Politika mı, özgüven mi?

Yayın Tarihi: 13/07/12 07:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Türkiye de geçen yıl yapılan milletvekili seçimlerinin üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçti. Sayın Erdoğan'ın söylediği gibi dönem "Ustalık" dönemi. AK Parti 2011 seçimlerinde müthiş bir başarı elde etti. Kolay değil %49.95 oy oranını yakalamak, yani 21.466.356 oy sayısını almak. Bir başka değişle Türkiye seçmeninin yarısının güvenini kendi lehine çekmek. Üst üste üç seçimden tek başına iktidar çıkmak. Bu önemli bir olay. En başta kimseye nasip olmayacak bir güven kazanımı. Bu güven sadece halkın güvenini kazanmak değil elbette. Güven olgusunun bir diğer tarafı daha var. Kendine olan güveni daha da kazanmak, daha da artırmak. O denli bir güven ki kimseyi takmamak. Her sözle yeni emirler, yeni yasalar, eskilerin söylemiyle yeni "Fermanlar buyurmak".

Türkiye kendi içinde tek kişinin istediği şekilde yaşamayı tartışırken, yurt dışında da kendine aşırı güvenmenin zaaflarını bir nevi ters tepmesinin sancılarını hissediyor. "Komşularla sıfır sorun" yaklaşımı artık yerini komşularla "SIRF" sorun anlayışına bıraktı. Uluslar arası alanda olması gereken uyum ve uzlaşı yöntemleri biz biliriz, biz yaparız düşüncesi ile törpüleniyor. Türkiye, Ortadoğu da yükselen bir güç. Bu bir gerçek. Ama bu bölgede stratejik düşünceleri ve emelleri olan bir de ABD var. Ki bu ABD, bu bölgede kendi amaçları için girdiği her ülkede başarısız olmuş. Bu başarısızlığın sonucunda, Ortadoğu da kendisi yerine görev yapacak bir güç istiyor. Bu güçte Türkiye.

Filistin'e yardım götüren " Mavi Marmara" isimli Türk gemisi 31 Mayıs 2010 günü İsrail'li askeri kuvvetler tarafından batırıldı. İsrail'li yetkililerin uyarılarına rağmen gemi yolundan sapmadı. Gemide 32 farklı ülkeden 663 yolcu vardı. Yolculardan 9'u öldürüldü. Yaralananlar oldu. Elbette böylesi bir olayı tasvip etmek mümkün değil. Fakat tüm uyarılara rağmen, devam kararı almak sonuçta hiçte istenmeyen olayların yaşanmasına sebep oldu. Türkiye bir özür bekledi. Hükümet kanadı çok sert mesajlar verdi. Özellikle Başbakan Sayın Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu İsrail'den bazı taleplerde bulundular. 7 talebin 5 tanesi gerçekleşir gibi oldu. Ama özür ve tazminat yok.

Son günlerde benzer bir olay gündem de Türkiye de. Türkiye ile her kademede iyi ilişkileri olan Suriye, Türkiye'nin uçağını düşürdü. İki şehit var. Yine mesajlar, sert sözler söylendi. Ağız birliği "Gereken yapılacak" noktasında birleşti. Ama gerekenin ne olduğu ve ne yapılacağını henüz bilen yok. Hatta en önemli nokta; Uçağın bu bölgede neden keşif yaptığı ile ilgili gerçekçi hiçbir bilgi paylaşımı olmadı.

Suriye ile Türkiye arasında zaman zaman PKK yönünden sıkıntılar yaşandı. 16 Eylül 1998'de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Sayın Atilla Ateş şunları söylüyordu. "Türk Devleti olarak komşularımızla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Bu iyi niyetimize rağmen bazı komşularımızla, özellikle ismini açıkça söylüyorum, Suriye gibi komşular, iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek Türkiye'yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Türkiye beklediği karşılığı almazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır. Artık sabrımız kalmadı".

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Sayın Atilla Ateş'in bu konuşması üzerine Sayın Ahmet Davutoğlu bir makale yazar. Bu makalesinde sağduyu çağrısı yapan Sayın Davutoğlu şu cümlelerle bu düşüncesini destekler "Bir komşuyu yok saymak ya da sürekli bir gerginlik diplomasisi yürütmek aslında bir zaafın işaretidir. Gergin ilişkilerde inisiyatif kullanabilen taraf ayni zamanda kendine güvendiği ve gücünden şüphe etmediğini de göstermiş olur. Türkiye'nin Suriye üzerindeki etkinliği biraz da Ortadoğu bölgesinin geneli üzerindeki etkinliğine bağlıdır". 14 yıl önce düşünceleri bu yönde olan Sayın Ahmet Davutoğlu bugün Türkiye Dışişleri Bakanı ve düşürülen Türk Jeti ile ilgili olarak "Uçağın düşürülmesi, cezasız kalmayacak bir suçtur" diyor. Yani daha önce yaptığı sağduyu çağrısının tam tersini seslendiriyor. Ve yine söz konusu yazısında Ortadoğu da, NATO ve ABD yanlısı politikaların yanlış olduğunu ve Türkiye'nin kendi çıkarlarının ön planda olacağı bir yol izlemesinin gerekliliğini de anlatıyordu. Ve yine bu düşüncelerinden 14 yıl sonra bugün "Türkiye sınırına yönelik bir saldırı NATO'ya saldırıdır" diyebiliyor.

Peki, bunun adı nedir? Dün dündür, bugün bugündür yaklaşımı olabilir mi? Yoksa ortada iç siyasete bağlı bir özgüven mi var? Bu özgüven kendi politikasından, uzlaşıdan, komşularından, sıfır sorundan daha mı güçlü?

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Erçin ŞAHMARAN yazıları