Verginin anayasamızdaki yeri ve vergi yasalarının uygulanması

Yayın Tarihi: 28/11/16 08:00
okuma süresi: 9 dak.
A- A A+
Bilindiği gibi Anayasa Hukuku, devlet içinde yasama, yürütme ve yargı güçlerinin görev ve yetkileri ile kişilerin temel hak ve ödevlerini belirleyen bir hukuk dalıdır. Gerçek demokrasi ile yönetilen ülkelerde vergi hukukunun bir kolu olarak Anayasa Hukuku ile çok yakın bir ilişki içindedir.

Anayasal bir ödev, olan vergi verme yükümlülüğü kapsamında vergilerin konması (tarh edilmesi), kaldırılması, bu konularda yürütmeye (hükümete) bırakılacak yetkiler Anayasa Hukukunda belirlenmiştir.

5 Mayıs 1985 tarihinde Halkoylamasına sunulup kabul edilen Anayasamızın 1'inci maddesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni "demokratik, sosyal adalet ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan lâik bir Cumhuriyet olarak tanımlamaktadır."

Gerek KKTC gerekse Anayasalarında ayni ilkelerin yeraldığı ülkelerin yargı organlarının vermiş olduğu kararlar dikkate alındığında sözkonusu ilkelerin tanımlanmasını şu şekilde açıklayabiliriz. "Demokratik sosyal hukuk devleti, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren, kişinin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan kişi ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışma yaşamının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, ekonomik ve mali önlemler alarak koruyan, işsizliği önleyici ve milli gelirin adalete uygun şekilde dağıtılmasını sağlayıcı önlemler alan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve uygulayan bir devlettir." Bu tanımlamanın ne kadarının KKTC'de uygulandığı ayrı bir tartışma konusudur.

Vergi hukukunun genel yapısı, sosyal hukuk devletinin gereklerine uygun olmalıdır. Sosyal hukuk devleti anlayışında, vergilendirme ile gelir ve varlığın yeniden dağıtılması da öngörülmektedir. Bunun gibi gelir vergisi mevzuatındaki artan oranlı vergi tarifleri, asgari ücret muafiyeti, özel indirim, eş, çocuk, yaşlılık ve sağlık indirimleri gibi indirimler sosyal hukuk devletinin özelliklerini taşıyan unsulardır.

Anayasamızın "Vergi Ödevi" başlığı taşıyan 75'inci maddesi aşağıdaki kuralları içermektedir.

Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.

Vergi, resim ve harçlar ve benzeri mali yükümler ancak yasa ile konulur.

Yasanın belli ettiği yukarı ve aşağı hadler içinde kalmak, ölçü ve ilkelere uygun olmak koşuluyla, vergi, resim ve harçların bağışıklık ve istisnalarıyla oran ve hadlerine ilişkin kurallarda değişiklik yapmaya Bakanlar Kurulu yetkili kılınabilir.

Geriye yürüyen mali yükümlülükler konulamaz.

Özetle, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı maliye politikalarının esas amacıdır. Bahse konu Anayasa maddesi içeriğinden de görüleceği gibi sözkonusu maddenin ilk iki fıkrası dar anlamda, diğer fıkraları ise geniş anlamda ele alınmıştır. Genel anlamda her ne kadar da vergi, "mali güç ilkesine" bağlı olarak alınması ön görülmüş ise de dolaylı vergilerin "mali güç" ilkesi ile doğrudan bir ilişkisinin olmadığı görülmektedir.

Diğer bir anlatımla, bir malın veya hizmetin alımında ödenen vergi, (örneğin KDV) o vergiyi ödeyenin "mali gücü" ile doğrudan bir ilişkisi yoktur; çünkü o mal veya hizmetin bedelini ödemek için alıcı (özellikle de dar gelirliler) başka bir kaynaktan borç, avans veya hibe alabilme olasılığı vardır ki bu kaynağı ileride geri ödeme durumu vardır. İşte bu nedenledir ki birçok ekonomistler dolaylı vergilerin sosyal adalet ilkeleri ile pek bağdaşmadığını, bu nedenle ülkelerin sosyo-ekonomik durumları değerlendirilirken sosyal devlet ilkeleri gereğini gerekçe göstererek toplam vergi gelirleri içerisindeki dolaysız vergilerin (gelir ve servet unsurları üzerinden alınan vergilerin) oranının dolaylı vergiler (KDV vs. harcama vergilerinin) oranından daha yüksek olmasının gerektiğine dikkat çekmektedirler. Hal böyle olmasına rağmen mal ve hizmet karşılığı ödenen vergi, resim, harç, ücret ile benzeri yükümlülüklerin, yani harcamaların, yine de bir mali güce dayandığının bir tür göstergesi kabul edilmektedir. Esasında, vergilendirme ilkeleri bakımından "mali güç" tanımının göstergeleri vergi türlerine göre farklılık göstermekte olduğundan bu konu üzerine daha sonraki yazılarımda yer vermeye çalışacağım.

Bugün KKTC'de uygulanan en yaygın dolaylı vergi türü mal ve hizmetler üzerinden alınan Katma Değer Vergisi (KDV) olup vergilendirme mekanizmasının en önemli unsuru, mal ve hizmet alımlarında işletmelerin ve serbest meslek sahiplerinin devlet adına tahsil etmekle sorumlu tutulmuş oldukları gerçeğinden hareketle tahsil ettikleri KDV'nden ödedikleri KDV'nin indirim yapılması mekanizmasıdır. Bu durumda işletmeler ve diğer vergi yükümlüleri devlet adına vergi tahsil eden birer "vergi aracısı (acentesi)" olup esas vergi yükü nihai tüketici üzerine kalmaktadır.

Uluslararası vergi hukukuna göre KDV mekanizmasına ve ilkelerine istinaden "vergi aracısı" olarak tanımlamış olduğum ve ilgili yasada KDV yükümlülerinin (işletmelerin) üzerine hiçbir vergisel, yani finansal yükün kalmaması gerektiği gerçeğidir. Bu nedenle, sözkonusu mekanizma ve ilkeler uyarınca ödenmiş ancak KKTC'de yürürlükte bulunan ve başka hiçbir ülkede olmayan mevzuat uyarınca indirim mekanizması ile maalesef indirilmeyen KDV'nin belli dönemlerde vergi yükümlülerine devlet tarafından iade edilmesi ekonomik akıl ve adalet ilkeleri bakımından gereklidir.

Ancak, yaklaşık 20 yıllık KDV mevzuatımız ve uygulamalar incelendiği zaman, ihracat işlemleri dışında kalan işlemler dolayısıyla giderilmeyen (indirimi yapılamayan) KDV yükünün iadesine olanak vermemektedir. Nerede kaldı ki ihracat işlemlerine ilişkin yapılan KDV ödemelerinin iadesinde bile Vergi Dairesi ayak sürümektedir. Özellikle de işletmelere dâhil ekonomik kıymet (demirbaş ile makine tesisat ve taşınmaz mal) alımlarında işletmelerin ödediği KDV'nin üç yılda eşit taksitlerle indirim konusu yapılması işletmelerin vergi yükünü ve zaten yüksek seyreden finansal maliyetlerini çok büyük oranda artırmaktadır.

Bu vergi yükünün bazı istisna, muafiyet vs. teşvik yöntemleriyle giderilmesine çalışılması ise çeşitli istismarlara, vergi kayıplarına ve eşitsizliklere neden olmaktadır. KKTC'ne özgü bu ve benzeri uygulamalar devam ettiği sürece ne kayıtdışılığın önlenmesi ne de yatırımların gelişmesi mümkündür. Özellikle de finansman maliyetlerinin yüksekliği ve finansmana erişimdeki zorluklar var olduğu sürece dolaylı vergi kapsamında olan KDV'nin adaletli bir vergi türü olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Kaldı ki özellikle bu konuda çağdaş ülkelerin uygulamaları paralelinde yapılacak yasal düzenlemelerin hiçbir vergi kaybına da neden olmayacağı görüş ve iddiasındayım.

Gerek yasa düzenleyicileri ile yasa koyucuları gerekse uygulayıcıları yukarıda belirtilen ve uluslararası vergi hukuku özelliği kazanmış olan KDV'nin sözkonusu ilke ve kuralları çerçevesinde gerekli düzenlemeleri ve uygulamaları gözönünde bulundurmaları asli görevleri olmalıdır.

Bütçeye daha fazla gelir elde etme veya popülizm uğruna bazı kesimlere rekabet eşitsizliği yaratan vergi muafiyetleri sağlama yönüne gidilmesi ülkemizin sosyo-ekonomik kalkınmasını olumsuz yönde etkileyeceğinin bahse konu uluslararası vergi hukuku ilke ve mekanizmalarının her zaman gözönünde bulundurulması gereklidir. Sektörler arası mevcut olan indirim ve muafiyet eşitsizliklerinin giderilmesi yapılacak yasal değişikliklerle güncellenmelidir.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.