İÇ HABERLER
okuma süresi: 21 dak.

90 yaşında, yaşayan bir tarih... Tuğrul Hilmi Berkay

90 yaşında, yaşayan bir tarih... Tuğrul Hilmi Berkay

90 yaşında, yaşayan bir tarih…Tuğrul Hilmi Berkay: Makarios Cunta'ya mektubu yazdı, anlaşma yerine darbe oldu…

Yayın Tarihi: 31/08/15 09:37
Güncelleme Tarihi: 22/01/20 22:41
okuma süresi: 21 dak.
90 yaşında, yaşayan bir tarih... Tuğrul Hilmi Berkay
A- A A+

"Noratlas uçağı meselesini ben çok iyi bilirim. Nasıl bildiğimi karıştırmayın ama bilirim. O gece neler oldu bilirim. Gelen uçaklara ilk şifreyi yanlış verdiler. Işık ile işaret verecektiler ama yanlış verdiler, RMMO da ateş açıp uçağı düşürdü…"

"Klerides ile Denktaş bütün noktaları ele aldılar ve en sonunda öyle bir noktaya gelindi ki iş sadece imzaya kaldı. Makarios kalktı General Gizikis'e o ünlü mektubu yazdı ve dedi ki 'senin adamlar bana karşı darbe planlar.' O mektuptan sonra güm diye darbe oldu…"

"Alpay Mustafa'ın vurulması hikâyesi çok talihsiz bir durumdu. Ben o zaman o görev için Londra'daydım. Sonrasında ben Kenan Coygun Paşa'ya gördüğümde bu konu da açıldı, konuştuk… Anladığım içinde bir acı vardı. Kenan Paşa bana Alpay için tek şey dedi; 'birilerinin yapması lazımdı.'"

Kıbrıs Postası - Ulaş BARIŞ

Geçen gün gazeteye bir mektup geldi. Eskiden mektup diye bir şey vardı ya, işte tam onun gibi bir mektup…

Mektupta son günlerde güneyin en popüler konusu olan ve 1974 yılında dost ateşiyle düşürüldükten sonra 'kaybolan' Noratlas uçağı olayı ile bilgi sahibi olduğunu söyleyen birisinin el yazısı ile yazdığı mektubu ve bir de konuyla ilgili belgesi vardı.

Polat Alper 'gel da bak bu konuya' diye çağırdı.

'Hala daha mektup yazılır ha' diye şaşkınlık geçirdikten bana uzattığı mektubu okudum.

Mektup Tuğrul Hilmi Berkay'dan geliyordu.

Polat Alper bana "adamı tanırım. 90 yaşındadır, canlı bir tarihtir" deyince ilgim daha da arttı.

Önce telefon ile şansımı denedim, "ay oğlum ben iyi duymam çık da gel konuşalım" deyince de kalktım gittim.

Konu Noratlas'tan, TMT'ye, oradan Yunanistan'ın 63-74 dönemi çevirdiği filmlerden, BRT'nin kuruluşuna gitti.

Kısa süreliğine gittiğim ziyaretten 1,5 saat sonra çıktım.

Tuğrul Bey, tam 91 yaşında. 1925'te Mağusa'da doğmuş. Kök Mağusalı bir aileden geliyor. Babası Ahmet Hilmi Efendi zamanın en saygın Kıbrıslı Türklerinden. Oğlu Turgay Hilmi, Kıbrıs'ın en saygıdeğer müzik adamlarından…

Sohbete Noratlas olayı ile başladık…

"Noratlas uçağı meselesini ben çok iyi bilirim. Nasıl bildiğimi karıştırmayın ama bilirim. O gece neler oldu bilirim. Gelen uçaklara ilk şifreyi yanlış verdiler. Işık ile işaret verecektiler ama yanlış verdiler, RMMO da ateş açıp uçağı düşürdü. O düşen uçaktan bir kişi atladı ve kurtuldu. İçinde 32 kişi vardı, 13 kişiyi buldular, gerisi kayıp. İkinci uçak da yara aldı, iniş yapmadan geri döndü. Yolda gelen 11 uçak daha vardı benim bildiğim. Hepsinin içinde komando doluydu çünkü bu bir operasyondu."

Yunanistan'ın 'sorumlu olduğu' anlaşılmasın, bilinmesin diye bu uçağı gömdüler, yok ettiler. Bu konu hiçbir zaman Yunanistan'da da konuşulmadı, gazetelere hiçbir şey intikal etmedi."

"Bir nevi olayı kapatma gizleme olayı mı oldu bu? Peki ama neden?" diye soruyorum… Tuğrul Bey tane tane anlatıyor;

"Yunanistan 1998 yılına kadar Kıbrıs olaylarına methaldar olduğunu kabul etmedi. O uçakların da 'Türk İstilasına' karşı gönderdiğini iddia etti. Yok kardeşim, bunlar yalan. Papazı düşüren EOKA-B ve Yunan subaylarıdır. O darbe ile Makarios'u bertaraf ettiler ve cumhuriyeti ortadan kaldırdılar. Ama Yunanistan bunu asla o şekilde kabul etmedi. 1964 Erenköy, 1967 Geçitkale olaylarında ne yaptı o zaman? Bunlara verecek cevapları yok, kabul etmezler."

"Sizin bize yazdığınız ve belgesini gönderdiğiniz konu bu o zaman. 1998'de mi ilk kez Kıbrıs içinde çevirdikleri oyunları kabul ettiler?" diye üsteliyorum konuyu. Tuğrul Bey şöyle cevaplıyor;

"İlk defa Fileleftheros'ta 12 Ağustos 1998'de bu konuda bir yazı çıktı. Yunanistan ilk kez, Kostas Simitis'in başbakanlığı sırasında meclise bir yasa sundu ve söz konusu dönemde Kıbrıs olaylarına her zaman methaldar olduğunu kabul etti. İşte bu Noratlas olayındaki aileler de her zaman bu kaybolan insanların akıbetlerini merak ettiler, Yunan hükümetine sordular. 'Ne oldu bizimkiler? Nerede kayboldular?'"

"Bunun kabulü sizce ne kadar önemliydi?" diye sorularıma devam ediyorum…

"Sen bu konuda, yani Yunanistan'ın bu sorumluluğu kabulü sonrası, hiçbir siyasimizden, gazeteciden bu tarihi olayın aksettirmesini duydun mu? Duymadın. Ben da duymadım. Bu belge ufak bir belgecik değildir. 1963-74 arası Yunanistan'ın adada oynadığı oyunların belgesidir, gözlerine sokmak lazımdı bunu ama bizim siyasetçilerimizde iş yok. Kusura bakmasınlar ben hicap duyarım, rahatsızlık duyarım bu konudan. Rum siyaseti çok esnek ve kıvraktır. Bizim tarata böyle incelik, kıvraklık yoktur."

Devamında Tuğrul Bey ben soru sormadan işi şimdiki müzakerelere getiriyor ancak çok da bilinmeyen tarihi gerçeklerle hikâyesini sağlamlaştırıyor…

"Bu Enosis davasında Makarios önemli yer tutardı ama onu bu konuda iten hep AKEL'di. Kıbrıs'ta Komünist hareketinin babalarından AKEL'in kurucusu ve ilk Genel Sekreteri Ploutis Servas'ın 90 yaşında yazdığı son kitabı 'Ortak Vatan'da yazdı. Servas dobra dobra söylerdi, Enosis'i körükleyen AKEL'di derdi. Rum gençliği onu çok severdi. Yani o politikayı AKEL geliştirdi. Ve o politika o günden bugüne hiç değişmedi. Rum tarafında kaç tane siyasi parti varsa her biri bir yöne atış yapar siyasi açıdan. Kimisi Anastasiadis'in lehine, kimi aleyhine olabilir. Ama hedef her zaman Enosis'tir.

Bakmayın bizimkiler gider toplantılarda konuşur 'anlaştık, kabul ettik' der ama aslında kabul edilen bir şey yoktur. Bu iş Enosis'e kadar sürer gider. Ben etrafta bu kadar iyilik meleği dolaştığına inanmıyorum. Neden?"

O bu soruyu sorunca ben de aynı soruyu soruyorum; neden?

"1972-1974 yılları arasında iki tane anayasa profesörü müzakere eden Denktaş ve Klerides'e, anayasal konularda danışmanlık yaparlardı. Denktaş'ın danışmanı Pr Dr. Orhan Aldıkaçtı, Klerides'inki Yunanistan'dan gelen bir profesördü, ismi Dekleris. Sonrasında o dönem anılarını kitaplaştırdı. Klerides ile Denktaş bütün noktaları ele aldılar ve en sonunda öyle bir noktaya gelindi ki iş sadece imzaya kaldı. Yani her konuda anlaşıldı. Ben söylemiyorum bunu, kitapta var.

Dekleris anılarında o gece Maraş'ta kendisine verilen eve gittiğini ve büyük bir huzur içerisinde akşam sefası yaptığını anlatır. Ona göre iş bitmiş, ertesi gün belge taraflara sunulacak ve imza edilecekti. Ancak ne olduysa ertesi gün oldu, Makarios kalktı General Gizikis'e o ünlü mektubu yazdı ve dedi ki "senin adamlar bana karşı darbe planlar." (2 Temmuz 1974'te Makarios'un Yunan Cuntasının o günkü lideri ve Yunanistan Cumhurbaşkanı Fedon Gizikiz'e yazdığı ünlü mektup-UB)

O mektuptan sonra güm diye darbe oldu. Hâlbuki anlaşma ile ilgili her şey konuşuldu ve görüşmeciler gidip ilgili taraflarla durumu istişare ettiler. Onlar da görüşmecilere 'tamamdır, getirin imzalayalım' dediler. Ertesi gün papazın mektubu Yunanistan'a gidince darbe oldu. Yani olmuş bitmiş bir anlaşmayı böyle bir kılıf uydurarak ortadan kaldırdılar. Rumlar hep tek bir hedefe ateş açarlar. Rum partileri her ne kadar ayrı da davransalar, en sonunda bir noktada birleşirler; Enosis yalnız Enosis. Ve Kilise bu işe sadıktır. Bu işten çekilemez."

"Pek bilgim olan bir olay değil bu ama çok ilginç" diye konuyu deşmeye çalışıyorum. Ama Tuğrul Bey'in anlatacağı daha ilginç şeyler var; sözünü kesmemeye özen göstererek dinliyorum…

"Bu memlekette Amerika'nın bir istihbarat ağı vardı. Benim esas mesleğim iletişimciliktir. Ben 1948-63 arası bu işlerin içinde bulundum ama ben istihbaratçı değilim, iletişim mühendisiyim. Cable&Wireless, 72 ülkede varlığını sürdüren bir kurumdu. İngiliz'in resmi kurumuydu. İş vardı, gittim başvurdum alındım. Alayköy'de bir istasyon vardı. Bunlar bölgedeki bütün radyo istasyonlarını dinlerler ve özet çıkarırlardı. Mecburdular bizim üstümüzden göndersinler bilgiyi. Bizden Londra'ya oradan da Amerika'ya giderdi bilgiler.

Orada bu bilgiler ilgili makamlara giderdi. O bilgiler gittiğinde ilgili konularla daha fazla bilgi istenir mi diye sorulurdu."

Ben sakin sakin dinlerken, Tuğrul Bey konuyu birden bire daha da ilginç bir noktaya getiriyor…

"Türk Ajansı Kıbrıs (TAK) necin kuruldu bu memlekette? Gazetecilere bilgi versin diye? Hayır, istihbarat için kuruldu. Onların görevi Rum gazetelerini okuyup bilgi toplamak, bizi ilgilendiren konuları ilgili bakanlıklara bildirmekti. E bildirirler ama dinleyen mi var? Giden bilgiler sümen altı edilir, ilgilenilmez. Böyle olmaz. Haber ajansı mı TAK? Öyle görürler bunlar. E maşallah o zaman. Şimdi bu Noratlas işi patlak verince ben oturup size mektup yazdım. Sizin gazetede güzel bir makale çıktı ben de oturup bu konuyu size yazdım. E sonra baktım arkası gelir. Var mı size bu hükümetten ilgi? Hiçbir laf, bir açıklama gördün mü? Ben görmedim."

Arada Kayıp Şahıslar Komitesi'nde de görev yaptığını söyleyince, "konu madem Rum basınından açıldı, Rum basını sürekli Türkiye'yi suçlar ve kazı çalışmalarını engellediğini söyler. Hani bu kayıpların bir kısmının askeri bölgelerde olduğunu iddia eder. Gerçeklik payı var mı bunun?" diye soruyorum Tuğrul Bey'e…

"Ben emekli olduktan sonra Kayıp Şahıslar Komitesinde görev yaptım. Rumcam ve İngilizcem vardı diye görevlendirildim. Bizden de kayıp var, onlardan var. Bir gün şimdiki 1.Alay Karargâhı'nda yani Hisar Üstünde kayıp yakınları ile ilgili bir toplantı yapıldı. Toplantıyı Denktaş Bey düzenlediydi, ben de oradaydım. Denktaş Bey 'yahu dedi gerçeği bilelim söyleyelim. Bu insanlar ölmüştür' dedi. O öyle deyince ağlamalar çığlıklar çıktı, ortalık karıştı. Türk tarafı işi böyle kapattı. Yani bu Türk kayıplar konusu 'Rumların eline düştü, öldürüldü, nokta' şeklinde düşünüldü. Rum tarafı ne yaptı? Propagandaya devam etti. Bir papaz, oğlu kayıptı, bu durumla ilgilendi. Onun aradığı cevap 'oğlum öldüyse nasıl öldü? Nere gömüldü?' sorularının cevabıydı. 'Onun kemikleri bize verilmez ve biz de onu dinimize göre gömmezsek, Allah'ın nezdinde görevimizi yapmış sayılmayız' dedi ve işin peşine düştü. Papazın ismi Christoforos'tu sanırım, her gittiği yerde bu işi söyledi, propagandasını yaptı. Papazı bu işleri yaparken, Rum hükümeti 'bırakalım yapacağını yapsın' dedi ama en sonunda Papazın bu işleri karıştırması Rumların da başını ağrıttı. Ben Rüstem Tatar'a yardımcı olayım diye komiteye girdim. 1619 kişilik kayıp Rum listesi vardı. Ama belge resmi belge değildi. Ben durdum hepsini bilgisayara işlettim ve isim isim ayırdım. Asker mi sivil mi hepsini ayırdım, dosyaladım. Evirdim çevirdim her bilgiyi koydum. O zamanki komitenin sorumlusu Tatar'ı arayıp böyle bir dosyalama yaptığım için teşekkür ettiydi. Tabii biz de kıskançlık da vardır. Sen bir adım önde gidersen yardımcısı olduğun adamın, aman allahım Allah korusun seni. Ben çok rahat konuşan adamım. Ben Denktaş'ı gittim 1966'da gördüm Ankara'da. Kendisine 'senin başına gelenler, sana en yakınlarının oynadığım bir oyundur' dedim. 'Dikkat et geri döndüğünde gene aynı oyunlara gelme.' Sonra adaya gelince beni yolda gördü, durdu. Yine aynı şeyi tekrarladım, 'unutma sana söylediğimi."

Araya giriyorum; "kimdi o oyunları oynayanlar? Cevap olarak 'boş ver' diyor Tuğrul Bey. "İyi de hep böyle yapıyorsunuz, bu konularda hiç konuşmuyorsunuz. Yeni nesil bu olayları hiç bilmiyor" diye üsteliyorum ama Tuğrul Bey ustalıkla cevap vermekten sıyrılıyor, anlatmaya devam ediyor.

"Komitedeki BM Temsilcisi, emekli bir büyükelçiydi, İsveçliydı. 'İlk defa sizde olmadı bu vurma öldürme, kaybetme' derdi, 'dünyanın her yerinde oldu. Buna öç alma derler.' Durum aslında budur. Bak 1974'te Rumlar gittiler Mesarya köylerinde katliamlar yaptılar. Bunun karışıldığında öldürülen bir kamyon dolusu Rum'un Lefkoşa'da, Arabahmet Bölgesindeki Pavlides'in garajına getirildiğini ben gözlerimle gördüm. Akıbetlerinin ne olduğunu bilmiyorum. Büyükelçi bunu diyordu aslında. Sen yaptın, biz de yaptık."

Tekrardan askeri bölgelerdeki kayıplar konusunu soruyorum ama Tuğrul Bey "bilgim yok" diye sorumu geçiştirip, başka bir konuya geçiyor…

Rahmetli Kenan Coygun, 1964-65'ti sanırım, bana geldi, 'yahu Tuğrul sana ihtiyacım var' dedi, 'İskele'ye (Larnaka) gitmen lazım.' 'Yapabileceğini bilirim bu görevi ne den?' Kenan Coygun'du bu, teşkilatın başıydı. Ona büyük saygımız vardı. Kendisine sordum 'bu bir emir mi?' Emir değilse gitmemek için sebepler çıkaracağım.' 'Tamam hazır ol dedi da aranacaksın.' Gerçekten de eve gittikten sonra kapıya dayandılar. İskele'ye gittik geldik."

"Peki görev neydi" diye arada soruyorum ama Tuğrul Bey bu sorumu da 'boş ver' diye geçiştiriyor. Çaresiz anlattıklarını dinlemeye devam ediyorum…

"İrsen Küçük kendi kendini rezil ettirdi mesela. Benim aldığım eğitimde kimse bana 'maaşın kaç para' diye soramaz. Eğer İrsen Küçük o soru karşısında 'sana ne benim maaşımdan, sen beni rezil mi etmeye çalışın' deyip işin içinden çıksaydı, ömrünün sonuna kadar kahraman gibi gezerdi ama korkarlar, titrerler işte. Kendinden üst olanlardan titrerler. Ama benim kimseden çekincem yoktu. Kenan Coygun'un bende çok büyük sevgisi vardır. O da beni severdi. Bir gün bana dedi 'bir telsiz isterik.' Dedim 'neden istersiniz?' Cevap; 'sana ne?'

Dedim 'efendim, bu cihazı ne için kullanacağınızı bana söylemezseniz ben nasıl sizin istediğiniz cihazı nasıl yapacağım?'

Yine sordum, 'bu cihazla nerelerle görüşeceksiniz?' Gene cevap 'sana ne.'

Dedim 'cihazın ne kadar güçlü olacağını ancak sizin nerelerle görüşeceğinizi bilerek ayarlayabilirim.' O zaman 'tamam koçum' diye neyin ne olduğunu söyledi. Buna göre hem osilator hem de transmitter yapılacaktı. Yani hem haber gönderecek hem de haber alacaktı bu cihaz. Ben bunu başardım yaptım, saygı bundan dolayıydı bana. 1966'da İngiltere'ye gittim, yine cihazlar için parçalar almaya ama geldiğimde Kenan Coygun o karışıklıklardan burada değildi artık. Bana verilen para ile neler neler aldığımı belgeleri ile dosyaladım. Sonrasında, o görevden alındıydı, gittim belgeleri kendisine verdim."

"Bir nevi istihbaratçı gibi mi çalışıyordunuz" diye soruyorum Tuğrul Bey'e…

"Bu bir istihbarat işi değildi. Ben iletişim mühendisiydim. İstihbarat işi başka bir iştir. Mesela benim rahmetli babam Ahmet Hilmi Efendi, zamanın efendilerindendir. Bunların o zaman Lefkoşa Kardeş Ocağı'nda günlük buluşmaları vardı. Neyse, bir gün babam eve geldi, o zaman emekliydi, 60 yaşında filan. Orada otururken yanına birisi gelmiş, demiş ki 'Ahmet Bey, siz buralarda saygın bir insansınız, herkesi tanırsınız. Sizden ricamız, burada konuşulanlar arasında önemli bir şey varsa bize bildirmeniz.' Babam bunun üzerine sinirlenmiş ve adama 'siz beni 60'ından sonra jurnalci mi yapacaksınız?' deyip yanından def etmiş. O anlamda istihbarat böyle bir şey. Teşkilat içinde birbirlerine oyun çeken, arkadan iş çeviren çoktu bu yönde."

"Alpay Mustafa'nın öldürülmesi olayı buna örnek bir durum muydu?" diye aradan bir soru soruyorum…

"Alpay Mustafa'ın hikâyesi mesela çok talihsiz bir durumdu. Ben o zaman o görev için Londra'daydım. Sonrasında ben Kenan Paşa'ya dosyayı götürdüğümde bu konu da açıldı, konuştuk. Ona bir soru sordum; 'Dr İhsan Ali gerçekten vatan haini mi?' Bana cevaben şöyle dedi; 'Kıbrıs sorunu bitmedi. Bittiğinde kimin hain, kim gerçek yurt sever olduğu ortaya çıkacak.'

Anladığım içinde bir acı vardı. Ben Alpay'ı hadiselerde tanıdım, dört dörtlük bir adamdı, cesur bir adamdı. Ne olduysa teşkilat birbirine girmişti işte, döndüğümde bu konuyu çok da deşmedim. Ama Kenan Paşa bana Alpay için tek şey dedi; 'birilerinin yapması lazımdı.' Ben ne direnişçiydim ne TMT'ciydim. Ben Bayrak Radyosu'nun kuruluşu vasıtasıyla bu işin içine girdim, anlımın akıyla da çıktım."

"Nasıl kuruldu BRT" diye son bir soru daha soruyorum. Tuğrul Bey 90 yaşında ama ful enerji konuşuyor. Ben ise yarı yaşındayım ve yorgunluk alametleri gösteriyorum…

"Bayrak Radyosunun kuruluşunda aktif olarak bulundum. Beni bu işe bilenler önerdi. Gittim baktım bir cihaz, bizim Cable&Wire'da üzerinde çalıştığımız sonra da ısgartaya çıkardığımız cihazlarla aynı model.

Dedim ki bunun güç kaynağı yok, çalışmaz. Yoksa ben bu cihazı çok iyi bilirim.

Tarih 23 Aralık 1963'tü. 'Nasıl olur bu iş' dediler, dedim 'araba aküsü bulun bana.' Gittiler, bir duyuru yaptılar. Halk çok ilgi gösterdi, 100 tane araba aküsü ile geri döndüler. Öyle bağladık cihazı ve çalıştırdık. Ben ve bir sürü isimsiz kahramanın eseridir Bayrak.

İlk 'Bayrak Bayrak' diyen adamın ismi Muammer'di. Şimdi uzun zaman geçti, soy ismini hatırlamam…"

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.