"İsterse kıyamet kopsun"

Yayın Tarihi: 19/10/15 08:06
okuma süresi: 4 dak.
A- A A+

Globalizmin etkilerini hissettikçe, özellikle tek kutuplu yıllar boyunca, bu kavrama karşı olmamanın mümkün olmadığını düşünmüşümdür hep. İlk fakülte yıllarımda, Kıbrıs'ın tozunu da yutmuş bir hocam daha 1990'da, bu kavramın sancıları üzerine kitap yazmıştı. Globalizme karşıyım. Tek gücün dünyayı yönetmek eğilimine meydan veren bu kavram insanlık için zararlı. Ancak insan olanın nasıl ki globalizme karşı olması gerekirse, kozmopolitizme de hoşgörü göstermesi şarttır. Dünya, aklın kaçınılmaz kötülüğü ile tek elden yönetilmek istenirken, bireyin insanlık adı verilen büyük komüniteye aitliğini savunan, yerel nitelikteki bağlılığın yerini evrensel bağlılığın aldığı, evrensel düşüncelerin benimsendiği, tüm dünyanın ülke ya da vatan olarak görüldüğü; genellikle bu görüşlerle ilgili etik, sosyolojik ve siyasi felsefelerin tanımlanmasında kullanılan bir kavram olan kozmopolitizmin, insan sevgisi taşıyan ve ırkçılıktan uzak olan herkesin benimsemesi kaçınılmazdır.

İnsanlık, sınırları olmayan bir dünyada yaşama hakkında sahipken, bunu yaşayacak diye dünyanın bir gücünün yörüngesine girme gerekliliğinden de kurtulmak gerekir. En azında düşüncede, ki bu düşünce eylemi doğuracaktır.

*

Bugün, bir tarihi davanın başlama yıldönümü. 5-6 Eylül 1955'te İstanbul'da azınlıklara karşı saldırılar yaşanması ile ilgili dava 1960 yılı 10 Ekim günü başlamıştı.

Mesele yargı ile adalete kavuşmaktır ama zaman geri dönülmez acıların da tanığıdır. Kimileri hep kalır, bu acıların.

Özellikle medeniyet arayışının temellerinden olan adalet için Freud, "Medeniyetin ilk şartı adalettir" der ve ekler: "Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun."

*

1955'ten itibaren Türkiye'de Demokrat Parti hükümeti gittikçe zorlaşan ekonomik durum karşısında güven yitirerek, basın ve toplantı yasakları hatta sıkıyönetim dahil muhalefeti susturma gayretleri olmuştu. Menderes hükümetinin azınlıklara karşı baştaki liberal politikası, gittikçe zorlaşan ekonomik koşullarla değişip, gerginlemişti. Kışkırtıcı gazete başlıkları, bilgi kirliliği ve maalesef Kıbrıs bahanesi, İstanbul'da eşi görülmemiş olaylara neden olur. DP teşkilatı, bazı resmi ve gayriresmi makamların provakasyonlarıyla yerel ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce 6 Eylül akşamı bir yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirir. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda, aralarında kilise ve havraların da bulunduğu 5.000'den fazla taşınmaz mal tahrip edilir ve milyonlarca dolarlık mal sokaklara saçılıp, yağmalanır. İstanbul'un her yerinde yağmalar yapılır.

Kiliseler ve mezarlıklar da bu rezillikten payını alır. Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği gibi, İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verilir.

*

Şimdilerden bakıldığında, bir toprağı kendi vatanı bilen insanların bu zulme uğramalarının utancı nasıl da silinemez görünüyor. Ne yazık ki ders almadan üstelik. Çünkü lanet ırkçılık, en demokrat, en hümanist hatta en sosyalist duran insanların aklını bile çeliyor zaman zaman.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları