçersin kendinden…

Yazarsın kederinden biraz olsun arınmak için, ama tek nedeni de bu değildir elbet.

Belki de sadece ben varım ve buradayım demektir istediğin… Seni de şaşırtır kelimelerin birbirini kovalayış hızı.

Söyleyecek bir şeyin olmadığını düşünürken, yanıldığını anlarsın.
Aklında her zaman bir dize, dilinde her zaman bir türkü olduğunu fark dersin:

Çocukluğun gelir aklına, ağaçların türkülerine rüzgarla eşlik ettiği ve pınarların şiirlerini dinlediği zamanlar; şevkle çalıştığın, yorgunluktan sızdığın ve neşeyle uyandığın zamanlar…

Bilirsin insanlara değer verdiğini, onları dinlediğini, önemsediğini, sevdiğin bir yüzde karanlık bir gölge, üşütür yüreğini…
Ağlayan birini görsen, türlü şarlatanlıklar yaparsın güldürmek için, çünkü bilirsin çok geçmeden senin de payına yağmurlar düşeceğini…
Beraber ağlamaktansa beraber gülmeyi tercih edersin.
Gözyaşlarını gizli köşelere saklarsın; sadece kendin üzüleceğin zamanlara…
Seversin insanları, çiçekleri, kitapları, denizi ve yıldızları.
Bir bebeğin gülümsemesi merhem olabilir yaralarına.
Bir dostla ya da ailenle geçirdiğin saatler değerli ve özeldir hala…
Bakmaya doyamadığın manzaralar ve varlığından vazgeçemediğin insanlar vardır hayatında.

Yüreğin artık heyecanla çarpmasa da, ateşi küle dönmemiştir daha… Kendinden nefret etmediğini anlaman şaşırtır seni ve umut, büsbütün terk etmemiştir yüreğini…

O zaman içindeki inatçı ve samimi çocuğa sarılırsın avutsun diye seni…
Vazgeçersin vazgeçmekten. Gururun pes etmeni engeller, yeni gelecek güne bir şans daha verirsin ve tabii kendine de…

Bir kez daha belirsizliğin içinde yol almaya başlarsın, şimdilik nereye gideceğini bilmeden; ama niye gittiğinin bilincinde olarak…

Çekmecedeki zarf

Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var.

Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.

Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu, diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?

Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.

Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.

Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.
Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başında içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.

Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.

"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum.

Neler yazmışım diye merakımdan.
Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.

Kıssadan Hisse
Ahde vefa

Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki :
- "Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin."

Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek:
- "Söyledikleri doğru mu" diye sorar.

Suçlanan genç der ki:
- "Evet doğru."

Bu söz üzerine Hz. Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar. Genç anlatmaya başlar:

- "Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım.
Ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi.

Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor.

Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım.

Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü.

Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret" dedi. Hz Ömer:

- "Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin" dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
- "Efendim bir özrüm var" diyerek konuşmaya başladı:
- "Ben memleketinde zengin bir insanım, babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı.

Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım.
Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum" der.

Hz. Ömer der ki:

- "Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?"
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
-"Bu zat benim yerime kalır." O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As' dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr'a dönerek:
- "Ey Amr, delikanlıyı duydun" der. O yüce sahabe:
- "Evet, ben kefilim" der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur.
Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceği,
dolayısıyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve "Babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz" derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
- "Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim."
Hz. Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- "Biz de sözümün arkasındayız."
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.

Hz. Ömer gence dönerek derki:

- "Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?"
Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan):
- "AHDE VEFASIZLIK ETTİ" demeyesiniz diye geldim der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki:
- "Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun, nasıl oldu onun yerine kefil oldun?"
Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyen razı olsun, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir:
- "Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. 'İNSANLIK ÖLDÜ' dedirtmemek için kabul ettim" der. Sıra gençlere gelir, derler ki:
-"Biz bu davadan vazgeçiyoruz."
Bu sözün üzerine Hz. Ömer:
- "Biraz evvel babamızın kani yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz" der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
- "MERHAMETLİ İNSAN KALMADI" DEMEYESİNİZ DİYE…

(Teşekkürler Ziya)

Günün Fıkrası

Zampara Temel

Temel çok güzel bir kadını gözüne kestirmiş. Kızın peşinde ve bir taraftan da nasıl kızı ayartırım diye düşünüyor.

Klasik tavlama usullerinden biri geliyor aklına ve birden kadına dönüp:
- "Hadi bize cidelum sağa pul coleksiyonumu cöstereyim." Kadın şaşırır fakat bozuntuya vermez:

- "Peki ya beğenmezsem."
- "O zaman ciyinur cidersun."

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Levent ÖZADAM yazıları