Vallahi ayıp

Yayın Tarihi: 20/07/11 07:00
okuma süresi: 5 dak.
A- A A+

Kıbrıs adasının ve adada yaşayan insanların kaderini belirleyen iki önemli tarih var.

15 Temmuz 1974.

Yunan cuntası Makarios'a, yani Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına darbe hazırlamış.

1974 Temmuz'unun 15. günü kavurucu bir sıcak, saat 8 sularında Rum tarafından silah sesleri gelmektedir.

Radyolardan askeri marşlar çalınmakta ve Makarioas'un kesinleşmeyen ölüm haberleri yayınlanmakta.

Ve Türk tarafında endişeli bir bekleyiş. Türkiye'ye gönderilen yardım mesajları.

Bu olayları takip eden süreçle, Kıbrıs için önemli olan ikinci bir tarihi olay son nokta oluyor.

20 Temmuz. Türk askeri adadaki karışıklığı gidermek, adada yaşayan Türk nüfusun güvenliğini ve Türkiye'nin stratejik çıkarlarını korumak için müdahale ediyor.

O dönemde görevli bir komutanın anılarını okumuştum.

O gece yaşadıklarını, savaşa, belki de zafere, yada yenilgiye, belki de ölüme gidişin nasıl bir duygu olduğunu anlamaya çalıştım.

Zor tabi ki, savaşın kolay olanı var mı?

Adanın kuzeyinde beklenen umut ve bu umudu yeşertecek olanlar hazırlıklarını tamamlıyor.

20 Temmuz 1974 Cumartesi sabah saat 6 civarı, Gönyeli ovası olarak bilinen bölgede başlayan yağmur misali paraşüt atlayışı.

Rum ordusu Magosa'dan gelirler diye tertip alırken, yapılan şaşırtmaca ile Girne Çıkarma plajı tarihi anlara tanıklık ediyor.

Ve geri dönüşü olmayan bir yolculuk.

Bizler bu olayları dinleyerek büyüdük.

İnsan elbette seviniyor, gururlanıyor.

Kıbrıs Türk halkı 20 Temmuz tarihini bir milat bilmiştir.

20 Temmuzla başlayan süreç sonunda askeri bir başarı sağlanmıştır.

Sağlanan askeri başarı siyasi bir başarıya dönüştürülememiştir.

Bu siyasi başarı sadece çözüm anlamında değildir.

Türkiye'ye müdahale hakkı veren unsurlar Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasal ve toprak bütünlüğünün korunmasına yönelikti.

20 Temmuz harekatından sonra bir uzlaşma ortamı yaratılması ve Kıbrıs Cumhuriyetinin belki yeni bir yazılı metinle yeniden düzenlenmesi mümkün olabilirdi.

Bizim haklı taraflarımız mutlaka ki fazladır.

Fakat Uluslar arası alanda haklı olmamız en geçerli durumdur.

37 yıldır maalesef bunu başaramadık.

37 yıldır Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyetinin toprak bütünlüğünü bozan devlet olarak anılmakta.

Ben savaş görmedim, korkusunu da yaşamadım.

Bu bakımdan kendimi şanslı hissediyorum.

Bizden önceki kuşaklar bu travmayı yaşadılar.

Fakat bugünkü durumun, 1963 yılından buyana en kötü dönem olduğunu söyleyenler var.

Üzüldüm.

Nedenini düşünmeme gerek yok.

Bu durum kesinlikle ekonomik ortamla örtüştürülmesin.

20 Temmuz'u yaratanların, umutla bekleyenlerin, beklentisi bugün yaşananlar mıydı?

Yani o geceyi heyecan içerisinde uykusuz geçiren, bir daha geri dönüp dönmeyeceğini bilemeyen, küçük kızı gözlerinin önünden gitmeyen Türk subayı bugünkü ortam için mi bunları yaşadı.

Solina dan silah yapan, bomba icat eden, saatlerce nöbet tutan mücahit bugünkü ortam için mi bunları katlandı.

Yolu kesilen, evinden alınan ve bir daha geri dönmeyen, yurt dışındaki eğitimini yarıda bırakarak sandallarla silah taşıyan gençler bunları mı hayal etmişti.

37 yıl sonra bir yanda "Kurtarıldık mı?" sorusu.

Bir yanda "Bizden besleniyorsunuz" sözü.

Yok hayır.

Bu insanlar bugün için yapmadılar bunları.

Yanlış oluyor beyler.

Bu tarihi güne ayıp ediyorsunuz.

Ortalıkta nutuk atacağınıza üzerinize düşeni yapın.

Türkiye Başbakanı Sayın Erdoğan'ın adaya yapacağı iki günlük ziyaret olay oldu.

Bir yanda protestocular bir yanda iyi ağırlama heyeti.

Bu kadar abartı, bu kadar kutuplaşma ayıp.

Vallahi ayıp.

Hem de en başta Sayın Erdoğan'a ayıp.

Kimse zorla ne protesto alanına gider ne de karşılama alanına.

Bırakın herkes bugünü istediği gibi yaşasın.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Erçin ŞAHMARAN yazıları