Ekonomik daralma durumlarında vergi yükünün etkileri

Yayın Tarihi: 24/09/12 07:00
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+
İşletmeler, ticari faaliyetlerini yürütürken her zaman mal veya hizmet satışlarının hasılatlarını azami düzeye çıkarmak, buna karşın da maliyetlerini asgari düzeye çekmek veya bu düzeyde tutmak için çaba gösterirler.

Sonuçta, bu çalışmalar işletmelerin brüt satış karlarını oluşturur. İşletmelerin brüt satış kârlarının üzerine, varsa sair gelirler eklenir ve ilgili dönemde kârın elde edilmesi ile ilgili yapılan harcamalar ve vergi mevzuatının tanıdığı miktarlar brüt kârdan düşülmek suretiyle işletmelerin yıllık Net Kârı veya Net Zararı saptanır.

İşletmelerin, net kârları olması halinde bu kârlar üzerindeki devletin alacak payı hakkının hesaplanarak vergi karşılığı ayrılması ve ödenmesi gerekir. Devletin bu kârlar üzerindeki alacak payı haklarına kurumlar vergisi ve/veya gelir vergisi denir. Hesaplanan bu vergi, işletme sahibi, ortakları veya şirketin tüzel kişiliğinin tasarrufundan çıkarılarak bir defada veya belirli sürelerde devlete ödenir. Diğer bir ifade ile devlet sermaye koymadan işletmelerin bir tür doğal ortağıdır.

Devlete ödenen vergi miktarı, işletmelerin bu vergiyi hesaplamak amacıyla elde ettiği dönem Net Kârına veya Net Mali Kârına bölünmesi suretiyle işletmenin vergi terminolojisi tanımıyla elde ettiği Net Kazancı üzerinden ne kadarlık bir oranda vergi ödediğini gösteren rakam, işletmenin "vergi yükünü" oluşturur. Vergi yükünün saptanması aşağıda belirtilen iki türde hesaplanması halinde işletme yetkililerine daha gerçekçi veriler sağlamak bakımından önemlidir.

  1. Ödenen Verginin Net Ticari Kâra olan vergi yükü oranı;

  2. Net Mali Kâra olan vergi yükü oranı.

Vergi yükü kavramları arasındaki fark şöyledir. Vergi yükünün Net Ticari Kâr oranı esası, işletmenin vergi mevzuatındaki gider kısıtlamaları ve/veya teşvik amaçlı indirim veya muafiyetler dikkate alınmadan yukarıda belirtildiği şekilde hesaplanan miktardır. Vergi yükünün Net Mali Kâr oranı ise ilgili Net Ticari Kazançtan geçmiş yıl veya yılların zarar mahsubu (5 yıla kadar) yapıldıktan, vergi mevzuatının öngördüğü yasal amortismanlar, yatırım indirimleri v.s. teşvikler dikkate alındıktan sonra hesaplanan miktardır.

Birinci türde yapılacak hesaplama normal ticari işlemler sonucu ödenmesi gereken vergi yükü oranının, ikinci türdeki vergi mevzuatının işletmelere sağladığı dolaylı veya dolaysız teşvikler sonucu ödenmesi gereken vergi yükü oranından çok daha yüksek olduğu açıkça görülecektir. Diğer bir anlatımla, söz konusu vergi yükü oranı vergi mevzuatındaki indirimler ve teşvikler ile büyük ölçüde düşmektedir; yani devlet Net Kazanç toplamı üzerinden alması gereken vergilerden işletmelerin "doğal ortağı olması" nedeniyle işletmeler leyhine dolaylı olarak bir tür vergi fedakârlığı yapmaktadır.

Ayrıca, ekonomik planlama yapılırken devletin sosyal güvenlik fonları ile gümrük ve diğer fonlara ödenen prim ve katkı payları ile stopaj yöntemi ile peşin ödenen ancak mahsubu veya iadesi yapılamayan miktarların da vergi yükü hesaplanmasında dikkate alınması gereken unsurlardır. Bugünkü yazımın içeriği sadece gerçek anlamdaki dolaysız vergilerin yarattığı vergi yüküne ilişkin olup bu konu hakkındaki görüşlerimi daha sonra açıklamaya çalışacağım.

Verginin işletmeler bakımından bir maliyet unsuru olduğu ve vergi mevzuatı uyarınca gider olarak indirilmesi mümkün olmadığı gerçeği dikkate alındığında, bu maliyeti asgariye indirmek için işletmeler vergi mevzuatında yer alan haklardan faydalandıkları zaman Anayasa'nın ve diğer yasaların kendilerine sağlamış olduğu bir haktan yararlanmış olurlar. Ancak, ödemeleri gereken vergi miktarını asgariye indirmek amacıyla yasaların dışına çıkıldığı veya yasalara aykırı işlem yapıldığı zaman ise işletmeler devletin, yani kamunun, hakkı olan vergi alacağını haksız bir şekilde kendi tasarruflarında tutma girişimlerine ilişkin eylemler sadece devletin bütçe gelirlerini azaltmaz, ayni zamanda benzeri konumda olan işletmelerin ödedikleri vergi miktarları birbirinden açık şekilde farklılık gösterdiği için kayıtdışılık yanında haksız rekabet unsurunu da ortaya çıkarır. Hiç şüphesiz gelir kaybını ve haksız rekabeti önlemek de devletin en başta gelen görevidir.

Devletin gerçek vergi alacağı hakkını tahsil etmesi ve eşit rekabet koşullarını yaratmak için yapacağı yasal düzenlemelerle, eğitimli, vergi ilmine vakıf, vizyon sahibi ve mesleğine bağlı vergi inceleme elemanlarının görevlendirilmesi ile mümkündür. Yoksa geçici işçilerle değil vergi incelemesi yapmak, basit tahsilâtlar yapmak veya herhangi bir belgeye imza atmak dahi yasal değildir çünkü görev, yetki ve sorumlulukları Kamu Hizmeti Komisyonu tarafından tayin edilmeyenler "geçici işçi" statüsünde oldukları için yasalarla saptanmış hiçbir yetkileri yoktur.

Ek mesailerin kısıtlanması, ücretlerin dondurulması, düşük maaşlarla personel istihdam edilmesi ile hayat pahallılığının tırpanlanması haricinde aşırı harcamaların azaltılması ve vergi gelirlerinin mâkul ve mantıklı düzeyde düzenlenmesi için şimdiye kadar hükümetin gerçek anlamda hiçbir kapsamlı tasarruf önlemi ile yönetsel veya vergisel düzenleme yapmadığı gözlemlenmektedir. Üstelik geçici ve sözleşmeli personel ile birkaç günlük kuruluş geçmişi olan şirketlerden sözde hizmet alımları ve resepsiyonlar için yapılan harcamaların sınırı çoktan aşılmıştır. Kaldı ki bu konularda bütçeye rakamlar konmuş olsa dahi bu harcamaların yapılmasına gerekçe değildir. Önemli olan bütçenin gelir kaynağının miktarıdır ki bu hiç de iç açıcı değildir.

Bugünkü ekonomik tıkanıklığın en önemli unsurlarından bir tanesi piyasada dönen nakit paranın azlığıdır. Bununda başlıca nedenlerinden bir tanesi hükümetin projeler v.s. yöntemlerle piyasaya taze para enjekte etmemesi, aldığı vergileri gelişi güzel harcaması ve tüketici pozisyonunda olan çalışanlara harcayabilecekleri kaynak aktarmamasıdır.

Ayrıca, KDV v.s. dolaylı vergi türlerinde ve fonlarda hiçbir indirime gidilmemesi de halkın harcamalarında azalmalara neden olmakta, işletmelerin ciroları hızla düşmektedir. Başka önemli bir unsur ise halkın hükümete duyduğu güvensizliktir. Maalesef gerek icraatları gerekse vermiş olduğu yazılı ve sözlü hiçbir taahhüde sadık kalmamasının yarattığı psikolojik durum herkesi harcama yapmamaya sevk etmektedir; çünkü herkes yarının ne olacağını bilmemektedir. TC ile imzalanan mali protokol içeriğinin büyük bir kısmına bile uymama eğilimi gösterilmektedir. Varsa yoksa oturdukları siyasi koltukları ne pahasına olursa olsun korumak için plansız ve programsız icraatlar yapmak ve ekonominin kalkındığına kendilerini inandırmaktır.

Sosyo-ekonomik kalkınmamızın esasını teşkil eden vergilerin yeniden düzenlenmesi için genel bir vergi reformuna ihtiyaç vardır. Bu konuda hükümet tarafından oluşturulan veya oluşturulması gereken Ekonomik Koordinasyon Kurulunun da bu hususta herhangi somut bir çalışmasını henüz görmüş değilim. Zaten bu Kurulu oluşturan müsteşarların günlük işlerle uğraşmaktan geriye ne düşünecek ne de üretecek zamanları kalır. Kaldı ki, mali ve ekonomik uzmanlardan veya sivil toplum örgütleri temsilcilerinden yoksun bu oluşumdan pek fazla bir şey de beklememek gerekir.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.