13. maaş hangi esas ve kıstaslara göre vergilendirildi?

Yayın Tarihi: 08/02/11 08:09
okuma süresi: 13 dak.
A- A A+

Aylardan beridir onüçüncü maaşların ödenip ödenmemesi tartışmaları Maliye Bakanlığı'nın 31 Ocak'ta ve 1 Şubat'ta yapmış olduğu ödeme sonucu gündemden kısmen kalkmıştır.

Kısmen diyorum çünkü bu defa da emeklilerden bu ödemeler dolayısıyla vergi kesilip kesilmediği, çalışanlardan da hangi esas ve kıstaslarda kesildiği, bu kesintilerin yasalara uygun olup olmadığı konusunda yeni bir gündem oluşmuştur.

Bu nedenle, öncelikle onüçüncü maaşın yasalarımızdaki durumu hakkında bazı tarihsel bilgileri özetlemeye ve daha sonra vergilendirme kurallarına ilişkin bilgiler vermeye çalışacağım.

1- Onüçüncü Maaş İkramiyesinin Tarihsel Geçmişi:

"Onüçüncü Maaş" olarak tanımlanan ödemenin 7/1979 sayılı Kamu Görevlileri Yasası'nın 24. maddesinde tanımlanması "Onüçüncü Maaş İkramiyesi" olarak yeralmaktadır. Nitekim, adı edilen Yasa'nın 24(2). maddesinde onüçüncü maaşın, tahsisatlar hariç olmak üzere, Aralık ayı maaşına eşit tutarda her yıl sonu verilen bir ikramiye olarak ödendiği ayrıca açıklanmıştır.

Ayni maddenin (3). fıkrası ise, çalışanların bu ikramiyesinden gelir vergisi dışında başka herhangi bir kesintinin yapılmayacağına ilişkin kural içermektedir.

Ayrıca, bu maddenin (6). fıkra kurallarına istinaden onüçüncü maaş ikramiyesinin emekli kamu görevlilerine de ödeneceği belirtilmiştir.

Benzeri kurallar Sosyal Sigortalar Yasası'nda da yeralmıştır.

Maalesef, sözkonusu ödemeler Aralık ayı yerine 31 Ocak ve 1 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilmiştir.

Onüçüncü maaş uygulaması sadece KKTC'ne münhasır bir uygulama değildir.

Bu uygulamanın benzeri uygulama Güney Kıbrıs Yönetimi'nde de yıllardan beri mevcuttur.

Bildiğim kadarıyla yaklaşık 40 yılı aşkın bir süreden beri tüm Kıbrıs'ta uygulanan onüçüncü maaşın dayandığı en önemli gerekçelerinden bir tanesi Kıbrıs Cumhuriyeti dönemine kadar olan sürede devlette ve çeşitli sektörlerde çalışan değişik statülerdeki hizmetlilerin ücretleri daha çok haftalık esasa göre hesaplanarak ödenmekte idi.

Bu kapsamdaki ödemeler sonucunda hizmetliler 52 hafta esası üzerinden ücret geliri alırlarken, aylık esasta ücret alan hizmetlilerin yıllık gelirleri 48 haftalık olarak hesaplanmakta idi.

Nitekim, 20 Eylül 1972 tarihinde 1961 Türk Cemaat Meclisi Şahsi Vergiler (Gelir Vergisi) Kanu'nu uyarınca yayımlanan ve birçok maddeleri halen yürürlükte bulunan "Gelir Vergisi (Ödeneklerden Vergi Tevkifi) Nizamnamesinin 4. maddesi kuralları bu konuya ilişkin kurallar içermektedir.

Diğer bir anlatımla, haftalık esasla ücret alanlar, aylık esasla maaş alanlardan her yıl 4 hafta, yani bir aylık daha fazla ücret elde ediyorlardı. Bu anomalinin giderleştirilmesi için de aylıkçılara bir aylık ek ücretin ödenmesi ile mümkün oluyordu.

İşte bu nedenlerden dolayıdır ki bu ödenekler ilgili mevzuatta "ikramiye" olarak da tanımlanmaktadır.

Örneğin, haftalık esasta 350 TL haftalık ücret alan bir hizmetlinin yıllık toplam geliri (350 x 52) 18.200 TL olarak gerçekleşirken, aylık esasta 1.400 TL aylık maaş alanların yıllık toplam geliri (1.400 x 12) 16.800 TL olarak gerçekleşmiş olmaktadır.

Yani aylık esasta maaş alan bir hizmetli haftalık esasta çalışan bir ücretliden yılda bir aylık maaş daha az gelir elde etmektedir.

Bu uygulama ile ilgili diğer bir gerekçe ise tüm ücretlilerin vergi hesaplamalarında kişisel işletmelere tanındığı gibi görevleri dolayısıyla yapmak zorunda oldukları bazı zorunlu giderlerinin maaş, ücret v.s ödeneklerinden vergi öncesi indirim yapılmasına vergi yasalarının izin vermemesi dolayısıyla daha ağır ve aylık peşin vergi ödemelerine tabi tutulmaları dolayısıyla yıl içinde meydana gelmesi muhtemel borçlarının ödenmesine bir tür sosyal katkıda bulunulması olarak gösterilebilir.

Gelişen sosyo-ekonomik durumlar ile çalışanların haklarının iyileştirilmesi ve sendikalaşma etkinliklerinin dünyadaki gelişimi sonucunda bu konudaki benzeri ödenekler özel sektördeki bazı kurumlar tarafından da yürülüğe geçirilmiştir.

2- Onüçüncü Maaş İkramiyesinin Vergilendirilmesi:

31 Ocak ve 1 Şubat tarihlerinde kamu görevlilerine, devlet ve sosyal sigorta emeklilerine yapılan onuçüncü maaş ikramiyesi ödeneklerinden Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen Gelir Vergisi (Değişiklik No:2) Yasasına rağmen vergi kesintisi yapılmasına Maliye Bakanlığı talimatıyla Gelir ve Vergi Dairesi tarafından vergi kesintisi yapılmasına maalesef devam edilmiştir.

Bahse konu Yasa Değişikliliğinin 13 Ocak 2011 tarihinde iptal edilmiş olmasına rağmen 31 Ocak ve 1 Şubat 2011 tarihlerinde yapılan onuçüncü maaş ikramiyelerinden sanki ilgili Yasa Değişikliliği yürürlükte imiş gibi vergiye tabi tutulmasının hiçbir mantığı veya yasal dayanağı yoktur.

Yapılmış olan bu vergilendirme işlemi Esas Yasa olan 24/1982 sayılı Gelir Vergisi Yasası'nın kanaatimce aşağıdaki kurallarına aykırı olup, bu konudaki vergi kesinti işlemleri yapılması Maliye Bakanlığı ve Gelir ve Vergi Dairesi tarafından idari yetki aşımı ve/veya yetkiyi kötüye kullanma olduğu görüşündeyim.

(A) 24/1982 Sayılı Gelir Vergisi Yasası'nın:

(i) 2. maddesi kuralları genel anlamda KKTC sınırları içinde yerleşmiş gerçek kişilerin bir takvim yılında elde ettikleri kazançların vergiye tabi olduğunu belirtmiştir. Yani bir vergilendirme dönemi 12 takvim ayını aşamaz;

(ii) Emekli ödeneklerinin vergilendirilmesi için Gelir Vergisi Yasası'nın değiştirilmiş olan 6(3). ve 6(4). maddeleri 13 Ocak 2011 tarihindeki iptal kararından sonra bu ödenekler tekrardan Gelir Vergisinden istisna tutmuş olup bu tarihten sonra yapılan ve vergi istisna kapsamına giren emekli ödenekleri vergi kesintisine tabi tutulamaz;

(iii) 31(1). maddesi ve diğer ilgili kuralları vergi kesintisini "ödenen ücretlerden" yapılmasını zorunlu tutmuş olup nakden veya hesaben ödenmemiş ücretlerden veya ödeneklerden vergi kesintisi yapılması mümkün değildir.

(iv) Vergi kesintisi kurallarını düzenleyen 29(1). madde kuralları şöyledir; "31. madde uyarınca vergi kesintisi yapmak zorunda olanlar herhangi bir zamanda yaptıkları ödeme veya tahakkuk ettirdikleri kazanç veya iratlar ile bunlardan kestikleri vergileri içeren Stopaj Beyannamesini ve kesilen vergileri en geç ödemenin veya tahakkukun yapıldığı ayı izleyen ayın 15'inci gününe kadar Vergi Dairesine vermek ve 53(4). maddesi gereğince kesilen vergileri de en geç bu tarihte ödemek zorundadırlar. Aralık 2010 sonunda ödeme yapılmadığı için 15 Ocak 2011'de bu konuda herhangi bir beyanname verilmesi sözkonusu olmadığı gibi kesilen vergilerin de Gelirler Hesabına bu tarihte ödenmiş olması mümkün değildir.

(v) 39(3). maddesine istinaden kesilen vergilerin, kesintinin yapıldığı anda tarh olunur kuralını içermektedir.
Ödeme fiilen yapılmadan vergi kesintisi yapılması mümkün olmadığına göre, onüçüncü maaş ikramiyesi de Aralık 2010 ayında ödenmediğine göre vergi kesintisinin Aralık ayında yapılmış gibi işleme tabi tutulması mümkün değildir.

(B) 27/1977 sayılı Vergi Usul Yasası'nın:

(i) 114(1). maddesine istinaden kayıtlar her hesap dönemi sonunda kapatılır ve ertesi dönem başında yeniden açılır. (Hesap kapama dönemi de 31 Aralık olduğuna göre 2010 yılı hesapları kapatılmıştır);

(ii) 114(2). maddesi kuralları "hesap döneminin" normal olarak takvim yılı olduğunu bir kez daha vurgulamıştır. Yani hesap dönemi 1 Ocak-31 Aralıktır;

(iii) 20. maddesi kuralları "vergiyi doğuran olay!" vergi alacağının Vergi Yasası'nın vergiyi bağladığı olayın gerçekleşmesi veya hukuki durumun tamamlanmasıyla meydana geldiğini açıklamıştır. Yani vergiyi doğuran olay ödemenin nakden veya hesaben yapılması, işletmelerde ise malın veya hizmetin teslim edilmesi ile oluşur;

(iv) 31(3). maddesi de "net ücret anlaşması" (verginin işveren tarafından ödenmesinin taahhüt edilmesi) çerçevesinde yapılan ücret ödemelerinde vergi kesintisi hesaplamasını "bilfiil ödenen ücret" esasına bağlamıştır;

(C) Maliye Bakanlığı'nın vergi kesintisini "tahakkuk" tarihini dikkate alarak yaptığı iddiası olması halinde bu iddia genel kabul görmüş muhasebe ve vergi hukuku kuralları ile bağdaşmamaktadır. Tahakkuk esası, şirketlerin kendi aralarında veya diğer gerçek veya tüzel kişilerle yaptıkları gelir ve gider esaslarına ilişkin olarak mal veya hizmetin teslimi için düzenlenen işlemlere münhasırdır. Bu konuda T.C. Danıştay Kararı da bunu en açık şekilde açıklamaktadır.

(D) Ayrıca, Boğaziçi ve İstanbul Üniversiteleri Profesörü Sn. Kenan Bulutoğlu'nun "Türk Vergi Sistemi" (Beşinci Baskı – Fakülteler Matbaası, İstanbul-1976) isimli kitabının 133'üncü sayfasında aşağıdaki açıklamaya yer vermiştir. "Ücretin ve ücret sayılan menfaatlerin vergi konusu olması için işverenin, iş görene ücret vermiş olması (menfaatleri sağlamış olması) şarttır. Burada gelirin elde edilmiş sayılması için alacağın gerçekleşmiş olması değil, menfaatin sağlanmış, paranın fiilen ödenmiş veya tahsisle âmâde tutulmuş olması şarttır."

Yukarıdaki yasal dayanak ve içtihatlara istinaden bir ücretin veya ücret sayılan bir ödemenin vergilendirilebilmesi için fiilen hak sahibine ödenmesi ve vergi kesintisinin ödeme anında yapılmasını açıkça belirtmektedir.

Özetle, onüçüncü maaş ikramiyesinin hak sahiplerine 31 Ocak ve 1 Şubat 2011 tarihlerinde fiilen ödenmiş olduğuna göre vergi kesintisinin de bu tarihte yapılması gerekirdi.

Ancak, Gelir Vergisi (Değişiklik No.2) Yasası'nın 13 Ocak 2011 iptal edilmesi ile emekli maaşlarının vergi istisna kapsamına tekrardan girdiği için bahse konu ödeneklerden vergi kesintisi yapılmaması gerekirdi.

Hal böyle olmasına rağmen, 13 Ocak 2011 tarihinden bahse konu ödemlerin yapılacağı tarihe kadar geçen 17 günlük sürede Maliye Bakanlığı tarafından bugünkü teknolojik olanaklar da kullanılarak çalışanların Ocak 2011 ayı ödeneklerinde ve emekli ödeneklerinin vergi yükümlülüklerine ilişkin hesaplama ve muafiyet işlemlerini de düzeltilebilirdi.

Ancak, sudan mazeretlerle Maliye Bakanlığı bu düzeltmeleri yapma yönüne gitmemiş ve bu durumu "kısa günün kârı" olarak kullanmıştır.

Geçen haftaki "Vergi İptal Davasından Sonra Cevaplandırılması Gereken Hususlar" başlıklı yazımda sormuş olduğum soruların nedeni Anayasa Mahkemesi kararı ve öngörmüş olduğu hukuk ilkeleri sonrasında vergi kesintilerine ilişkin işlemlerin düzenlenip düzenlenmeyeceği ve bunun nasıl yapılacağı hususunda Maliye Bakanının görüşlerinin ne olduğu hususunda komuoyunun bilinçlendirilmesi idi.

Maalesef bu konuda hiçbir cevap veya açıklama yapılmamıştır.

Diğer bir anlatımla, Anayasa Mahkemesinin vurgulamış olduğu "hukukun üstünlüğü ve hakların korunmasına" ilişkin kurallara gerekli ilgi gösterilmemiş, bunun yerine "ben yaparım olur" düşüncesi devam ettirilmiştir.

Kaldı ki, Emekliler Eşgüdüm Komitesinin Anayasa Mahkemesinde açmış olduğu 23.09.2010 tarihli ilk oturumda Maliye Bakanı Sn. Ersin Tatar'ın ve Başsavcı Yardımcısı Sn. Ersoy Ölçter'in davanın emekliler leyhine sonuçlanması halinde 1 Eylül'den itibaren kesilen vergilerin de hak sahiplerine iade edileceğine ilişkin Mahkeme huzurunda vermiş olduğu ve çok açıkça ifade edilen taahhütleri vardır.

Diğer bir anlatımla, bu taahhüt emekliler ile hükümet arasında aktedilen bir sözleşme olup sözleşme hilâfına hareket edenler hakkında ne gibi işlemler yapıldığı hakkında KKTC hukukunda yasalar mevcuttur.

Hükümet yetkililerinin vermiş olduğu söz ve tekliflere rağmen gerekeni gerektiği gibi yapmamaya veya aksini yapmaya devam ettiği sürece halkın hükümete olan güveni azalmaya devam edecektir.

Sosyo-ekonomik kalkınmanın temeli güvendir.

Güvenin olmadığı yerde ekonomik kalkınma ve sosyal gelişme olamaz.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.