İngiliz misin, yoksa tipin mi öyle?

Yayın Tarihi: 24/09/03 00:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Fotoğrafıma bakarmısnız lütfen. Hiç İngilize benzer bir halim var mi?

Kabul, belki bir Türk'e benzemiyorumdur ama bir İngiliz olduğum gelir mi aklınıza?

Bu da nereden çıktı demeyin. Dünyada o kadar sorun varken benim İngilizlere benzeyip benzemediğim tartışmasının zamanı mı şimdi diye düşünebilirsiniz.

Anlatayım..

Bundan birkaç ay önce üç günlüğüne Londra'dan İstanbul'a gittim. Atatürk Havalimanı'na inip pasaport kontroluna yaklaştığım sırada, her İngiliz pasaportu taşıyan yolcunu yaptığı gibi vize bölümü önündeki kuyrukta yerimi aldım. Sırada beklerken elimde tuttuğum Büyük Britanya pasaportumun yapraklarını karıştırarak iki buçuk ay önce yine böyle bir seyahatte on pound karşılığı pasaportuma vurulan vizeye gözüm ilişti. Üzerinde üç ay süreli olduğu yazan vizenin, belirtilen süre içerisinde birden fazla giriş çıkış yapmaya hak tanıdığı da açıkça ifade ediliyor. Önceki ziyaretim ile bu ziyaretim arasında henüz üç ayın geçmemiş olduğunu görünce on pound vermekten kurtuldum diye düşündüm. Sıra bana geldiğinden görevli hanımefendiye pasapotumu uzatıp, -Türkçe olarak- "Geçen sefer aldığım vize üç aylıktı. Aradan henüz üç ay geçmedi, tekrar vize almama gerek yok herhalde" diyecek oldum.

Memur pasaportuma bir göz gezdirerek cevap verdi, "Visa finish. New visa please"

Soruyu sorarken Türkçe konuştuğuma emin olduğum halde, eline bir İngliz pasaportu tutuşturulan memurun kafasının karıştığını düşünerek, -yine Türkçe olarak- "Bakın hanımefendi, burada üzerinde üç ay geçerli olduğu belirtilen bir vize var, Türkiye'de sadece üç gün kalacağım. Buna göre yeni bir vize almama gerek yok" dedim.

İnanmayacaksınız ama cevap aynen şöyleydi, "Visa finish. New visa. 10 Pounds please"

Memura gayet düzgün olduğunu düşündüğüm bir Türkçeyle konuştuğum halde bana ısrarla üstelik yarım yamalak İnglizcesiyle cevap vermesine mi yanayım, yoksa boşu boşuna yeni bir visa almak için on pound verecek olduğuma mı, derken, çaresiz 10 İngiliz Sterlini'ni uzatıp, yeni bir vize aldım.

Memura kızdım ya, aklım sıra pasaport kontrolundaki polise olsun Türk olduğumu ıspatlamak üzere, "Türk vatandaşları dışındakiler" kuyruğundaki yerimi aldım.

Sıra bana geldiğinde, tüm şirinliğimi takınarak-sabah uçuşu olduğundan- "günaydın" deyip pasaportunu uzattım. Memur cevap vermeden pasaportumdaki fotoğrafın bana benzeyip benzemediğini tespit etmek için birkaç kez bana ve fotoğrafa baktı. Sert bir şekilde damgaladıktan sonra pasaportumu geri uzatan polis memuru, yüzümdeki gülümsemeyi donduran sözleri söyledi, "Enjoy your stay"

Pasaport kontrolundaki Polis memuruna bile kendimi Türk olarak kabul ettirememenin acısıyla Havaalanından İkitelli'ye doğru yol alırken, Türkçe konuştuğum halde bana İnglizce cevaplar veren memurların neden böyle davrandıklarına mantıklı bir açıklama bulmak için düşündüm durdum. Aklıma gelen en mantıklı açıklama ise "Konuştuğu dil ne olursa olsun, yolcuya taşıdığı pasaporta uygun lisanla konuşulması uygundur" şeklinde bir havalanında görevli memurların kullandığı dili düzenleyen bir genelgenin yayınlanmış olma ihtimali oldu.

Ancak Türkiye'de İngiliz muamelesi görme sorunum bununla da bitmedi. Üç günlük ziyaretim sonunda Londra'ya dönmek için Türk Havayolları'nın tarifeli bir uçağında bana ayrılmış olan arka sıralardaki koridor tarafındaki koltuğuma yerleştım. Uçak havalandıktan sonra kabin memuru (Artık hostes demiyorlarmış) yanımda oturan bayana –Türkçe olarak- ne içmek istediğini sordu. Kahve isteyen hanımefendinin bu isteği yerine getirilirken, elindeki bir adet buruşmuş Radikal Gazetesi ve "Turning Thirty" adlı ingilizce yazılmış kitap arasında hangisini önce okuyacağı konusunda seçim yapmaya çalışan bana, sıra gelir. "What would you like to drink sir?"

Bu durum iyice canımı sıkmaya başlamıştı ama yine de sesimi çıkarmadım. Yerde olsak neyse de bilmem kaç bin metre yukarıda iken rezalet çıkarmaya cesaret edemedim doğrusu. Elimdeki koskoca Radikal Gazetesi'ni farketmediğini varsaysam bile, kabin memuru arkadaşın her İnglizce kitap okuyanın İngiliz olduğunu düşünmesi de bir garipti yani.

Türkçe olarak, "Bir çay alabilirmiyim lütfen" diye -biraz gereğinden yüksek sesle- cevap verip çayımın gelmesini bekledim çaresiz.

Çay servisi yapılıp boş bardaklar toplanmaya başlandığı sırada iki hostesin (İnadına hostes diyeceğim işte) kumanda ettiği servis arabası, "Radikal"gazetemi okurken bana ayrılan bölümün dışına çıkıp koridoru işgal eden sol dizime çarpması bana yaşattıkları kimlik bunalımım(!) üzerine tuz biber ekti. Canım yanmıştı yanmasına ancak demin de dediğim gibi birkaç bin metre yükseklikte yaygara yapacak halim olmadığından sustum. Hostes arkadaşlardan servis arabasını iten, "Özür dilerm canınız çok yanmadı umarım" demesine karşılık, bana bir süre önce çay ikram eden ve arabayı çeken diğer meslektaşının –bir İngliliz'e Türkçe konuşmak gibi- hatasını düzeltircesine, "We are very sorry sir" demez mi? Elinmde hala Radikal Gazetesi varken üstelik.

Türkiye'de turist ve yabancı ağırlama konusunda son on yıl içerisinde içerisinde çok ciddi bir ilerleme kaydedildiği tabii. Benim başıma gelenleri aklımdan geçirdiğimde, yabancı ağırlamayı biraz abarttılar mı diye düşünmedim değil hani.

Diğer taraftan Türkiye Muhaceret yetkilierinin Kıbrıs Pasaportu ile yurtdışına çıkış yapmaya çalışan KKTC vatandaşlarına yaptıkları uygulmayayı da anlıyor gibiyim şimdi.

Neyse. Have a nice day...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Rasıh REŞAT yazıları