İşletmelerin KDV indirimi çıkmazı (1)

Yayın Tarihi: 04/07/16 08:00
okuma süresi: 12 dak.
A- A A+
2010 yılının başlarından beri ve özellikle GKRY'nin AB üyesi olduğu 2004 yılından itibaren her iktidara gelen hükümet KKTC'de yürürlükte bulunan KDV Yasası ve mevzuatının çağdaş ilkeler paralelinde tadil edilmesi gerektiği konusunda gerek yazılı gerekse görsel basında çeşitli önerilerde bulundum. Tüm gelmiş geçmiş hükümetlerin Maliye Bakanları ve onların kılavuzları vergi kayıpları olacağı endişesiyle maalesef hiçbir yasal düzenleme önerisini dikkate almamışlar, dolayısıyla uluslararası KDV ilkelerikapsamında olması gereken 47/1992 sayılı KDV Yasamızın çağdaş düzenlemelerin gerisinde kalmasına katkılarda bulunmuşlardır.

1992 yılında yasalaşan ve Temmuz 1996 yılından itibaren yürürlükte olan bahse konu Yasa ve mevzuat dünyada meydana gelen ekonomik gelişmelere rağmen gerekli yasal düzenlemeler yapılacağı yerde, her ne hal ise,tüm hükümetlerin yetkilileri halen ve her fırsattaKKTC'nin sosyo-ekonomik kalkınması ile ülkelerle ekonomik rekabet edebilirlikten söz etmeye devam etmekte, hatta bu konuyu hükümet programlarına da almaktadırlar.

Ancak, KKTC'nin bugünkü sosyo-ekonomik durumuna bakıldığızaman ekonominin en etkin enstrümanlarından olan dolaylı ve dolaysız vergilere ilişkin gerekli düzenlemeler zamanında yapılmadığı için KKTC ekonomisinin neden iyiye gitmediği kolayca anlaşılmaktadır.

Bu nedenle, ilgililere ve yetkililere bir kez daha hatırlatmak amacıyla bugünkü yazımın konusunu en son 17 Ocak 2011 tarihinde bu sütunlarda yayımlamış olduğum görüş, eleştiri ve önerilerimeaşağıda tekrar yer vermeyi uygun buldum. Umudum, bugünkü Sn. Maliye Bakanımızın bu görüşlerimin içeriğini dikkate alarak gerekli yasal düzenlemeleri en erken zamanda gerçekleştirmesidir. Bu görüşlerime Sn. Ekonomi Bakanımızın ve mesleki tecrübesi bulunan Gelir ve Vergi Dairesi Müdürü'nün de katılacağına eminim.

"Ekonomik Teşviklerden Bir Tanesi de İşletmelerin İndirilemeyen KDV" Yükünün Giderilmesi Olmalıdır

Devletlerin çağdaş yönetim şekillerinden en önemli olanı makul ve mantıklı (fairandreasonable) uygulama ilkelerine saygı gösterilmesidir. Bu ilkeyi sosyo-ekonomik düzeyde ele aldığımız zaman hükümetlerin kamu giderlerini karşılamak için yasalar çerçevesinde ne kadar vergi tahsil hakları var ise, vatandaşların ve işletmelerin de bu vergilerden menfi yönde etkilenmemelerini sağlamak ve onlara karşı eşit, makul ve mantıklı ilkelere bağlı haklar tanınması da o kadar gereklidir. Aksi halde bu dengeilkeleri Devlet tarafından dikkate alınmazsa o zaman bütçe gereklerini karşılamak amacıyla Re'sen vergilendirme yetkisini (özellikle de KKTC'de olduğu gibi) kullanma veya vergi oranlarını yükseltme veya indirim ile iade veya mahsup haklarını kısıtlama yönüne gidilir. Bu ilkeler yükümlü aleyhine düzenlenirse veya ihlal edilirse bu durumda vergiden kaçınma için çeşitli yöntemlere başvurulur. Şayet bu ilkeler tüketiciler ve özellikle sabit veya dar gelirliler aleyhine gelişirse sosyo-ekonomik durumlarını korumak amacıyla bu kesimler çeşitli yöntemlerle tepkilerini göstermek zorunda bırakılırlar veasgari müşterekte buluşmak anlayışı içinde işletmelerden belge almama gibi vergiden kaçınma yöntemlerine dolaylı veya doğrudan doğruya yardımcı olma eylemine itilmiş olurlar.

Bu nedenlerle yukarıda açıklamaya çalıştığım gerçekler dikkate alındığında hükümetlerin vergi uygulamalarında çağdaş normlaradayalı, "makul ve mantıklı" olma ilkesinin uygulanmasında gerekli hassasiyeti göstermeleri gerekir.

İçerik olarak 1980'li yıllardan beri yürürlükte bulunan bugünkü vergi düzenlemeleri ve uygulamaları için bunu söylemek mümkün değildir. Üstelik her geçen gün yersiz, fuzuli ve savurganlık derecesine varan kamu giderlerini karşılamak için söz konusu ilkelerden uzaklaşılmakta, özellikle de hükümet yetkililerinin "ekonominin önü açılıyor", "yatırımlar artıyor" ve benzeri beyanatlarına karşın halkın inancı ve güveni hızla azalmaktadır. Ekonominin temelini güven unsuru oluşturmaktadır. Bu sağlanmadığı sürece başarı olanağı mümkün değildir.

Bu yasaları ve uygulamaları düzeltme zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmiş olan birçok çağdışı uygulamaya ilişkin örneklerden bir tanesi de yükümlülerin mal ve hizmet teslimleri dolayısıyla KDV'ye tabi işlemler üzerinden "Hesaplanan KDV" toplamından indirilmesi gereken "Yüklenilen KDV" toplamının fazla olması ve yürürlükteki KDV Oranları Cetveli'ndeki oranların Bakanlar Kurulu tarafından"Genel Orandan" daha düşük olarak saptanmış olması nedeniyle "İndirilemeyen KDV'nin", yani her vergilendirme döneminde sürekli tahakkuk eden "Devreden KDV" miktarlarının işletmelerin mali bünyelerinde oluşturduğu olumsuz finansal etkilerdir. Kaldı ki "Genel KDV Oranı" da tartışma konusudur. Yasaya göre %10, Tüzüğe göre %16 olan bu garip durum bile hala düzeltilmemiştir.

1 Ocak 2011 tarihinden itibaren yürürlüğe giren bugünkü KDV Oranları Tüzüğü ile bazı mal ve hizmetlerin KDV oranı sıfıra çekilmiştir. Diğer bir anlatımla, KDV oranı sıfır olan mal ve/veya hizmet teslim eden işletmeler, faaliyetlerini sürdürmek için her türlü mal ve hizmet alımlarında ödemiş oldukları bu vergiyi müşterilerine yaptıkları mal ve hizmet teslimlerinde tahsil etme durumlarının olmamasıdır. KDV'nin hâsılattan gider olarak düşülmesinin mümkün olmadığı kuralından hareketle özellikle sıfır KDV oranı kapsamında mal ve hizmet teslimi yapan ekmekçiler, kasaplar, yemciler v.b. işletmeler ile yabancı ülkeler arasında yolcu taşımacılığı ve her düzeydeki eğitim kurumları ile Genel KDV Oranı altında mal ve hizmet teslimi yapanların her ay indiremedikleri KDV'nin durumu ne olacaktır?

Maalesef bu konuda gelmiş geçmiş Maliye Bakanları bugüne kadar bu konuda gerekli yasal düzenlemeleri yapma girişimlerinde bulunmadıkları gibi çeşitli popülist amaçlar için de bazı mal ve hizmetlerin KDV oranını sıfıra çekmek suretiyle mevcut duruma daha da tuz – biber eklemeye devam etmektedirler. Zaten sıfır KDV kapsamındaki mal ve hizmetler kayıtdışılığa açık kapı bırakırken bir de bahse konu durumdaki işletmelerin ödemiş oldukları KDV miktarlarının da gider olarak bir şekilde indiriminin veya diğer kamu borçlarına mahsubunun yapılmasının yasaklanmış olması dolayısıyla işletmelerin finansal yapıları üzerinde her geçen gün yük oluşturmaktadır. Hal böyle olunca da işletmeler piyasasındaki mevcudiyetlerini koruyabilmek için (yasal bir gerekçe olmasa dahi) kayıtdışılık dolaylı olarak teşvik edilmektedir.

Gerek Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, gerekse tüm AB ülkeleri ve Türkiye Cumhuriyeti KDV yükümlülerinin bu konudaki mağduriyetlerini önlemek amacıyla gerekli yasal önlemleri yıllar önce almışlar ve bu hususta gerekli yasal düzenlemeleri yapmışlardır. Bu konuda gerekli yasal düzenlemelere atıfta bulunmadan önce uluslararası KDV uygulamasında "Vergi İndirimi Mekanizmasının" genel açıklamasıve temel işlevi ile KDV mevzuatımızdaki uygulama hakkında özet açıklamalar yapmak suretiyle ilgililerin ve yetkililerin bilgilendirilmesini veya bilgilerinin tazelenmesini uygun mütalaa ettim.

  1. KDV İndiriminin Genel Açıklaması:

47/1992 sayılı Katma Değer Vergisi Yasası'nın 29. Maddesinde esas itibarıyla iki temel konu düzenlenmektedir. Bunlar:

  • Vergi İndirim mekanizması;
  • Vergi iadesi mekanizması:

Bakanlar Kurulu tarafından KDV Vergi Oranlar Cetveli Tüzüğü'nde %0(sıfır oran) olarak saptanan ve Bakanlar Kurulu tarafından bir Tüzük marifetiyle sadece "temel gıda maddesi" kapsamına birkaç gıda maddesi satışı ile mal ve hizmet ihracatlarına ilişkin olup, satışın(teslimin) gerçekleştiği dönemde indirilemeyen KDV'nin ancak iade edilmesine olanak verilmektedir. İndirimli KDV oranına veya sıfır orana tabi diğer mal ve hizmetler dolayısıyla indirilmeyen bu verginin işletmeler tarafından nasıl giderileceği hakkında herhangi bir kural bulunmamakta, dolayısıyla da KDV yükü sürekli işletmelerin üzerine kalmakta ve telafisi mümkün olmamaktadır.

  1. KDV İndiriminin Temel İşlevi:

Dolaylı bir vergi türü olan KDV'ni diğer dolaylı vergilerden ayıran ve ona üstünlük sağlayan en önemli özelliği, bünyesinde vergi indirimi mekanizmasına sahip olmasıdır. KDV'nin uluslararası özelliği vergi indirimi mekanizmasının ve bu yöntemle işletmeler üzerinde finansal yük bırakmamasının öngörülmüş olması bu çağdaş verginin temelini oluşturmakta olup KKTC'deki uygulama buna tamamen terstir.

Bilindiği üzere KDV sistemi, mal ve hizmet teslimlerinde Devlet adına bu vergiyi tahsil etmekle yükümlü kılınan işletmeler tarafından gerçekleştirildiği, esası üzerine dayandırılmışve genel nitelikteki en yaygın tüketim vergisidir. Bu vergimal veya hizmetlerin üretim ve dağıtım zincirinin sadece ilk aşamasından, ya da yalnızca bir kısım mal veya hizmetlerden alınan bir vergi değildir. Bir mal veya hizmet ilk üretim aşamasından nihai tüketiciye intikal edinceye kadar geçirdiği bütün aşamalarda verginin konusu olmakla birlikte, her aşamada hesaplanan (tahsil edilen) KDV'den bir önceki aşamada yüklenilen (ödenen) KDV indirim konusu yapılmaktadır.

Hesaplanan (tahsil edilen veya tahsil edilmesi gereken) KDV, yüklenilen (ödenen veya ödenmesi gereken) KDV'den daha fazla ise bakiye miktar ödenmesi gereken vergi olarak yükümlü tarafından ilgili ayı izleyen ayda Vergi Dairesine ödenmektedir. Dolayısıyla, mal veya hizmet yalnız bir defa ve yaratılan toplam katma değer üzerinden vergilendirilmiş olmaktadır.

Bu mekanizmaya göre her ne kadar da bir malın ilk üretim aşamasından nihai tüketici tarafından satın alındığı tarihe kadar geçirdiği birçok aşamada Devlet tarafından tahsil edilen vergilerin toplamı bu mal için teslim aşamada alınan vergi tutarına eşittir. Söz konusu"Vergi İndirimi Mekanizması" dolayısıyla, yükümlülerin yüklendiği KDV, miktarı malın MALİYET UNSURU OLMAMAKTADIR. Diğer bir ifadeyle, uluslararası esas ve kıstaslar çerçevesinde uygulanan mevzuata istinaden KDV'nin fiyat oluşumu üzerinde herhangi olumsuz etkisinin olmaması gerekir. Şayet KDV Yasası'nda "Vergi İndirimi Mekanizması"yeralmamış olsaydı, ödenen vergiler doğrudan doğruya fiyatın içine dahil edilmek suretiylebir maliyet unsuru olarakmalların fiyatlarında yapacağı kümülatif etki dolayısıyla mal ve hizmetlerinfiyatlarında aşırı artış yaratılmış olacaktı.

Ancak, bu indirim mekanizmasına istinaden, işletmelerin mal ve hizmet alımlarında maliyet unsuru oluşturmadığı gerekçesiyle hükümetlere bütçe açıklarını veya fuzuli harcamalarını karşılamak amacı ile diledikleri oranda KDV artışı yapma hakkı vermemesi gerekir. Çünkü sonuçta KDV'nin nihai tüketici tarafından ödendiği gerçeği dikkate alınarak KDV düzenlemelerinde hükümetlerin tüketicilerin satın alma güçlerini ve ekonomide meydana gelecek sosyo-ekonomik menfi etkileri de dikkate almaları gerekir.

(Haftaya devam edecek)

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.