Hükümetin 109 ürüne fon uygulama kararı anayasaya aykırıdır (3)

Yayın Tarihi: 19/09/16 08:00
okuma süresi: 14 dak.
A- A A+
Konu ile ilgili görüşlerime bugünkü yazım ile nokta koymayı uygun gördüm. Zannedersem hükümet ilgilileri, yetkilileri ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olan meslek kuruluşları ile diğer sivil toplum örgütlerine bu konuda gerekli yasal dayanak ile bilgileri aktarmış oldum.

Bir önceki yazımda açıklamış olduğum hukuksal dayanaklara ve gerekçelere ilaveten "KKTC-TC arasında imzalanan 2016-2018 Ekonomik Protokolde" tarımla ilgili yeralan "Eylem Formunda" yeralan önemli konular hakkında KKTC hükümetinin yerine getirmeyi taahhüt etmiş olduğu "İlke ve Esaslara" ilişkin düzenlemelerden bazılarına atıfta bulunarak TÜK'ün iflastan kurtarılmasına ilişkin yapılmak istenen uygulamaların birçoğunun Protokoldeki taahhütler ile bağdaşmadığını hakkında ettim. Örneğin Protokolde MATRİS'e (uygulama tablosuna/takvimine) bağlanan eylemlerden bazıları şöyledir;

  • Tarımsal desteklerde bütçe olanakları dikkate alınacaktır (Sıra No:6);

  • Fiyat destekleri azaltılacaktır (Sıra No:7),

  • TÜK tekelci yapıdan çıkartılıp piyasa düzenleyici bir hale getirilecektir (Sıra No:11),

  • Tarımsal kurumlara görev zararı verilmeyecektir. (Sıra No:12).

Konu ile ilgili daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum görüşlerimde yasal olmamasına rağmen uygulatılmak istenen %3 kesintilerin, daha doğrusu "haraç"ın piyasada yaratacağı zincirleme etki sonucu oluşturacağı hayat pahalılığının %0.08 olarak halka yansıyacağı iddiası da hatalı ve yanıltıcıdır. Bu hesaplar yapılırken esas alınan formülasyonlar ile gerekli veri ve kıstaslar dikkate alınmamış olduğundan hatalı ölçüler kullanıldığı kanaatindeyim. Bu konuda daha fazla teknik detaya kaçmak istemiyorum. Ancak, yapılan hesaplamalarda acaba "ara tüketim mallarının kâr marjı" ile nihai tüketiciye yüklenilecek KDV 15 unsurlar dikkate alınarak yaratacağı pahalılığın yansıması dikkate alındı mı? Tarım Bakanının günü kurtarma pahasına Bakanlar Kuruluna aldırtmış olduğu bu kararı Sn. Maliye ve Ekonomi Bakanları neden kabul etmiştir? Getirilen fon veya katkı payı kesintileri ile TÜK'ün kurtarılmasının mümkün olacağına inanıyorlar mı? Kanaatimce bu mümkün değildir.

Şayet yapılan hesaplamalar TC'deki enflasyonun KKTC'dekinden daha düşük olduğu formülüne dayandırılmış ise DPÖ tarafından bu konuda ilan edilen hayat pahalılığı oranları gibi rakamların halkın nazarında hiçbir inandırıcılığı yoktur. Özellikle KKTC nüfusunun büyük kısmını oluşturan dar ve orta gelirli vatandaşlar hükümetin her geçen gün vergi ve fon uygulamaları nedeniyle satın alma güçlerinin derecesinin ne kadar azalddığını çok iyi bilmekte olduklarından bu konudaki iddia gerçek değildir.

TÜK Yasasına göre toplam personel sayısı 44 kişidir. Fiili personel sayısı acaba kaç kişidir? Bunların maaş, emeklilik ve diğer özlük haklarının genel bütçeye devredilmesi ve büyük bölümünün devlet dairelerinde görevlendirilmeleri neyi değiştirecektir? Genel bütçedeki aşırı personel miktarını bir o kadar daha artırmak suretiyle bütçe açığının artmasına neden olunmayacak mı? Üstelik de aktarılması düşünülen personelin bilgi ve beceri bakımından devlet dairelerine ne gibi katkı sağlayacaklardır? Zaten devlet kadroları şişkinlikten ve verimsizlikten dibe vurmuş durum da. Bu devir sonucu bütçeye getirilecek ek mali külfetler hangi kaynaklardan karşılanacaktır. Bütçe açıklarını karşılamak için vergi ve fon artışına veya başka vergi kaynaklarına başvurulmayacak mı?

Türkiye Toprak Mahsulleri Ofisine Tük'ün 10.619,283 ABD Doları borç hangi kaynakla ödenecektir? Yoksa bu borcun bağışlanması da TC hükümetinden talep mi edilecektir? Pekâlâ devletin Bankalara ve TC'ne olan senetli borç stoku hangi mali kaynaklardan ödenecektir?

Yine KKTC-TC arasında imzalanan 2016-2018 Ekonomik Protokolünün Amaç 1. Hedef 2, Eylem 8 başlıklı Faaliyet Tablosu (Matris) içeriğinde Fonların Tasfiye edilmesi için Aralık 2016 tarihi son süre olarak kararlaştırılmış olup TÜK'ün zararının karşılanması için Bakanlar Kurulu Kararı ile getirilen fon veya katkı payı kesintisi uygulaması bu Protokol içeriğine terstir.

Ayrıca, aynı Protokolün tarım sektörüne ilişkin uygulamalar için iki hükümet arasında varılan anlaşmanın 12.'nci maddesinde "Tarımsal kurumlara görev zararı verilmeyeceği konusunda KKTC tarafından açık taahhüt vardır".

Konuya sektörel bakımdan "kısa günün karı" olarak bakılmamalıdır. Rekabet edebilirlik sadece ithal mallarına fon uygulama yöntemiyle çare aramak günümüz ekonomik koşulları ile pek bağdaşmaz. Önemli olan üretim girdi maliyetlerinin düşürülmesi ve ürün kalitesinin artırılması yönünde teşvikler sağlanması için hükümetlere gerekli baskılar yapılmalıdır. Fon veya katkı payı kesintisi ile yapılmak istenen yöntem kolay ancak etkisiz bir yöntem olup bu uygulamadan sonuç alınması olasılığı çok düşük olup yaratacağı pahalılık halkımızı güney pazarına gitmesini daha da arttırmış olacaktır.

Önemli olan, 40 yıldan beri kamu kurum ve kuruluşları ile işletmelerinin siyasilerin rant kapısı ve çiftliği olarak kullanılmasından dolayı bütçede oluşturdukları kara deliklerden bir an önce kurtulmak için bu kurumların iptal edilerek denetim birimi olarak ilgili Bakanlıkların bünyesine bağlanması suretiyle küçültülmesi veya küçülterek yönetimlerinin özerk bir yapıya kavuşturularak siyasilerin yetki alanı dışına çıkarılmasını sağlamaktır. Bu kara deliklerin halkın ödediği vergiler ile kapatılması yönüne gidilmesi ise gerek vicdani gerekse hukuki bakımdan çok büyük bir hata olup, sözkonusu önlem bugünkü durumun gelecekte tekerrürüne engel oluşturamayacaktır. Bahse konu kara delikler için harcanacak kaynakların sağlık, eğitim ve yol yapımı gibi hizmetlerde kullanılmasının en akılcı yol olacaktır.

İlgili sivil toplum örgütleri ve bazı yetkililer tarafından konu hakkında yapılan açıklamalardan anladığım kadarıyla 2006 yılından sonra TÜK'ün tahakkuk eden gerçek zararının, borç ve alacaklarının tam miktarlarının bilinmediğini ve denetimlerin tamamlanmasının beklendiğidir. Özellikle şunu belirteyim ki 32/1992 sayılı TÜK Yasası'nın 11.'nci maddesi "Muhasebe ve Murakabe (Denetim)" kurallarını düzenlemekte olup toplanan ve harcanan paraların miktarını, niteliğini, işletme stokunu, sabit yatırımlarını, borç veya avans alacaklarını, sermayesinin ayrıntılı şekilde gösteren hesap defteri ile kayıtlarının tutulmasını öngörmektedir. Bu işlemler acaba süresinde ve gerektiği gibi yerine getirildi mi? Sayıştay tarafından yaklaşık 10 yılın denetimi ne zaman yapılıp kesin hesaplar hazırlanacaktır? Yasaların öngördüğü zorunluluklar gerektiği ve süresinde yerine getirilmediğine göre bunun suçlusu kim veya kimlerdir?

Genel devlet gerekse uluslararası muhasebe ilkelerine göre her türlü işlemlerin muhasebe kayıtlarına günlük işlenmesini öngörmektedir. Ayrıca, yürürlükteki 32/1992 sayılı Yasa'nın 11.'nci maddesi kurallarına istinaden her yılsonunu izleyen 3 ay içerisinde bir yıllık kurumun faaliyet raporunu ve o yıla ait gelir ve gider hesabı ile yılsonu bilançosunu denetlenmiş olarak Bakanlar Kuruluna sunulmasını zorunlu kılınmıştır. Bu amaçla da yapılan işlemlerin iç denetiminin sağlanabilmesi için muhasebe defterlerinin ve pek tabii ilgili belgelerin de Maliye İşlerinden sorumlu Bakanlığa gönderilmesini Bakanlar Kurulu isteyebilir.

Keza, TÜK Yasası'nın 12.'inci maddesi bütçe ve kesin hesap yasa tasarısında hangi sürelerde Bakanlar Kuruluna ve Cumhuriyet Meclisine sunulacağını da kurallara bağlamış olup 10 yıl sürede bu konuda gerekli işlemler yasada öngörülen şekilde yerine getirildi mi? Getirilmiş ise Ağustos 2016 ayına kadar neden bu hesapların halen denetim sonuçları beklenmektedir? Merakıma giden bir başka özel konu ise daha 4 ay önce iktidarda ve TÜK'ün bağlı olduğu Tarım Bakanlığını yıllarca uhdesinde bulundurmuş olan CTP'nin bu fon veya katkı payı kesintileri konusundaki görüş ve tutumunun ne olduğunu bugüne kadar tam anlamış değilim.

Bütün bu yazdıklarımın nedeni halkımızın seçtiği ve bizleri bugüne kadar yöneten hükümetlerin plansız ve programsız uygulamaları ile çeşitli çıkarlar uğruna kamu kurumlarının getirildiği kötü durumu ve yapmış oldukları yasadışı uygulamaları özetlemek ve onlardan hesap sorulması için adalete sevk edilmelerine yardımcı olmaktır.

Sadece kurumun atanmış olan bir önceki dönemin yöneticilerinden hesap sormak için yargıya başvurmak yeterli değildir. Onları bu göreve atayan ve Bakanların talimatları doğrultusunda görev yapan hükümetlerin ilgili Bakanları da yargı önüne çıkarılmalıdır. Dünyada genel ilke ve kural "zarar veren öder veya tazmin eder" kuralıdır. Hiç kimse suçu olmayan bir konuda cezalandırılamaz ve tazminat ödemeye zorunlu tutulamaz. Bu durumda halkın hiçbir suçu olmadığına göre TÜK'ün zararının karşılanması için halktan fon veya katkı payı olarak ödeme yapması talep edilemez.

Şimdi de gelelim sivil toplum örgütlerinin ve muhalefetteki siyasi partilerin bu durum karşındaki tutumlarına. Bir kısım örgüt, olayın sadece kişisel menfaat düşüncesiyle dar açıdan bakarak kısa günün kârı anlayışı içerisinde hükümete kısmi veya şartlı destek vermektedir. Hükümetlere kısmi veya şartlı destek verme diye bir tutum yoktur. Ekonomik faaliyetler kesin kararlarla yürütülür.

Hükümetin bahse konu kararına istinaden TÜK'e kaynak sağlamak için uygulamaya koyduğu gayriyasal fon veya katkı payı kesintilerine karşı hiçbir yasal önlem alınmaz ise gelecekte iflas aşamasında olan diğer çiftlikleri, yani kamu kurum ve kuruluşları ile belediyelerin de zararlarını karşılanması için benzeri uygulamaya başvurulmayacağını kim garanti edebilir? Kanımca bu bir deneme (test case) uygulaması olup tepkisiz kalınırsa halkımızın gelecekte benzeri uygulamalarla çok sık karşılaşacaktır.

KKTC'de ki yasadışı uygulamalar hakkında sadece basına beyanatlar vermekle çözülemez. Bu gibi düzenlemeler ancak yargıya başvurmak ve iptal edilmek suretiyle gerçekleştirilir. Özellikle Anayasamızın ve ilgili yasaların öngördüğü kurallara aykırı olan bahse konu Bakanlar Kurulu kararının iptali için birçok yasal dayanak ve gerekçeler mevcut olup hangi muhalefet partisinin, sendikanın ve başta Tüketiciler Derneği ile sivil toplum örgütünün bu konuda adım atacağını merakla izliyorum.

Amacım, TÜK'ün kapatılması değil, çağdaş ekonomi uygulamaları kapsamında verimli olmasını sağlamak için radikal kararlar alınmasına yardımcı olmaktır. Bu kurumun bazı fonksiyonlarına KKTC'nin ihtiyacı olmakla beraber zor durumdan kurtarılmasının çözüm yolu hiçbir suçu olmayan halka bedel ödettirilmemesi ve adaletin yerini bulmasıdır. Diğer bir anlatımla, siyasilerin hatalı ve çıkarcı uygulamalarının yarattığı veya yaratacağı olumsuzlukların giderilmesi amacıyla yasalara dayanmayan uygulamalar pahasına "hukukun üstünlüğü" ilkesinin katledilmesine olanak verilmemelidir. Her hâlükârda tüm hükümetler ile yetkililer "hukukun üstünlüğü" ilkesine azami uyumun sağlanmasında daima öncü olmalıdır. Aksi halde demokrasiden bahsetmek mümkün değildir.

Sosyo-ekonomik plân ve programlar hukukun üstünlüğü ilkesine tamamen sadık kalınarak uygulanmalı ve Anayasamızın temelini oluşturan bu ilke hiçbir durumda zarar görmemelidir.

Hiç kimse görev yaptığı kurumu çiftliği olarak göremez ve üstlenmiş olduğu görevi şahsi veya partisel çıkarlar uğruna kullanmak suretiyle kendisini veya kendilerini hukukun üzerinde göremez.

TÜK ve diğer kamu kurum ve kuruluşları ile yerel kuruluşlar (belediyeler) siyasilerin çiftliği olmaktan kurtarılmalı, devlet bütçesindeki kara delikler acilen kapatılmalı ve kamuya mali külfet oluşturan uygulamalar kaldırılmalıdır. Bu konu "KKTC-TC ile imzalanan Ekonomik Protokolde" de açıkça belirtilmiş ve taahhüt edilmiş olup hükümetin tutumunu merak etmekteyim.

Özetle, kamuya zarar verenler kim ve hangi statüde olursa olsunlar vermiş oldukları veya sebep oldukları zararlar mal varlıklarından karşılanmak suretiyle cezalandırılmalı ve hapse de gönderilmelidirler. Yasadışı uygulamaların zaman aşımı sınırı olmadığına göre sadece bugünkü yetkililer değil, gelmiş geçmiş ve TÜK'ün zarara uğratanlardan da hesap sorulmalıdır.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.