Bitmeyen Enosis tartışması…

Yayın Tarihi: 25/02/17 08:00
okuma süresi: 9 dak.
A- A A+
Rahmetli Arif Hasan Tahsin ya da bizim andığımız adıyla Arif Hoca, benim en çok sevdiğim eseri olan ve seçme yazılarından oluşan 'Yakın Geçmişimizin Kısa Bir Özeti' adlı kitabının 152. sayfasında 21 Aralık 1963'te başlayan çatışmaları "Ortağı oldukları ve beraber idare ettikleri devletin idari mekanizmasından çekilen ya da çekilmek zorunda bırakılan Türkçe konuşan Kıbrıslılarla, Kıbrıs Cumhuriyeti devlet mekanizmasını tek başlarına ele geçiren Rumca konuşan Kıbrıslılar arasında başlayan silahlı çatışmalardır" diye niteler.

Arif Hocaya göre iki tarafın da aslında gizli hesapları vardır.

Bunu yine aynı sayfada, çatışmaların başlamasının hemen ardından her iki toplumun liderlerinin açıkladığını da yazar:

"Dr. Fazıl Küçük 1960 anlaşmaları açıkça yasaklamasına rağmen 'Tek çare Taksim'dir' derken Makarios da 'Tek çare Enosis'tir' der."

Hoca kitabın ilerleyen sayfalarında Makarios'un 1968 yılına gelindiğinde ani bir dönüşle Enosis işinden vazgeçtiğini de anlatır.

Bunun büyük bir sebebi vardır; Yunanistan'da 21 Nisan 1967'de gerçekleştirilen Albaylar Cuntası darbesi…

CIA tarafından yaptırıldığı apaçık olan bu darbe sonucu iktidarı ele geçiren faşist cunta ile Makarios'un arası hiçbir zaman iyi olmaz.

Ama bu cuntanın Kıbrıs'ın başına öreceği çoraplar daha yeni başlamaktadır.

İlk vukuatları da 15 Kasım 1967'de yapılan Geçitkale-Boğaziçi saldırısı olur. Ya da bilinen adıyla Köfünye-Aytotro saldırısı…

Bu saldırının üç önemli sonucu olur:

1- EOKA'nın lideri Albay Yeoryos Grivas ile 1964'te adaya gizlice soktuğu Yunan askerleri adadan çıkartılır.

2- Makarios Enosis kararından vazgeçtiğini alenen açıklayarak 1963'ten beri gettolara hapsettiği Türklere serbest dolaşım hakkı sağlar.

Ve belki de en önemlisi;

3- Geçici Türk Yönetimi ilan edilir.

İşte bu Geçici Türk Yönetimi ilanı sonrası Kıbrıslı Türkler ve Rumlar bir çözüm bulmak için 1968'den itibaren görüşmeye başlarlar.

Bugün 'tam 49 yıldır müzakere ediyoruz' dediğimiz olayın başlangıcı işte budur.

Ama ondan önce de bu sorunun çözümü için müzakere edilmeye başladığı aslında bir gerçektir.

Bunu da yine Arif Hocanın aynı kitabında 154. sayfasında okuyoruz.

İyi de kimler görüşmüş?

Türkiye-Yunanistan ve Makarios.

Arif Hoca bu durumu "Bizim adam yerine koyulmamamız yeni bir durum değildir" diye açıklar.

Ve o günlerin Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Cyrus Vence'in ziyaretlerinden bahseder.

Defalarca adaya gelip Makarios ile görüşen Vence'in bir kez bile Dr. Küçük ile görüşmediğini Arif Hoca "Keşke görüşseydi" diye yazar…

İşte 1967'de meydana gelen darbe ve köylere yapılan saldırı sonrası kotarılan bu anlaşmanın sonuçları yukarıda saydıklarımdır.

İyi de Geçici Türk Yönetimi'ni ilan ettik de ne oldu?

İpler bizim elimize mi geçti?

Tamamıyla hayır.

Öyle ki Arif Hoca -bence herkesin ama özellikle 'irade bizim elimizde' sanan güruhun okumasını tavsiye ettiğim- kitabının 155-156. sayfalarında tarihi bir olaydan da bahseder.

Rauf Denktaş-Glafkos Kleridis arasında 1968'den beri sürdürülen toplumlararası görüşmeler 1971 yılında gelindiğinde meyvesini verir ve iki görüşmeci arasında bir uzlaşıya ulaşılır.

Varılan uzlaşılardan en ilginci ise çözüm sonrası kurulacak olan hükümette bir Türk İşleri Bakanlığı'nın olacağı ve Kıbrıslı Türklerle ilişkilerin oradan yönetileceği maddesidir.

Makarios bu bakanlığa karşı çıkmaktadır ancak gerek Türkiye-Yunanistan gerekse de Denktaş-Kleridis bunu kabul etmektedir.

Arif Hoca kitabında bu durumu şöyle anlatır:

"Denktaş görüşmelerin vardığı nokta hakkında bilgi vermek için (partilerle birlikte) sendikaları da çağırdı… O zamanın KTÖS Başkanı olan Turgut Mustafa (Avşaroğlu) ile faal üye olarak ben de bu toplantıya katıldım… CTP'nin başkanı Ahmet Mitat Berberoğlu Denktaş Beyin verdiği bilgiye dayanarak varılan anlaşmayı onayladığını söyledi… Söz verilen Turgut, Denktaş'a şu soruyu sordu: 'Bu anlaşma toplumun şimdiki durumunun ilerisinde mi, gerisinde mi olacak? Denktaş Bey 'Gerisinde olacak' dedi ve sözü başkasına verdi. Sonra aniden sözü kendi aldı ve öfke ile Turgut'a şöyle dedi: 'Anavatan bana imzala diyecek, imzalayacağım, siz de karşıma çıkacaksınız? Yerim sizi…"

Peki bu alıntıları neden size yazıyorum?

Birincisi o zaman başlayıp bugün hala daha devam eden ve şu anki müzakerelerin kopmasına neden olan Enosis tartışması ile ilgili hatırlatma yapmak...

İkincisi de şu anki müzakerelerin ruhunu ve bizim anlamamız için tarihten birkaç anekdot vermek…

İlkinden başlayacak olursak;

1964 yılında 'Tek çare Enosis'tir' diyen Makarios'un, 1968'e gelince bundan vazgeçtiğini alenen ilan etmesi, Yunan Cuntası ile dalaşması ve nihayetinde kendisini ortadan kaldırmak için yine Albay Grivas tarafından kurulan Eoka-B'nin durumuna bakmak lazımdır.

Neden?

Çünkü Makarios, Türkiye-Yunanistan arasında varılan anlaşmanın önündeki engeldi de ondan.

21 Nisan 1967 Atina ve 12 Mart 1971 Ankara darbeleri net olarak CIA işidir ve esas tezgâh Kıbrıs üzerinden dönmektedir.

Hala daha hayatta olan Henry Kissinger'in, özellikle Albaylar Cuntası sonrası yüzünü Rusya'ya ve Bağlantısızlar Hareketi'ne çeviren Makarios'a 'Kızıl Papaz' demesi bundandır.

Eoka-B'nin defalarca suikast yaptığı ama ortadan kaldıramadığı Makarios, en sonunda 2 Temmuz 1974'te Cunta'ya yazdığı ve 'Yunan Alayı adadan gitsin' dediği mektubunun başlattığı bir dizi olay işte bu mücadelenin sonucudur.

15 Temmuz'da Makarios'a yapılan darbenin ve ardından 20 Temmuz müdahalesinin sebebi işte bütün bu tarihi gerçekliklerdir.

Ama bizim tarih kitaplarımızda konu 'Rum-Yunan ikilisinin Enosis hayali' olarak geçmekte ve kelli felli adamlar gerçeği bu şekilde çarpıtmaktadırlar.

İşin gerçeği Makarios'un yine Arif Hocanın kitabında alıntıladığı üzere "Yunanistan'ın ekonomisi bizden geridedir. Biz onlardan ilerdeyiz. Bize bir yetişsinler düşünürüz" şeklindeki düşüncesidir.

Evet, Kıbrıslı Rumlar uzun süre Enosis hayali ile yaşamış ve bunun için mücadele etmişlerdir. Bugün 'Enosisçi'diye yaftalanan AKEL de bu oyuna hatta 1950 Plebisit'i için önayak olarak dahil olmuştur.

Ancak 1950 Plebisiti sonrası orada atılan imzaları Atina'ya götüren papazların kapı dışarı edildiği hiçbir yerde yazılıp çizilmemektedir.

Nazım Beratlı ve Ülker Fahri abilerimin hakkını yemeyelim, geçenlerde onlar bu konuları yazdı ama normalde bu bilgiler hasıraltıdır.

AKEL'in bu kararının eleştirisini yapıp bunun yanlış olduğu parti programına koyduğu da hiç konuşulmamaktadır.

Bu minvalde yüzde 30 oyu olan bir partinin son kararda tümden 'hayır' oyu vermesine rağmen kale alınmaması ve tüm Rum toplumunun 'Enosisçi' olarak damgalanması gerçekleri çarpıtmaktan başka bir şey değildir.

Tarihte yaşanan ancak hasıraltı edilen birçok gerçeğe gelince…

Kıbrıs tarihi bütünden bakacak olursak çarpıtmalarla dolu bir tarihtir.

İşte bu çarpıtılmış tarih tekrar tekrar ısıtılıp önümüze konmakta ve her iki taraf da geçmişin bitmeyen kısır tartışmaları içine hayatını tüketmektedir.

İleriye gidilmemesinin en önemli nedeni tam da budur…

Elbette ki bunu değiştirmenin yolları karşılıklı güven anlayışının tesisi, eğitim sisteminin çağdaşlaştırılması ve empatiden geçmektedir.

Kıbrıs sorunu er ya da geç çözülmeye mahkûmdur çünkü…

Ve hazır yeri gelmişken, Arif Hocama da rahmet dilemek isterim…

Toprağı bol olsun…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.