İÇ HABERLER
okuma süresi: 24 dak.

Soyer: "Siyaset, ekonomik gelişmeyi baltalıyor"

Soyer: "Siyaset, ekonomik gelişmeyi baltalıyor"

CTP-BG Mağusa Milletvekili Ferdi Sabit Soyer, kişisel Blog'undan BM Kıbrıs Özel Danışmanı Eide'nin söyleşisini değerlendirdi.

Yayın Tarihi: 23/09/14 07:47
okuma süresi: 24 dak.
Soyer: "Siyaset, ekonomik gelişmeyi baltalıyor"
A- A A+

BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Banışmanı Sayın Espen Barth Eide önemli ama küçük gibi görünen ciddi bir adım attı.

Kuzey Kıbrıs'ta yayınlanan Kıbrıs Gazetesi ile Güney Kıbrıs'ta yayınlanan Politis Gazetesi ortak bir mülakat verdi.

Sorulardan hangi tarafın gazetecisinin söz konusu soruyu sorduğunu anlamanız olanağı vardır.

Ancak verilen cevaplar, görevinin gereği olarak esasa kilitlenmiş, yani ortak çözümü teşvik ve desteklemek isteyen bir diplomatın akıl ve sentez dolu yaklaşımlarını yansıtıyor.

Ancak bir nokta var. Buna, Kıbrıs Gazetesinin yöneticileri bana kızsada değinmek istiyorum.

Gerçekten Kıbrıs Gazetesi önemli bir olayı bize yaşattı.

Bir yandan Sayın Eide'nin görüşlerini ve yaklaşımlarını, bu uzun röportajla okuma imkanını bize sundu.

Ayrıca bir gazete olarak bir başka gazete ile üstelik Güneyden bir gazete ile de bunu paylaşma olgunluğunu da gösterdi.

Ancak önden, manşetten bu güzel ortak çalışmayı yansıtmadı. Manşetin alt başlıklarını okuduğumda söyleşinin, Kıbrıs Gazetesine verildiğini okudum.

Sayın Osman Kalfaoğlu'nun yaptığı bu söyleşinin içeriğini okurken, daha ilk satırlarda, söz konusu söyleşinin, Kıbrıs Gazetesi ve Politis'e ortak verildiğini öğrendim.

Bu söyleşinin Politis'te nasıl yansıtıldığını görmedim.Onlarda mı önden, söyleşinin Politis'e verildiğini, ama yazının bütününde de bunun Kıbrıs Gazetesi ile birlikte yapıldığını mı yazdılar, bunu bilemiyorum?

Ne de olmasa ülkede gazete okuma kültürünün, ağırlıkla manşetleri okumak ve içeriğine de göz atmak olduğu şeklindeki anlayışın yaygınlığı ile olsa gerek, kurum fetişizminin öne çıkması olarak bunu yorumladım.

ORTAK ÇABA

Halbuki bu ülkede özellikle Ticaret Odalarının gittikçe ilerlettikleri, Dini Önderlerin devam ettirdikleri ortaklaşa, insan yaşamına ve düşüncesine bir değer katmak çalışmalarının geliştiği bu aşamada, kanıma göre, kurumsal yapıların kendi fetişizimlerinden öte, önde tutmaya çalışmaları gerekenin, ortaklaşa iş ve çaba üretmenin zengin ve yararlı kültürü olmalıdır.

Bu konuda Sayın Eide'nin söyleşinde ifade ettiği bir nokta var.

" Dünya Ekonomik Formunda en sevilen tanımlamalardan biri olan "çoklu paydaş"kelimesine inanıyorum.Bunun anlamı pek çok insanın söz konusu olması.Toplum, toplum liderleri,öözel sektör,ösivil toplum örgütleri, akademisyenler ve Medya'dan oluşuyor, bu nedenle herkesin bunda rolü var"

Bu güzel ifade ve tanımlama yani "çoklu paydaş" tanımlaması, ayni zamanda paylaşmayı da içerir.öBu bakımdan, yalnız katılımcılık bakımından değil, ama gurupcu, zümresel veya siyasal bakımdan da her açıdan paylaşımıcı olmayı bu da gerektirir.

Bunda her kuruma görev düştüğü gibi, kanıma göre medyaya, herkesten daha fazla görev düşmektedir.
Bakın, Sayın Eide, iki Ticaret Odasının mobil telefonların her iki tarafta yaygın olarak, engelsiz kullanımı ile ilgili yaptıkları çalışmaları, söz konusu söyleşisinde, nasıl yaratıcı ortak fayda mantığında değerlendirmektedir?

"Bunun dışında roming anlaşması söz konusu ki buna roming denmemesi gerekiyor çünkü sorunun bir kısmını taraflardan birinin, 'kendi ülkemizde roming yapamazsınız' demesinden ibaret. Bunu bertaraf etmenin yolu ilk olarak telefon edebilmenin, sonra ne olduğunun adını koymanızdır. Bu tür şeyler yardımcı olabilir"

İşte bu yaklaşım oldukça önemli.

Çünkü kavramlar ile kelimeler arasına sıkışan ve bu yüzden de bunlarla ilgili olarak fırtınalar kopartılıp, sonuç itibarı ile iki tarafın, toplumlarının ve tek tek, ister Türkçe, isterse Elence konuşsun insanlarının, yıllardır çözümsüzlüğe mahkum oldukları, bugünkü kültür bundan kaynaklanır.

Bunu farklılaştıracak olan anlayışın,öbu eskiyi aşmak maksadı ile farklı bir mantığa ve bakışa dayanması gerekir. Bunun aşılması için buna ihtiyaç var.

İşte yüzden Sayın Eide'nin önce telefon edebilelim, sonra bunun adını koruz, yaklaşımı, bu kavram ve tanım fetişizmin sığlığını aşmak için oldukça önemli bir yaklaşım olmaktadır.

Bu bakış açısının dönük diğer bir sağlıklı ifadesi şu noktalarda yansıyor.

Birincisi Ticaret Odaları ile birlikte yaptığı görüşmeden sonra bu söyleşide söyledikleri.

İkincisi ile görüşmelerle ilgili ifade ettikleridir.

Birincisi şudur.

"Ticaret odalarıyla dün gerçekleştirdiğim görüşme de oldukça önemliydi. İkisinin de mevcut durumda ne yapılabileceklerine dair geliştirdikleri ( başkanlar) pratik düşünceleri var. İşletmelerin de yerleşik kural ve mevzuata meydan okumadan bu konularda nasıl çalıştıklarını görebiliyorum."
Bunu da şu mesajla bütünlüklü olarak ele alıyor.

" ... buna ek olarak, bu sürece katkı koymak isteyen, Dünya Ekonomik Formu ile çalışmam nedeniyle, Ticaret Odaları ile görüşmem, dıştaki ekonomi dünyası ile bir şeyleri oluşturmanın mümkün olup olmayacağını görmek açısından önemliydi"
diyor.

Bunda pozitif bir algı oluştuğunu söyleşinin ilerleyen noktalarında okursunuz, kavrarsınız.

EKONOMİNİN ÖZELLİĞİ....

Ancak Sayın Eide'nin bu söyleşide bu konuda verdiği çok önemli mesajlar var.
Bakın ne diyor?

"Buna ek olarak açık olan bir gerçek daha var ki tek bir ekonomi ile iki ayrı ekonomide elde edeceğinizden daha büyük ölçekli bir ekonomiye sahip olursunuz"

Evet bu gerçeği çok açık ve yalın bir dille ifade ediyor. Nitekim iki tarafın ayrı ayrı elde ettiği ekonomik gelişmenin kalıcı olamayacağını günümüzde, her iki tarafta ağır bir şekilde yaşanan ekonomik krizlerinden de bu bellidir.

Bir zamanlar Bütçesinin fazla vermesi ile övünen ve bu yüzden kendini güçlü sayan Güney ile Güneyde yaşanan krizlere bakıp da kendi haline dönük övünme zemini bulan Kuzey'deki yaklaşımların, "saman üstüne çakılan kazık olduğu" son dönemlerde yaşanan ekonomik krizlerle ve bunların insan yaşamı üstünde yarattığı travmalarla da ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Ayrıca çözümsüzlük şartlarının sürmesi ile tüm Kıbrıs'ın faydasına olacak olan ekonomik getirilerden uzak kalmaması da deneyimli bir siyaset ve diplomat olan Sayın Eide'nin bu yaklaşımı ile de şu şekilde net olarak ortaya konmaktadır.

" Benim görüşüme göre çözümsüzlük nedeniyle Kıbrıs fırsatları kaçırıyor. Bir çok yatırım, şirketlerin siyasi risk düşünmeleri nedeniyle buraya gelmiyor.öBu durum Orta Doğu'daki çalkantı nedeniyle şimdi daha da önem kazandı. Bir çok şirket,komşu ülkelerde saha güvenli bir bölgeye konuşlanmanın yollarını arayacaktır. Kıbrıs da bunun için ideal bir yer.

Ancak gelmiyorlar, çünkü konu çözülmüş değil... Atıl durumda olan,ösiyasi nedenlerle kullanılmayan liman ve toprak var... Siyaset, ekonomik gelişmeyi gelişimi baltalıyor."

Evet, Kıbrıslı Türk ve Rum siyasi partilerinin, düşünürlerinin kavramlar ve kelimelerle ile ilgili kavgalarından ötürü, daha da daralan bakış açılarının, bu gelişen fırsatları görmelerine engel olduğu açıktır.

Ortak Yurdun daha da zenginleşmesine yol açacak çözüm dinamiği yerine, buna engel olan, mevcut durumu, cesretsizlikten ve ortak vizyonun derinliğine ve zenginliğine dönük açılım içine girmemelerinden ötürü doğan kaybı,Sayın Eide'nin bu şekli ile ifade etmesi çok önemlidir.

Bu yüzden Sayın Eide'nin bu yaklaşımı, bu ortak söyleşisi ile iki tarafın insanları ile buluşturulması çok önemli oldu. Bundan ötürü iki gazeteyi de kutlarım.

Bu arada , siyasi yaklaşımla ilgili ifade ettikleri de, bu değişik yaratıcı mantığı ortaya koyan, oldukça önemli başka değerler de taşımaktadır.

Ikinci olarak vurguladığı şudur.

Bu konuda öncelikle çözümsüzlüğün siyasi mantık bakımından sürmesi ile ilgili olarak yaptığı tesbit önemlidir.

"Bir bakıma çözümsüzlük kurumsallaştırldı. Şiddetli çatışma olmaması da her iki tarafın Kabul edilemez olarak nitelendirdiği mevcut durumun doğmasına yol açtı.

( iki tarafta, bu kavramı ve tesbiti 11 Şubat Ortak Belgesinde, ya da Sayın Davutoğlunun ifadesi ile söylersek,onun' Framwork documant' diye ifade ettiği bu çalışmada bunu kabul etti, buna atıf yapıyor Sayın Eide. FSS)
Bu deneysel olarak sürdürüldü ve stratejik düşünmemeyi mümkün hale getirdi."

Sayın Eide'nin bu ifadeleri doğru, ancak katılmadığım nokta şudur. Her iki taraftaki stratejik düşünmeme noktası, Ortak Yurdun, ortaklaşa olarak ekonomik, demokratik, sosyal olarak gelişmesine dönük olarak yoktur.

Yoksa, her iki tarafın, bugünkü çözümsüzlüğü sürdürmek ve bunun üzerinden kendi dar ulusal ve toplumsal çıkarlarına uygun sonuça gitmek için çözüm süreçlerini çıkmaza sokmak için, ayrı ayrı, ince ve komplike stratejileri olduğu açıktır.

Üstelikte bu çıkmaz üretme stratejilerinde dünyaya olumsuzluklara örnek olacak şekilde, iki tarafın ürettiği sayısız meziyetleri vardır.

İşte Sayın Eide'nin yeni ve farklı olan yaklaşımı, ortak stratejik çıkarlar için düşünme olgusuna, motivasyon verecek olan yaklaşımdır.
Bunu iki toplumda farklı olarak sentezleştirmeye dönük ifadesi de oldukça çarpıcıdır.

" Ortak kazancın, ortak kayıptan daha büyük olduğu yönünde geniş bir vizyona ihtiyaç var"

Bu yüzden, bu yurdu seven, ana dili, mesleği ve siyasi görüşü ne isterse olsun, tüm sağduyu sahibi insanların öne alması gereken, Sayın Eide'nin vurguladığı ortak çıkarlara dönük stratejik düşünme yeteneğinin geliştirilmesi ve ortak vizyonun daha büyük olduğu anlayışına ulaşmaya katkı koymak olmalıdır.

Sayın Eide'nin ifade ettiği görüşme usul ve mantığına dair sözler hakikaten üzerinde çok düşünmeyi gerektiren husular taşımaktadır.

Çünkü bugünkü ana mantıkları gözden geçirmemiz gerektiğine dair önemli temeller sağlamaktadır.

Bakın önce şu ifadesine değinelim.

"Buraya uçup size çözümü getirmeyeceğim,bunun yerel olarak sahiplenilmesi gerekiyor"

Bu ana noktaya nasıl ulaşmamızla ilgili olarakta bizi malül eden bakış açımıza da usta bir diplomatik dille yaklaşımlar getiriyor. Sorgulamayı bu açıdan da yapmamız gerektiğini bize hatırlatıyor. Neler diyor?

Bakın iki liderin farklılıklarını nasıl ele alıyor?

Basın mensubu soruyor. Bu son görüşmeyi ki her iki lider ve kendisi de olumlu olarak tanımladı.Yani iki safhanın bittiğini ve 3. Safhaya geçildiğini açıkladılar.

Bununla ilgili soru çarpıcı.

Bu üçüncü safhayı Sayın Eroğlu " al- vere" geçilme olarak yorumladı. Sayın Anastasiadis ise, " al- verin" son aşamada yer alacağını söyledi. Basın mensubunun sorusu bu temelde. Yani ,bu nasıl olumluluk ki bir olayı iki lider hala farklı tanımlıyor anlamında bu soru yer aldı.

Sayın Eide 'nin cevabı şu...

"İşte bu nedenle bu aşamayı isimlendirmeden kaçınıyorum.Kelime 'müzakereler'dir. Anlamına bakarsanız, her kesimin kendi başlangıç noktalarında masaya gelmesi ve oradan devam etmesi anlamına geliyor..."

Böylece olayı tartışarak, kavramların sığlığı içine hapis olmadan, olayın esasını ele almak yolunu takip edeceğini ifade ediyor. Bundan ötürü de kendi konumunu net olarak koyuyor. Arabulucu değil, farklılıklar arasında köprü kurucu olacağını vurguluyor.

Bunun içinde bu görevini şu doğru ifade ile de vurguluyor.

" Tecrübelere dayanarak bazen büyük bir farklılık olarak görülen bir şey, dış gözle bakmanın avantajıyla sakin bir şekilde baktığımızda o kadar da büyük olmadığını, farkın girebileceğini görürsünüz"

Bu anlayış her tür ilişki içinde geçerlidir. İnsan yaşamının her alanında, belli bir konuda çelişki yaşayan tek tek insanlar arasında, kadın veya erkek olsun, her alanda da bu böyle değil mi?

Kendi aralarındaki uzlaşmazlıkların keskinliğine saplanıp kalanlar, her iki tarafın arasında dengeli davrandığına inandığı birinin, arada büyük olarak gözüken sıkıntıları ele alıp, iki tarafla kurduğu sağlıklı ilişki temelinde, sonuç itibarı ile farkın büyük olmadığını görüp, anlaştıkları, barıştıkları sayısız örneği herkes, en azından kendi yaşamında da bulacak ve hatırlayacaktır.

Bu doğruyu ifade ederken Sayın Eide, ayni zamanda doğru bir eleştirisel tesbitte yapıyor.

" Ancak taraflar bu köprüyü bulamayacaklar, çünkü konuşarak kendilerini, kelimelerin esas anlamlarının ötesinde farklı anlamların yüklendiği bir pozisyona getirdiler."

Tam doğru bir tesbit.Yanlış olarak yaşanan bunca hususa dair, doğru bir yaklaşım.

Bu yaklaşımı, açıklığa kavuşturmanın diğer ifadesini de bununla birlikte ele alınırsaniz daha bir açılım gelir. Bu da şudur..

".. Önemli olan mevcut olana bakmak ve bir cümlenin farklı yazıldığı zaman ayni anlama geldiği, ancak ayni şeyden bahsettiğinin farkına varabilmek. Buna bir şekilde bakmanızı öneriyorum..."

İşte esas çıkmazı yaratan mantık ve bakış açısı sakatlığına dönük tesbit ve yaklaşım budur. Doğru söze ne denir?

"Buna bir şekilde bakmanızı öneriyorum" ifadesi ile de kibarca, mantığınızı, bakış açınızı sorgulayın yaklaşımı, siyasi kadrolara yapılırken, ayni zamanda kamuoyuna dönükte bu mantığı siz de sorgulayın önermesi de bu sözün içinde.

İşte bu yüzden yıllardır kavramlar ve kelimeler üzerinde süren, " Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar" kısırlığının malül ettiği mantığımızı sorgulamamız gerektiği ortaya çıkmaktadır.

YAKINLAŞMALAR UZAKLAŞMA OLUNCA..

Buna bağlı olarak şu anda iki taraf arasında görüşmelerde oluşan çıkmazı sağlayan ve tümümüzü de buna esir eden ana konuya dair de yani Yakınlaşma konularına dair de ilginç ve önemli bir saptama yapmaktadır Sayin Eide...

Bilindiği gibi çıkmazın ana noktası süren görüşmelerde oluşan yakınlaşma konularının ne olacağına dairdir. Bu konu tümümüzü kilitledi. Buna dönük olarakta ifadesi şudur.

" Ancak benim his ettiğim,eğer hangi yakınlaşmaların yakınlaşma olduğunu tartışmaya devam edersek, bunu öğrenecek noktaya gelemeyeceğiz. Bazı sorunlar teoride, pratikte olduklarından daha büyüktür. BM olarak şuanda yakınlaşmalardan söz etmiyoruz. Söylediğimiz, elde olanın üzerine ne kadar koyabilirsek koyalım ve müzakere ettiğimizde de ister "kazan - kazan" ister "al -ver " olarak adlandırın, bunları masaya getirelim. Bir iki başlığı bitirdiğimiz zaman tarafların pozisyonlarının esas olarak nerede olduğunu görürsünüz.

Tamamen farklı görünen iki pozisyonun aslında yüzde 92 anlaşma, yüzde 8 anlaşmazlık olabilir. Bu farkı yüzde 4 indirir ve son aşamaya geçerek konuları birbirine karşı (masaya) getirirsiniz. Benim istediğim bunun hızlı ilerlemesi, ancak ciddi şekilde,çünkü bu konular özellikle mülkiyet ve toprak oldukça somut ve gerçek insanlara gerçek sonuçları olacak niteliktedir."

Bu yaklaşımını özellikle daha evvel ki soruya dönük vurguladığı şu noktalarla da ilgilidir. Bu yüzden bunu , KT tarafı olarak bizim hem yakınlaşma konusunda, hem toprak ve mülkiyet konusunda iki kez düşünmemiz gerekir. Düşünüp, bizce bugüne kadar doğru olduğuna inandığımız bir yaklaşımı sorgulamamız gerekmektedir. Bu da Sayın Eide'nin ifadesi ile şudur.

"Bu toprak ve mülkiyet gibi zorlu konuları ele almamakla ve onların yok olmalarını ummakla alakalı değil. Bu onları bir çözüme doğru hareket etme iradesi ile ele almakla alakalı.."

İşte bu ifadelerden, özellikle toprak ve mülkiyet konularını Sayın Eroğlu'nun Güneye sunduğu 5 adımlık önerisinde ifade ettiği gibi, bu konuları, 3 Garantör ülkenin görüşmesine, yani Türkiye'nin bunu görüşüp, toprak ve mülküyetteki düzenlemeyi yapmayı ona havale etmesine dönük, tutuk ve ürkek tavrının yol açtığı olumsuzluğa dönük ince, ama uyarıcı bir önerme olmaktadır bu sözler.

Bu ise gelecekte, görüşmelerde, toprak ve mülkiyeti görüşmemek ve en sona bırakmak istediği ile ilgili olarak yaşayacağımız çıkmazı da anlatan önemli bir ifadedir.

Bu yüzden bu politika, iç siyasi endişelerle de ikide bir, Rumlar şurayı da ister, bunu da ister diyerek, içe dönük olarak geliştirilen toprak konusunu görüşmekten kaçmayı iç tazyiklerle de gerekçelendirip, bunları ele alınınamaycak konular olarak sıcak tutmak olgusunun geçersizliğini, bu ifadelerle çok net olarak ortaya koymaktadır.

Hele Sayın Eide'nin bir başka soruya verdiği cevaptaki ifadelerle birlikte, bunları bir bütün olarak ele alırsak, konunun ne denli önemli olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Sayın Eide şöyle ifade etmektedir konuların bütünlüğünü.

" Her şeyin her şeyle bağlantılı olduğunu biliyoruz, ancak her şeyin ayni anda görüşüldüğü bir toplantı yapamayız. Bunda bir düzen olmalı ve ilerleyebilceğiniz kadarı ilerler, nihai müzakereleri sürecin sonuna bırakırsınız.."

Bu ifadelerle Sayın Eide, bence iki tarafta oluşan bir saplantıya, yani KT Tarafında gelişen; "önce yönetim ve güç paylaşımını bitirelim da sonra Toprak ve Mülkiyeti görüşürüz " anlayışı ile KR Tarafında da Toprak ve Mülkiyet görüşülmeden biz, Yönetim ve Güç paylaşımını sonuçlandırmayız olarak yansıyan ve çıkmazı oluşturan yaklaşımlara; çok çarpıcı olan eleştirsel bir bakıştır. Ne birinin, ne ötekinin haklılığını ortaya koymadan, bahsettiği mantığa bağlı olarak, olayı da isimlendirmeden ve tanımlandırmadan, çok önemli bir açılım getirmek istediğini bu ifadeleri ortaya koymaktadır.


Bu söyleşide daha çok üzerinde durmamız gereken nokta var.

Ama onları daha sonra da ele almak lazım. Çünkü söyleşi uzun, bu arada ben de uzun yazarım. Bu yüzden bu ülkede insanlar ," tak fişi, bitir iş" anlayışında olduğu için, uzun yazıları okumaz.

Ama ben okuyanların affına sığınarak iki noktaya daha değinip, bu değerli söyleşi ile ile ilgili değerlendirmelerimi ilk olarak bu noktada sonlandırmak istiyorum. Bunlarda birbiri ile bağlantılıdır.

Önce kendi konumunu ele alan yaklaşımından başlamak isterim.

Sayın Eide kendi görevini şöyle tanımlıyor.

" Ben, Güvenlik Konseyi, Garantör devletler ve adadaki toplumların desteğiyle Genel Sekreter'in benden yapmamı istediği şeyi yapıyorum...."

Yani, Sayın Eide görevini, ,yapmasının dayandığı mandanın, hem BM Güvenlik Konseyi, hemde Garantör ülkelerin isteği ve desteği ile ve elbette ki iki tarafın da bunu kabulü ile olduğunu ifade etmektedir.

Bu sözleri ile Türkiye Başbakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun, son Kıbrıs ziyaretinde, Sayın Eide'ye dönük, çözüm için ona verdiği misyon ve NiHAİ görevi olarak çözüme katkı sağlaması gerektiğine dönük yaptığı vurguyu hatırladığımızda ve Ona daha fazla efor harcaması ile ilgili yaptığı çağrıyı da hatırlarsak, Sayın Eide'nin nasıl bir manda ile donatıldığını da kavramış oluruz.

Sayın Davutoğlu'nun ziyareti ile ilgili yazdığım yazıda bu vurguya ve isteğe dikkat çekmiştim. Şimdi Sayın Eide de buna denk bir tanımlama yapmaktadır.

Ama Sayın Eide, ayni zamanda tümümüzün de dikkatinden kaçmaması gereken ciddi bir de uyarı da yapmaktadır.

Sayın Eide özellikle Ukranya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da oluşan durumlara bakarak doğru değerlendirmeler yapıyor.

Bunu da şöyle ifade diyor.

" Dediğim gibi Soğuk savaş sonrası düzen yıkılıyor ve tabi ki Türkiye'ye yakınız"

Bu tesbitini de daha önceki soruda şöyle bir ifade ile de bütünleşmektedir.

"Bilmeniz gereken Suriye konusunda Güvenlik Konseyi'nde herhangibir görüş birliği yok ve açıkca Ukranya ilgili de yok. Ancak Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi arasında Kıbrıs sorunun, liderlerin de söylediği gibi tek devlet, iki toplum, iki bölgeli siyasi eşitliğe dayalı Federasyon çerçevesinde çözülmesi gerektiğine dayalı bir görüş birliği var. Bundan faydalanılması gerekiyor, çünkü gidişat giderek azalan bir görüş birliği yönünde. Zaman kaybetmeden bir çözüme ulaşılması beni memnun eder".

Bu sözler, uzun yıllar hem Dışişleri, hemde Savunma Bakanlığı yapmış ve NATO çapında, AB indinde önemli görevler yüklenmiş bir siyasinin ve diplomatın çok önemli bir uyarısı olarak alınmalıdır.

Çünkü, Annan Planı döneminde de GK'nin beş daimi üyesinin konsensüsü vardı. Ama 24 Nisan Refarndumundan sonra, özellikle Irak Krizininin yol açtığı ayrışma, bu konsensusa karşın çözüme dönük ortak enerjiyi geliştirmedi.

Bunun ise, durumun aynen devamından yana olanlarca gizli bir sevinçle karşılandığı da açıktır.

Ama Ortadoğudaki ve onun ifade ettiği gibi soğuk savaş sonrası oluşan düzenin yıkılmaya başladığı günümüzde, gelişmeler bağlamında şu sözleri kulağımıza ciddi olarak küpe olarak takmalıyız.

" Şu anda Kıbrıs durağan çözümsüzlük durumunda ancak sonsuza kadar sabit kalacağını farz edemezsiniz .Hiçbir şey yapmadığınız takdirde bugünkü durumun 10 yıl sonra da aşağı yukarı ayni olacağını düşünmeyin"

Bunun anlamı açıktır. Bu soğuk savaş sonrası düzen yıkılırken ve pek çok ülke Ortadoğu'da parçalanma ve çatışma içine girerken ve GK 5 daimi üyesinin bu temeldeki çelişkileri artarken, siz, Kıbrıslılar alıştığınız bu çözümsüzlük ortamının ayni şekilde gideceğini, kısa vadede düşünmeyin. Anlaşma, hele 5 daimi üye bu konuda konsesus içinde iken olmazsa, bu durum böyle gitmez. Başınız ne geleceği belli değil, ama bugünkünden daha kötü olacağı da aşikardır demek istiyor.

Sayın Eide'nin AB ,Güvenlik ve Garantilerle ilgili söyledikleri de çok önemli, ama bunları bir başka yazıda değerlendirmek gerekir.

Önemli saptama ve yanlış oluşan düşünce biçimimize dönük önemli tesbitler ve bunlara dair de yeni açılımlar getiren Sayın Eide'nin bu söyleşisi, gerçekten okuyup değerlendirilmesi gereken bir metindir. Bunu gerçekleştiren basın mensuplarına teşekkür ederim.

Çözümü bulma uğraşırsında, " Herkese kolay gelsin"..

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.