Vergi hukuku düzenlemelerinde hatalara ve makyajlamaya devam... (1)

Yayın Tarihi: 11/08/14 08:00
okuma süresi: 12 dak.
A- A A+
Birçok kişilerin ve işletmelerin çeşitli zamanlarda ve mekânlarda bana yöneltmiş oldukları sorulara topluca cevap vermek ve bu konuda yasa yapıcılarının bilgi ve becerilerini göstermek için 4 Temmuz 2014 tarihinde Resmi Gazete'de 50/2014 sayılı yasa olarak yayımlanmış olan Gelir Vergisi (Değişiklik) Yasası'na ilişkin detaylı eleştirilerimi halkımızla paylaşmaya karar verdim.

Yasalar düzenlenirken iki temel unsur çok önemlidir. Bunlardan bir tanesi yasal düzenlemeyle gerçekleştirilmek istenen amaç, diğeri ise yasa içeriğinin hukuk lisanına ve atıflarına uygun olmasını sağlamak suretiyle bu amacın anlaşabilir bir içerikte olmasıdır. Bu nedenle, başta tasarıları hazırlayan bürokratlar olmak üzere diğer yasa yapıcıları maalesef bu özelliğe dikkat etmemekte, dolayısıyla yasanın anlaşılması ve uygulanması çok zor olmakta, hatta bazı hukuki mağduriyetlerin oluşmasına neden olmaktadır.

Özellikle son yıllarda vergi hukukuna ilişkin yapılan düzenlemelerin hatanın anormal derecede arttığını geçmiş haftalardaki yazılarımda ve davet edilmiş olduğum TV programlarında örnekler de vererek yetkililerin, ilgililerin ve halkın bilgisine getirmek suretiyle açıklamaya çalıştım.

Her geçen gün özellikle de vergi hukuku konusundaki yasal düzenlemelerin hazırlanmasında yapılan hataların artış göstermeye devam ettiğini ve bu konuda hiçbir önlem alınmadığını görmekteyim. Bunun başlıca nedeni, mesleki bilgi ve tecrübe eksikliği, araştırma ve inceleme yapma isteksizliği ile adeta tüm KKTC'ni teslim almış olan "iki dudak arası" uygulamalarla "ben yaparım olur" anlayışıdır. Kamu hizmetlerinin her geçen gün artan verimsizliğinin nedeni de belirtmiş olduğum özelliklerin birçok üstkademe görevlilerinin atanmasında liyakat, mesleki bilgi, tecrübe ve eğitime gerekli önemin verilmemesinin sorunların başında geldiği görülmektedir.

Bu özelliklerin yerine, seçimler öncesi kavşaklarda siyasi parti bayrakları ve /veya arabalarının ön camına parti kurdelesi asanların veya sözde "ben sizdenim" diyenlerin üstkademe yöneticiliği atamalarında tercih edilmesi aslında ülkenin temeline dinamit koymaktadır. Tüm siyasiler bu gerçeği bilmelerine rağmen maalesef hiçbir önlem alınmaması da çok dikkat çekmektedir.

Bu haftadan itibaren eleştirmeye başlayacağım hususlar, 4 Temmuz 2014 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve geçen hafta tarımsal sektörlerde faaliyet gösteren vergi yükümlüleri hakkında yapılan yasal düzenlemeler hakkındaki 50/2014 sayılı Gelir Vergisi (Değişiklik) Yasası'nın birçok eksik ve/veya hatalı düzenlemeleri olacaktır.

Bunlar şöyle özetlenebilir:

  1. Esas Yasanın 4(1)(c). maddesinde kıdem tazminatıyla ilgili sendikalar ile kamu kuruluşları toplu sözleşme yapılmasına son verilmesine ilişkin yapılan 3 satırlık bir değişiklik için bu konudaki 51 satırdan oluşan bu maddesinin tümünün kaldırılıp tekrar aynisinin yazılması "işgüzarlıktan" "işbilmezlikten" ve/veya her türlü israftan başka bir şey olamaz.

  2. Vergiye bağlı "Ücretlerin" tanımında kullanılan "her türlü hizmet karşılığı" ile "herhangi bir hizmet karşılığı" kelime dizileri arasında ne gibi bir anlam farkı vardır ki ayni anlamı taşıyan cümlelerin mükerrer kullanılmasına gerek görülmüştür? Üstelik de Esas Yasada yeralan "hizmet aktine bağlı" ifade neden çıkarılmıştır? Bu durumu biri lütfen açıklasın. Esas Yasada olan bu tanımlama birçok ülkenin benzeri mevzuatında "hizmet akdi karşılığı" ifadesi ile bulunmakta olup bu neden çıkarılmış ve ilgili kuralın tanımı zayıflatılmıştır?

  3. "İşe devam ederken alınan kıdem tazminatı ödeneğinin, çalışma hayatına devam ederken ödenmesi halinde vergiden muaf tutulması için düzenleyen üç satırlık koşul kuralında "işveren tarafından" ifade edileceği yerde "ödeyen tarafından ifade edilecek şekilde düzenlemiş olması hatalı bir tanımlamadır. Çünkü, "ödeyen" ile "işveren" tanımlaması arasında çok büyük anlam farkı vardır. "Ödeyen" bir kurumda veya işletmede işverenin yönetiminde çalışan herhangi bir görevli kişiyi anlatırken, bu kişinin yönetsel karar verme yetkisi bulunmadığı için vergi kesintisi yapma bakımından sorumlu tutulması mümkün değildir. Nitekim bu tanımlama yerine Esas Yasa'da mevcut olan "işveren" kelimesinin tanımlaması bu Yasanın 4(1)(c). maddesinin (v) altbendinde öteden beri yeralmış olan (v) açıklanmıştı. Bu açıklama yapılmış olduğuna göre "işveren" kelimesi yerine "ödeyen" kelimesinin kullanılmış olması sadece kafa karıştırır ve bu düzenlemeyi yapanın hukuk bilgisinin düzeyinin düşüklüğünü gösterir.

Özetle, "işveren" vergi stopajını (kesintisini) yapmakla yükümlü sorumlu makamı anlatırken, "ödeyen" kelimesi sadece ücret bordrosunu hazırlayıp ödemeyi yapan bir hizmetliyi ifade ettiğinden vergi kesmekle yükümlü vergi sorumlusunu (yani işvereni) kapsamamaktadır. Çünkü "ödeyen" kişinin "işverenin" talimatları doğrultusunda görev yapan birisi olup bu iki taraf arasındaki basit ancak önemli farkın öneminin bile gözetilmemiş olması düşündürücüdür. Nitekim, bu konunun önemi dikkate alınarak benzeri tanımlama Vergi Usul Yasası'nda da açıklanmıştır. Kahvehane veya mahalle lisanı ile hukuk lisanı arasında büyük farklılık olduğu gerçeğine kılavuzların dikkat etmeleri gerekir.

  1. "Taşınmaz mal satış kazançlarını" düzenleyen 4(1)(f). maddesinin (iii) altbendinin 2'ci paragrafında yeralmış olan "her hisse satışı bir adet taşınmaz mal satışı olarak değerlendirilir" kuralı hatalı ifade edilmiştir; çünkü "her hisse satışı" şirket paylarında (hisselerinde) kullanılan bir ifade olup bu düzenlemenin "her taşınmaz mala ilişkin hisseli satışının bir adet taşınmaz mal satışı olarak değerlendirilir" şeklinde düzenlemesi gerekirdi. (Öngörülen kuralın içeriği ise ayrı bir tartışma konusudur.)

Ayrıca, bahse konu maddenin altbendinin 4'üncü paragrafında yeralan ve istisna koşullarını düzenleyen kelime dizisinde yeralan "…… taşınmaz mal satış değerinin gerçekleştiği tarihteki …." ifadede kullanılmış olan "satış değeri kelimelerinden" ne amaçlanmıştır? "Satış değeri" tabirinin tanımlanması neden açıklanmamıştır? Kaldı ki, KKTC vergi ve tapu hukukunda taşınmaz malların iki bedeli vardır. Bir tanesi "satış bedeli", diğeri ise "rayiç bedeldir". Nitekim, vergi hesaplamasın da "satış bedeli" veya "rayiç bedelin" hangisi daha yüksek ise o miktar üzerinden hesaplanacağı Esas Yasa'da kurala bağlanmışken "satış değeri" diye bir ifadenin ortaya atılması sadece uygulamada çeşitli yorumların ve tereddütlerin meydana gelmesine neden olacaktır. Vergi hukukumuzda tapu ve kadastro mevzuatında "satış değeri" diye bir terminoloji yoktur. Bu da bir kere daha gösteriyor ki bu düzenlemeyi yapanların ya yeterli düzeyde mesleki bilgileri, tecrübeleri veya mesleki titizlikleri yoktur.

  1. Taşınır ve taşınmaz mal satış kazançlarının vergilendirilmesinde halk tabiriyle "amatör emlakçı" ve "profesyonel emlakçı" olarak tanımlanan yükümlülük statülerine getirilen bazı rahatlama koşulları arasında yeralan düşük bedelli (aylık asgari ücretin 40 katı altında olan) satışları ile miras veya hibe yoluyla elde edilen mal satışlarının yükümlülerin vergilendirilme statülerini değiştirmeyeceğine ilişkin kurala neden "kamulaştırma" ve "icra yoluyla zorunlu olarak elden çıkarılan mallar da dâhil edilmemişlerdir? Özetle, miras veya hibe yoluyla elde edilen taşınmaz malların daha sonra elden çıkarılmasında "amatör" statüden "profesyonel" statüye geçişi önlemek amacıyla öngörülen bu esas ve kıstaslara satın alınarak veya takas edilerek elde edilen taşınmaz malların kamulaştırma veya icra yoluyla yapılan zorunlu satışlar için bu istisnalar neden getirilmemiştir?

Bu gerçekler nasıl dikkate alınmamıştır? Anlamak mümkün değildir. Esasında ben bunun gerekçesini biliyorum. Her zamanki gibi adalet ve mantık gereği birşeyler verir gibi görülmek ancak vergi kaybı da pek olmayacak şeklindeki düşüncesinin açık bir göstergesidir. Bu düşünce var olduğu sürece bu ülkede hiçbir adaletli vergi düzenlemesinin yapılması mümkün değildir.

  1. Sözkonusu yasal değişiklikle taşınmaz mal satış kazançlarının vergilendirilmesine, vergiden muaf veya istisna tutulmasına esas ve kıstas bakımından o kadar çok değişik koşullar ile süreler getirilmiştir ki bütün bunları Vergi Dairesinde sürekli kaydedecek, izleyecek, anında bilgi edinilebilecek veya önlem alabilecek bir data mekanizmanın oluşturulmasını ve çalıştırılmasını gerçekleştirecek ortamı bugünkü koşullar da olanaksız görmekteyim. Kaldı ki, meydana gelecek bilgi eksiklikleri vatandaşların taşınmaz mal işlemlerinin sonuçlandırılmasını daha da zorlaştıracak, geciktirecek veya bürokratik işlemleri artıracaktır ki bu da halkımız üzerinde olumsuz etkilerin daha da artmasına neden olacaktır. Bütün demokratik ülkelerde uygulanan "Sermaye Değer Artışı Vergilendirmesi" (Capital Gains Tax) kurallarına hala daha KKTC vergi hukukunda yerverilmemesi de geri kalmışlığın en açık göstergesidir. Bu kurallar T.C'de ve Güney komşumuzda da yıllardan beri mevcuttur.

  2. Esas Yasanın 8(2). maddesinde yapılan değişiklikle ilk kez 150 metre kareden küçük konut alan veya inşa eden kişilerin borçlanacakları paranın faizini gelir vergisi matrahından indirim konusu yapmalarına olanak sağlanırken getirilen o kadar çok kısıtlama, formalite ve süre koşulları öngörülmüştür ki yararlanılacak indirimden elde edilecek vergi avantajı, orta sınıf bir vergi yükümlüsü için, yaklaşık 78 TL ile 110 TL civarında olacaktır. Bu yasa amaçları bakımından "Metre Kare" tanımının yasada yapılması ise büyük bir eksikliktir. Şöyle ki, konutun 150 metre karenin kapalı alanları mı yoksa diğer yapıları da mı kapsayacağı konusunda hiçbir açıklık getirilmemiştir. Pekala, konut inşası amacıyla ilk defa bir arsa satın alıp daha sonra sözkonusu boyutta bir konut inşaat edecek olanlara neden faiz indirim hakkı tanınmamıştır? Bu KKTC gerçeklerini görmemezlikten gelmektir. Ülkenin sosyo-ekonomik gerçeklerini göremeyen bir yönetimden halk yararına yasal düzenlemeler yapmasını beklemek mümkün değildir.

Halkımızın büyük bir kesimi genellikle finansal yetersizlikler nedeniyle konut edinimini öncelikle arsa alıp ailenin de katkılarıyla kısım kısım gerçekleştirmektedir. İnşaat yapımı için çok sınırlı ve etkisiz bir miktarda faiz indirimi öngörmek suretiyle vergi avantajı sağlanırken üzerine inşaat yapılacak olan arsanın satın alımı için borçlanılan para, ödenen faizin sözkonusu indirim dışında tutulmasının mantığını anlamak mümkün değildir. Arsa olmadan konut inşaatı yapılmayacağı acaba unutuldu mu? Yoksa herkesin ailesinden elde ettiği bir arsası olduğu kabul edildi?

Yukarıda eleştirdiğim konulara ilaveten daha birçok hatalı ve eksik düzenlemeler hakkında gelecek hafta da açıklamalar yapmaya devam edeceğim. Amacım, bizi yönetenlerin sadece halka söz verdikleri düzenlemeleri yapmama gelenekleri yanında bir de yapar görünmeye çalıştıkları yasal değişiklikleri de halkımızın bilgisine getirmektir.

(Devamı gelecek hafta)

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.