Tekrarsız yaşamak

Yayın Tarihi: 09/02/17 08:00
okuma süresi: 4 dak.
A- A A+
Babaannem rahmete kavuştuğunda doksan yaşını yeni geride bırakmıştı. Son aylarında hafızası eskisi kadar iyi değildi. Bugüne yakın zamanları az, uzak zamanları çok hatırlıyordu.

Sohbet edebildiğimiz ziyaretimin birisinde bana, dünyanın ve özellikle Yahudilerin hedef alındığı İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilerden Kıbrıs Adası'nın da nasibini aldığını, ara ara nasıl bombalandığını, bunlar olurken yaşadıkları korkuyu, yokluğu, acıyı ve açlığı anlatmıştı.

Evet açlık. Pek çoğumuzun bilmediği, bilmemesini de dilediğimiz açlık. Oysa dünya nüfusunun %11'i aç.

Yarını bilmeden, çok geceler aç yatışlarını gözleri dolarak anlatması şu an gibi kalbimde hatırlıyorum.

Dönemi, bir çok kaynaktan öğrenmek mümkün. Ama bu şekilde bir tanıktan/tanıklardan dinlemek çok değerli benim için.

Yokluk.

Yaşanması en zor, paylaşılması en kolay hayat formasyonu.

Varlık içinde olmanın aksine, birlikte olabilmenin, beraber yaşama ruhunun ortak paydası. Zor zamanlar geçirirken paylaşılanlar, bolluk zamanlarının acı tadının aksine bir tat bırakıyor, insan ruhunda.

*

Babaannemin cenazesinin ardından eve, yakın bir dostumla dönmüştüm. Dönerken bana, babaannemin son zamanlarını yaşlılık dışında ciddi sağlık sorunları olmadan ve huzurlu yaşadığını kastederek, bir teselli, yasıma bir destek cümlesi olarak "çok çekmedi en azından" dediğini hatırlarım.

O an ilk aklıma geçen cümle, elbette haklı olduğuydu. Oysa ağzımdan tam tersini anlatan sözcükler döküldü.

"Çok çekti" dedim. Çok çekti.

Babaannem 20'li yılların başlarında doğdu. Yokluğun zirvesinde. Babasını daha tanıyamadan kaybetti. Annesini, fakirliğin mecburiyeti ile daha ilk yaşlarda çalışarak, doyamadan yaşadı hayatını. Hep çalıştı.

20'lerin hiçliği, imkansızlığı, ilaçsızlığı, doktorsuzluğu ile şans eseri hayatta kaldı.

30'ların isyanlarında, taşlı tüfekli kavgalarında Hitlerin dünyayı kavuran yükselişinin etkilerini yaşadı.

40'ların dehşetinde, bir dünya savaşının ortasında kaldı. Adayı sömüren İngilizler yüzünden.

50'lerde terörle karşılaştı. Sözde bağımsızlık için donatılmış EOKA terörü ile.

60'larda soykırımın hedefi oldu. Şimdilerde telafuz bile edilmeyen Rumların Türklere karşı giriştiği, planlı, sistemli ve etnik cinayetlerle donatılmış gerçek bir soykırımın acısını yaşadı. Nice dostu, akrabası, yakını için yas tuttu, bitmeyen yasları oldu.

70'lerin barışını yaşadı ama yeni kurulan düzenin sefasını değil cefasını çekti, dedemle birlikte.

Tüm bunları, hafızası ona unutturuncaya kadar, kendi bilinci ile hiç unutmadı.

*

Kıbrıs Adası'nda yaşamış olan ninelerimiz ve dedelerimiz; yakın tarihimizin, yakın tanıklarıdırlar. Onlardan tecrübe edinmezsek çektiklerini boşuna çekmiş olurlar.

Yeni dünya düzeni bize elbette yeni şeyler fısıldar. Bunun dışında kalmak da doğru olmaz. Ancak bu gerçek tanıkların hayatlarından ve anlattıklarından tecrübe edinmemek bizleri, kendimizden ve geleceğimizin gerçeklerinden uzaklaştırır!

Tecrübe zaten böyle birşey değil mi?

Geçmişe ve geleceğe aynı yakınlıkta durmak, geleceği tekrarsız ve güvenli kılar.

Kaybettiğim babaannem ve dedem gibi, yakın tarih tanıklarına rahmet ve hayattakilere sağlık diliyorum. Anlatacaklarına çok ihtiyacımız var.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Dr. Ferhat ATİK yazıları