Söz uçar da nereye? Ya yazı?

Yayın Tarihi: 01/01/14 08:00
okuma süresi: 4 dak.
A- A A+
Madem yılın ilk yazısı budur, öyle ise "yazıya dair bir yazı" olsun diledim. Ne de olsa söz uçarmış, yazı kalırmış, derler…

Hem bilimselliği yücelten seküler bir şiârdır hem de yazı ile meşgul zavallı modern kişiliğin başucu tabelasıdır "Söz Uçar Yazı kalır" deyimi…

Sözün 'sözde' uçup toz gibi savrulması, yazının 'karbon fiber muâmelesi' görmesine neden olur "biz yazının lanetiyle melunlar" için…

Bu manası ile de "Söz Uçar Yazı Kalır", hem bir tesellidir hem de bir ego…

Oysa öylesine kudretle "söylenmiştir" ki bu laf, insan neredeyse yazının "nerede kaldığını", bu sözün nasıl da yazılmadan, "sadece söylenerek" bu günlere geldiğini sorgulamadan edememeli!

Neyin kaldığı, neyin uçtuğu sadece mezarlıklarda mı önemli?

"Söz Uçar Yazı Kalır", evrenin yaratanın iradesi ve nefesiyle meydana geldiğini insanlığın başından beri betimleyen "önce söz vardı" şeklindeki ortak "kutsala" seküler bir alternatif olarak kullanılır modern zamanlarda… Oysa bu deyimin ortaya çıktığı hakikat, bunun tam olarak zıddıdır...

"Söz" gerçekten de uçan bir şeydir! Nesilleri bir bir aşarak yaşadığımız günlere gelen ataların sözleri ve deyimleri, sonradan derleyip ciltlediğimiz Atasözleri ve Deyimler Sözlüğünü saymazsak hiçbir yerde yazılı değildir… Bu laflar, sanki zamanı adeta uçarak kat etmişlerdir… Zamanı manipüle ederek hep genç kalmayı başarabilmişlerdir. Üstelik yazılmadan!

Gelelim deyime ilişkin tarihi bilgiye…

İlk anda anlaşılanın aksine, "Söz Uçar Yazı Kalır" ifadesi yazıyı değil, "sözü övmek için" Cizvit papazları tarafından icat edilmiştir… Kartal yuvası gibi dağlarda manastırlarına kapanan bu dindarlar, kütüphanelerine Latince olarak asarlardı bu ibareyi ve hevesli toy talebelerine "yazı fânidir, bu dünyada kalır. Kudreti kabir kapısına kadardır. Oysa lafız, yani söz, yani duâ ebedîdir. Her şeyi tasarlayan kudrete ulaşır evladım" demek isterlerdi…

Bu anlattığım, deyime ilişkin yine de modern sayılabilecek kadar yakın bir tarihi bilgi.

Daha şaşırtıcı daha eskisi var…!

Çünkü "Yazının Tarihine" göre Sümer tabletlerinden bu yana yazılı sözcükler, onları seslendirmek için yazıldılar. 10. yüzyıla kadar hiçbir yazılı metin, içten sessizce okunmazdı… Sessiz, içten okuma yapmak –garip bir şekilde- çok sonraları pratikliği keşfedilmiş bir şeydi ve yazılı olan her şey "kutsal olduğu için" seslendirilmeliydi… Bu nedenle seslendirildiğinde kutsal bir mana kazanırdı yazı…

Yani yazılı olan, seslendirildiği için yükselip arşa çıkardı…

Bu yüzden de yazı, bu fani dünyada çakılı kalır, söz ise ilahi makama uçardı…

Yazı geçici, söz ise ebedî olan demekti…

Yazılı tarihten biliyoruz ki bu nedenle içinden, sessizce okuyanlar -çok uzun bir süre garipsenmiş- hatta kınanmışlardır.

Sözün uçması, yazının kala kalması, bugünde özünde böyledir; Yazılı olanı okumadıkça bilmek mümkün değilken, sözlü gelenek nesilden nesile hala uçmaktadır…

İşte böyle gençler! Ve kendini genç hissedenler: Söz uçar elbet… Ve yazı takılı bir plak gibi kalır aslında!"

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.