İÇ HABERLER
okuma süresi: 22 dak.

Sarıca: "CTP Neo-liberal politikalara set çekemedi, yolsuzluklara sessiz kaldı"

"CTP Neo-liberal politikalara set çekemedi, yolsuzluklara sessiz kaldı"

CTP'nin 'kırmızı kanat' önderlerinden Hasan Sarıca'dan Kıbrıs Postası'na çarpıcı açıklamalar…

Yayın Tarihi: 04/02/16 07:54
okuma süresi: 22 dak.
"CTP Neo-liberal politikalara set çekemedi, yolsuzluklara sessiz kaldı"
A- A A+

Hasan Sarıca…

Doğma büyüme Lefkoşalılardan…

Yüksek öğrenimini İzmir'de 12 Mart darbesi ve sonrasının kaotik ortamlarında yaptı…

1971'de CTP üyesi oldu…

1976'da 23 yaşında Devirmci Genel İş'in başkanı seçildi ve ülke tarihin en genç sendika başkanı oldu. Ardından da en köklü sendikalarımızdan Dev-İş'in tam 18 yıl Genel Başkanlığını yaptı…

1985-90 arası mecliste Lefkoşa milletvekili olarak görev yaptı, 1990'da DMP macerasında yine vekil seçildi ama partisinin boykotuna uyup meclise girmedi.

Kendisini "olaylara diyalektik materyalizm üzerinden bakan bir Marksist" olarak niteliyor…

Bu yüzden de CTP'den 'uzak' duruyor. Bu durumu 'kenarda bekliyorum' diye ifade eden Sarıca "CTP neo-liberal politikalara set çekemedi, yolsuzluklara sessiz kaldı" diye tespitlerde de bulunuyor.

CTP'ye kırgın olmadığını, parti program ve tüzüğüne sadık olduğunu belirten Sarıca, "Partinin yöneticilerinin bir kısmının partinin tüzükteki politikalarına karşı siyaset yapması en hafif tabirle samimiyetten uzaktır" diye sert göndermelerde bulunuyor.

Su konusunda formüle edilen 'kamu-özel' ortaklığını 'makyaj' diye niteleyen Sarıca "bu özelleştirmedir" diyor…

1994-96 yıllarındaki DP-CTP Hükümetinin büyük işler başardığını belirten Sarıca "biz 2 yıldan fazla süre Türkiye'den yardım almadık, en sonunda bağımlılıktan kurtulma noktasına geldik. Onun için de CTP'yi hükümetten atıp, tekrar bağımlılık yarattılar" şeklinde tarihi tespitleri var.

Yeni kurulan Halkın Partisi'ni konularla ilgili net olarak görmediğini söyleyen Sarıca, Kıbrıs konusunda ise temkinli konuşuyor.

Akıncı'nın samimiyetine inanmakla birlikte Türkiye'nin dayatmalarına ne tepki vereceğini bilmediğini de söyleyen Sarıca garanti konusunun da iki tarafın güvenlik endişelerini sonlandıracak bir fomüle bağlanması gerektiğini vurguluyor…

Kıbrıslı Türkler ile Rumların akıllarını başlarına alıp bir çözüm yapamazsa işin sonunun sadece adanın bölünmesine ve çatışmaya yol açabileceğinden endişe duyuyor…

Kıbrıs Postası - Ulaş BARIŞ

Sendika başkanlığından meclise uzanan yol…

Hasan Bey, nerelisiniz? Yüksek öğreniminizi nerede tamamladınız?

1952'de Lefkoşa'da doğdum. Annem Baf'ın Hırsofu köyünden, babam ise Gönender'den. İlköğrenimi Lefkoşa'da, yüksek tahsilimi ise İzmir İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinden tamamladım. 43 yaşımdan sonra da DAÜ'de Ekonomi masteri yaptım. 1971-1975 döneminde çok olaylı bir zamanda Türkiye'de bulundum. 12 Mart darbesi zamanlarından bahsediyorum. O zamanlar bütün dernekler kapatılmıştı ve bizim oradaki dernek de bundan nasibini almıştı. O dönemden sonra İZKÖK'ü 1974'te kuran ve ilk başkanı olan da bendim. KÖKEF'in kuruluş ve ön hazırlık çalışmalarına da katıldım ama 1975'de mezun olunca, adaya geri döndüm ve o çalışmalara devam edemedim.

CTP ile bağı nasıldı o derneğin? Yani genel olarak yüksek öğrenim gençliğinin?

Aslında öğrenci hareketinin parti ile ilişkisi olmaktan ziyade, Türkiye ve İngiltere gibi ülkelerde öğrenim gören sol düşüncedeki gençler öğrenimlerini tamamladıktan sonra CTP'ye üye oldular. CTP'nin sol parti olması bu sayede oldu çünkü kuruluşunda, yani 1970'de öyle bir durum söz konusu değildi. CTP'nin kurucularına baktığımızda solcu denecek insan sayısı azdı. Bir Hüseyin Celal, sonraları Naci Talat gibi isimler solcu idi. Öğrenimini tamamlayıp gelenler CTP'ye üye oldu. Ben daha evvel,1971'de üye oldum. CTP'deki ilk görevim Lefkoşa İlçe Yönetim Kurulu üyeliği oldu. 1976'daki seçimlere aday olamadım çünkü yaşım tutmazdı. 1981 seçimlerinde aday oldum ama parlamentoya 1985 seçimlerinde girdim. 1990 seçimlerindeki DMP macerasında da seçimi kazandım ancak boykot yaptığımız için vekilliğe devam edemedim.

O zamanın siyaset ve siyasetçisi ile şimdiki arasında ne farklar var sizce? Eski siyasetçilerimiz daha ağır, daha saygındı diyebilir miyiz?

Saygınlıktan ziyade, tabii CTP için konuşuyorum, parti içindeki insanların geneli sosyalist düşüncedeki insanlardan oluştuğu için parti içi disiplin ve yurtseverlik ön planda idi. Dolayısıyla üyelerimiz, kendi aralarında aynı ideoloji altında daha bir kenetlenmiş şekilde idi. Yani aramızda ufak tefek ayrılıklar olsa da insanlar daha bir saygı içinde hareket ederdi. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi çerçevesinde partide alınan kararlara uyum tamdı. Yani bir karar aldıktan sonra evet ya da hayır deseniz bile o karara sahip çıkmak zorundasınız. Bir karara hayır diyen birisinin o karar geçse bile sahip çıkması onun ne kadar demokratik olduğunu göstergesi olur. Bu sadece partide değil, hayatın her yerinde böyle olmalıdır.

"Parti disiplini tartışmaya açık bir durum değildir"

CTP'deki bu parti içi disiplin çok fazla eleştiriler aldı ama?

Bence bu durum tartışmaya açık bir durum değildir çünkü eğer öyle olursa o zaman parti değil fikir kulübü olur. Sadece partiler için değil, sendikalar, örgütler için de bu durum geçerlidir. Örnek verecek olursam; bir sendika kendi içinde grev kararı aldı ve greve gitti diyelim. E şimdi o grev kararına hayır diyenler olamaz mı? Olabilir. Ancak sendika greve çıkma kararı aldıysa ve hayır diyen üyeleri de greve katılmazsa o grevin başarılı olma şansı var mı? Yoktur. Partinin de bu prensipten saptığı sürece başarı şansı yoktur.

CTP'nin ideolojisinden de sapmalar olduğu uzun zamandır çok tartışılan bir konu oldu. Geçmiş yıllar sizin de bu konuda sert açıklamalarınızı okumuştuk. Gelinen son durumu nasıl görüyorsunuz?

Şimdi ben bu durumu kendi pozisyonum üzerinden açıklamayı daha doğru bulurum. Ben olaylara diyalektik materyalizm üzerinden Marksist bir düşünce ile bakmayı tercih ederim, buna çabalarım. Dünyada her şey zıttı ile birlikte olduğuna göre, bu kapitalist sistem içerisinde emekçi sınıfı ile burjuvazi beraberdir. Hayatım boyunca olaylara işçi emekçi sınıfı yönünden baktım ama ille de geçmişte olduğu gibi mavi gömlek ile gezecek şekilde bakmıyorum. Mesela bana göre su ve elektrikteki son tartışmalara bakacak olursak benim dünya görüşümde bu stratejik şeylerin özelleşmesi diye bir şey yoktur. Halkın malının halkta kalması bir yurtseverlik görevidir ve bu durumun ille de sol ideoloji ile bir bağlantısı doğrudan yoktur. Pek çok sağcı insanlar da bunu savunabilir. Bu bağlamda benim eleştirilerim, mesela elektrik konusunda AKSA denen bir şirket var. Yani Kıbrıs'ın elektriği aslında kısmi şekilde özeldir zaten. Bir de bunun üzerine bir de kablo ile elektrik getirerek bunu Türkiye'ye bağlamak bizi KTHY olayından sonra yaşadıklarımızın 5 katı beter edecek diye düşünüyorum. Su da ayni şekildedir. Suyun halkın öz yönetiminde olmaması, ülkenin su kaynaklarının özelleştirilecek olmasını benim sol anlayışım asla kabul etmez, buna hoş görü ile bakmam.

O zaman su konusunda CTP PM'nin aldığı kararı destekliyorsunuz demek mi bu?

PM kararını ve metnin ne olduğunu görmedim. Dolayısıyla benim tecrübem bana ne olduğunu bilmediğin bir şeyi alenen destekleyip desteklemediğini ifade etme demektedir.

Ama en azından bir duruş yok mu?

Bir duruş var ama eğer bu duruş su kaynaklarımızın yönetilmesi Kıbrıs Türk halkının elinde olacaksa hemfikirim. Ama başka bir şeyse değilim.

"Kamu-özel ortaklığı makyajdır, bu özelleştirmedir…"

Son gelinen noktanın kamu-özel ortaklığı olacağı söyleniyor?

Kamu-özel ortaklığı diye bir şey olmaz. Ben de o formülü duydum. Yani bu işin dağıtımını, tahsilatını özel yapacaklarsa bunun adı özelleştirmedir. Makyaja gerek yok ve ben buna karşıyım. Duruş bu ise karşıyım ve CTP'nin duruşundan ziyade ben kendime göre bunu değerlendiririm.

Partideki ayrışmaları nasıl değerlendirirsiniz peki? Yani 2013 seçimlerinde bu durum iyice ortaya çıkmıştı, şimdilerde de gruplaşmalar var deniliyor. Siz ne düşünürsünüz?

Sadece 2013 seçimlerinde çıkmadı o durum ortaya ama ben parti gözüyle değil, bir sosyalist vatandaş gözüyle bakıyorum. Diyalektiği kullanırsanız ortaya farklı görüşler ortaya çıkacaktır ancak tartışmanın sonunda halkın çıkarını ön plana koyacak bir sonuç üretmelisiniz. Bakınız, eğer Kıbrıs'ta olası bir çözüm gerçekleşirse, sizin kuracağınız o ortak federal yapı, ülkenin tüm yer altı kaynaklarının sahibi olacak demektir. Şimdi bu ortada iken, gerek Rum tarafının İsrail ile yaptığı anlaşma gibi veya bizim Türkiye ile yapmayı düşündüğümüz su anlaşması gibi, bu kaynakları kilitleme anlamına gelir. Bu bana göre bulunacak çözüm sonrası halkın malı olacak olan kaynakların, değerlerin daha şimdiden ortadan kaldırmakta ya da içini boşaltmaktadır. Bence bu samimiyetsiz bir davranıştır. Açıkçası ben CTP içerisindeki olaya taraf değilim.

Kırgınlıktan mı taraf değilsiniz?

Partime kırgın değilim ama dışındayım, kenarda beklemekteyim.

Neden böyle bir karar aldınız peki? Parti politikalarına mı canınız sıkkın?

Canı sıkısıyla alakalı değil ama partide ortaya çıkmaya başlayan neo-lideral politikaların parti politikasına dönüştürülmeye çalışıldığı bir ortam bana uymaz. Yani partinin bu politikalara yakınlaşması oranında ben de partinin şimdiki yöneticilerinden uzaklaştım. Parti tüzük ve programı bakımından ben CTP'ye kırgın değilim ve buna bağlıyım. Emekçi halkın kitle partisi olması ilkesine bağlıyım. Esas mevzu, partinin bu tüzük ve programından kopup, başka bir şey oluşturanlardır. Yoksa partinin tüzükteki politikaları açısından bir sorunum yoktur.

"CTP yönetimi tüzüğe uymuyor… Bu samimiyetsizliktir…"

E bu durum bir iki yüzlülük olmaz mı? Yani yazılan ile uygulananın farklı olması durumu?

Partinin yöneticilerinin bir kısmının partinin tüzükteki politikalarına karşı siyaset yapması en hafif tabirle samimiyetten uzaktır.

Bize dayatılan politikaların doğal bir sapması mı bu sizce?

Hayır hayır kesinlikle değildir. Bakınız, bize bu politikaları dayatan kimdir? Türkiye. Ne diyor bize? Alın bunu imza edin, uygulayın. Eğer yapmazsak ne diyor? Size maaş vermem diyor. Bence toplumların hafızalarının bu kadar zayıf olmaması gerekiyor. Neden derseniz, bizim 1994-1996 artası kurduğumuz DP-CTP hükümeti zamanına bakınız. O hükümet, 1994'ten 1996'nın Haziran ayına kadar Türkiye'den ne kredi ne de maddi bir kaynak almıştır. Tek bir kuruş bile alınmamıştır. O hükümet ilk 1-2 ay maaşlarda gecikmeler yaşamıştık ancak ondan sonra kendi kaynaklarımız ile bu durumu idame ettirmeye başladık. Ben o dönemde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığı görevinde idim ve eğer verilere bakılırsa bu durum açıkça görülebilir. O dönemde emekli maaşları ve diğer ücretler de artırılmıştı hem de bu yüzde 200'lerdeki enflasyona rağmen başarılmıştı. Bu ülkede eğer doğru politikalar izlenirse Türkiye'nin maaş tehdidine boyun eğmemize gerek kalmaz. Ama bunu samimiyetle yapmanız, gerekliliğini yerine getirerek yapmanız gerekmektedir aksi halde havada kalırsınız.

Böylesi sürdürülebilir bir politika izlenirken neden bitti o zaman o hükümet?

DP büyük ortaktı sonuçta ve Kıbrıs Türk halkı artık Türkiye'ye muhtaç olmama noktasına gelince CTP bu işin içinde bilerek ve istenerek çıkarıldı, bu iş bozuldu. Çünkü Kıbrıslı Türklerin kendi kendine yetecek duruma gelmesini istemiyorlardı. Ne oldu sonra? DP-UBP geldi, beraberinde borçlar geldi, krediler geldi ve kendi iç dengelerimiz bozuldu, tekrardan bağımlı hale getirildik.

O dönemden sonra 2003 yılına kadar CTP iktidara hiç gelmedi. Ardından da son 12-13 yıldır, aradaki UBP dönemi hariç CTP hep büyük ortak olarak hükümet oldu. CTP 94-96 arasındaki politikayı neden uygulamadı o zaman tekrar hükümet olunca?

Eğer CTP kendi parti programı ve ilkelerine sadık kalsaydı bugün hiçbir problem kalmazdı. Neo-liberal akımlara set çekebilseydi, yolsuzluklara sessiz kalmasaydı bu durumlara hiçbir şekilde gelinmezdi. Ama bu yapılmadı, tüzük ve programa uyulmadı.

"Ben reform filan görmedim…Gören varsa çıksın söylesin…"

Adına 'reform hükümeti' denilen ezeli rakip iki partinin kurduğu bu hükümette durum nedir sizce?

Kişilerin, partilerin aslında hiçbir önemi yoktur. Önemli olan halkın menfaatine uygun olacak adına reform denen şeyin belli bir program dahilinde yapılmasıdır. Ben bu reform denen şeyi de tırnak içinde kullanıyorum zira bu yapılması istenilen şeylerin reform olduğuna inanmıyorum. Sonuç olarak bu reform dedikleri şey, emekçi halkın çıkarını koruyacak bir reform ise ben bu sürede böyle bir şey göremedim, yaşamadım. Yaşayan varsa çıksın söylesin. Burada önemli olan, yine isim üzerinden gitmeden, adına reform denilen şeylerin hangi zümreye nasıl hizmet ettiğini noktasıdır. E ben emekçi halkın çıkarına bir reform olduğuna hiç inanmıyorum mesela. Anlayacağınız, niyet varsa isimlerin hiç önemi olmadığıdır. Mesela 1994-1996 yıllarında maliye bakanı Salih Coşar idi, DP'den. E ben onun maliye bakanlığından son derece memnundum. Ne oldu şimdi ben Coşar ya da DP destekçisi mi oldum? Alakası yok. Eğer halkın yararına olacaksa bu işler, ben onu tabii ki desteklerim.

Hiç bahsedemedik ama bu toplum sizi sendikacı olarak bildi, tanıdı. Uzun süreli sendikacılığınız da var. Dev-İş ile özdeşleşmiş bir isimdiniz. Gelinen durumda, sendikaların da aynen siyaset gibi irtifa kaybettiğini düşünüyor musunuz?

23 yaşında Devrimci Genel İş'in başkanı oldum, 1976 ise Dev-İş'i kurduk. Ondan sonra 18 yıl Dev-İş Genel Başkanlığı görevini sürdürdüm. Şimdi yine genç bir arkadaşımız sendika başkanı oldu Genel İş'te. Bu çok güzel bir olaydır. Sendikaların durumuna gelince; bir toplumda bozulma, dejenerasyon başlarsa bu toplumun her tabakasına sirayet eder. Böylesi bir bozulma, çözülme her tarafa yansır. Keçi sütünden koyun yoğurdu elde edemezsiniz sonuçta. Burada öncülük yapabilecek aydınların, örgütlerin önemi ortaya çıkmaktadır. Sendikalar da sonuçta bir örgüt olduğuna göre, onlara da topluma öncülük yapmak düşmektedir. Halkın bu bozulmasına, dağınık halde olmasına durduracak bu durumun sonlanmasına öncülük edecek politikalar lazımdır. Yani sadece partiler ya da sendikalar bozuldu demek yetmez çünkü toplumun her tarafı bozulmuş, çürümüştür. Şu anki durumumuzun en büyük eksikliği, emekçi halkın kurtuluşu için mücadele edecek öncülerin zafiyetidir. Bu aslında en büyük sorunumuzdur.

"HP'nin söylemleri net değil…Net olsunlar…"

Yeni kurulan Halkın Partisi bu öncülüğü yapabilir mi sizce? Geniş kesimlerden destek de aldığı görülüyor sonuçta.

Ben yine oradaki kişilere yönelik bir cevap vermeyeceğim bu sorunuza. Yani Kudret Hoca çok bilgili, donanımlı bir kişidir ama olaylara bakış açısı nedir? Emekçi halktan yana bir bakışı mı olacak yoksa sermaye güdümlü mü bakacak? Net olması gereken şey benim gözümde budur. İlle de yüzde 100 bir taraftan baksın da demiyorum, bir karma olacak sonuçta ama ben bu konuda herhangi bir işaret göremedim. Bir görüş ifade ettiklerine rastlamadım sadece mevcut hükümete getirilen bilindik eleştiriler gördüm.

Su ve elektrik konusunda özelleştirme karşıtı söylemleri oldu ama. Ayrıca bir de halka arz meselesi ortaya atıldı. Bunlar işaret sayılmaz mı?

Tam olarak net değiller ama. Yani olaylara bakışları net değil. Kamu malını halka arz edelim geniş bir kavramdır. Hangi halka? Bunların net olması gerekmektedir. Bakış açısının net olması gerekir yoksa o partide yeni, genç, temiz bir sürü insanımız vardır. Kendi alanlarında yetkin insanları bir araya getirmek zor değildir ama bu bir ülkeyi yönetmeye yetmez. Önemli olan, iktidara bile gelse olaylara kimin gözüyle bakacağıdır. Ben parti programında somut bir durum görmedim. Bu sorularım yanıt bulmadığı sürece, bana göre bir kısım entelektüel insanın bir araya geldiği, iyi niyetle bir araya geldiği bir parti olur.

Yeri gelmişken, eski tarz örgütlenme modelleri hala daha geçerli mi sizce? Yani şimdi sosyal medya gibi halka daha hızlı ulaşılabilecek gelişmiş teknolojiler icat edildi. Ne dersiniz?

Şimdi ters bir örnek vereceğim ama savaşları kazanmak için teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, ordunun karada yürümesi lazımdır. Dolayısıyla sosyal medya ve diğer teknolojik girişimlerin katkısını tabii ki küçümsemem ancak bu iş arazide yapılır. Kahveye gidip insanlara konuşmadan onları ikna etmeden bu işleri yapamazsınız.

"Kıbrıs sorunu çözülmezse sadece bölünme ile kalınmaz, bizi cayır cayır yakarlar…"

Kıbrıs sorununun çözümünü nasıl görürsünüz? Bir şans var mı? Çözülse, bu sorunlar yumağımızdan kurtulmamız için bir başlangıç olur mu sizce?

Kıbrıs sorununun çözümü tüm sorunlarımı elbette çözemez ama bu sorunları çözümüne bir ivme katacağı muhakkaktır. Yani daha demokratik bir ortam olacağı, Kıbrıslı Rumlar ile Türklerin ortak hedeflere yürüyebilme şansının ortaya çıkması, buna daha çok zaman ayıracağı aklıma ilk gelenler. Kıbrıslı Türklerin bir meşrutiyet kazanması, hiç değilse Avrupa burjuva demokrasisinin normlarına kavuşacak olması, ülkemizde yaşanan o büyük keyfiliğin ortadan kalkacak olması hep yararımıza olacak şeylerdir. Ben Kıbrıs Türk insanın üretken bir yapıya sahip olduğuna inananlardanım. Öyle ki 1974 sonrası hiç bilmemesine rağmen, gerek Sanayi Holding gerekse de narinciye örneğinde olduğu gibi, çalışmış, ütermiş ve malını satmıştır. Biz şu an çok zeki, okumuş bir nesle sahibiz. Bizim insan kaynakları konusunda hiçbir sıkıntımız yoktur, olmaz da. Dolayısıyla sorunun çözülmesi halinde bu genç kuşakların yönetime gelmesi ile sorunlarımızın çözümünde bir ivme bir hızlanma yaşanacağını düşünüyorum.

Var mı bir şans 2016'da? Akıncı'nın performansı nasıl sizce?

Valla ben Sayın Mustafa Akıncı'nın barıştan yana olduğuna inanan birisiyim. Öyle bir ihtimal varsa, Akıncı o çözüme gidecektir. Öte yandan Türkiye'nin dayatması olursa buna ne kadar dayanabilir onu bilemiyorum işte. Yakın mesai arkadaşım olmadığı için bilmiyorum bu arada, yanlış anlaşılmasın. Geçmişte yaptığı çıkışları bir tarafa koymuyorum ancak ben şu anda masada neler yaşanıyor bilmiyorum. Bilmeden de ahkam kesmeyi hiç sevmiyorum. Ama şunu kesinlikle söylemek isterim ki Sayın Akıncı bir çözüm ve barış ihtimali varsa onu getirecek geçmişe ve birikime sahiptir. Sorunun çözümüne gelince; bu bir tek bizim durumumuza bağlı bir şey değildir. Çözülmesi için her iki tarafın da çıkarlarının bir noktada kesişmesi, Türkiye ile Yunanistan'ın buna destek vermesi ve Amerika-Rusya ve İngiltere'nin karşı çıkmaması gerekmektedir. Yani birçok denklemin bir arada olduğu bir durumdan bahsediyoruz. Bu ülkenin bölünmesini Anglo-Amerika emperyalistlerin sağladığı, gerek EOKA gerekse de Türkiye vasıtasıyla TMT'yi kurdurarak, silahlandırılarak kan döktüğünü ve bu bölünmeyi sağladığı bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla Kıbrıslı Türk ve Rumlar akıllarını başlarına almazsa, bu işin sonunda sadece adanın bölünmesi ile yetinilmeyecek ve eğer denildiği gibi bu kadar doğal gaz var ise, hepimizi Suriye'deki gibi Libya'daki gibi cayır cayır yakarlar. Buna samimiyetle inanıyorum ve bunun örnekleri hemen yanı başımızdadır, bu olaylar yaşanmaktadır. Yani doğal gaz var ise bunun zenginlik olması yanında büyük bir tehlike olduğunu da söylemek isterim.

Bir de bu garantörlük meselesi var ki son ayların en birinci gündem maddelerindendir. Sizin garantilere bakışınız nedir?

Şimdi Kıbrıslı Türklerin Rumlara, Rumların da Türkiye'ye büyük bir güvensizliği var. Bu bakımdan her iki toplumu da güven duymadıkları ortamlara terk etmek hiç doğru olmaz. Bu bakımdan Kıbrıslı Türklerin, Türkiye tarafından askeri bakımdan korunmasına ihtiyaç vardır, bir formülle bu sağlanmalıdır. Ama buna karşılık Kıbrıslı Rumların da Türkiye'nin tehdidi altına bırakılmamaya ihtiyacı vardır. Aslında Annan Planının 5.şeklindeki formül en uygun formüldür. Orada asker sayıları indirilecek ve Türk-Yunan birliklerinin kurucu devletlerin sınırlarına her hangi bir şekilde geçme hakları olmayacaktı. Yani Kıbrıslı Türklerin tek başlarına Rumların iyi niyetine bırakılmalarını doğru bulmam.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.