İÇ HABERLER
okuma süresi: 17 dak.

Ergün Vehbi: "Sanayi Holding bilerek batırıldı..."

Ergün Vehbi: "Sanayi Holding bilerek batırıldı..."

Bir zamanların en kudretli siyasetçilerinden, meclisin sert mizaçlı adamı Ergün Vehbi Kıbrıs Postası'na çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Yayın Tarihi: 14/02/16 09:05
okuma süresi: 17 dak.
Ergün Vehbi: "Sanayi Holding bilerek batırıldı..."
A- A A+

Bir zamanların en kudretli siyasetçilerinden, meclisin sert mizaçlı adamı Ergün Vehbi'den Kıbrıs Postası'na çarpıcı açıklamalar…

"Sanayi Holding bilerek batırıldı…"

Ergün Vehbi…

Çocukluğu polis çavuşu olan babasının görev yerlerinde göçebe olarak geçti, ardından İTÜ'de Makine Mühendisliği bölümüne yazıldı.

Tam mezun olmak üzereyken Erenköy'e çıktı ve mezun olmasını 4 sene geciktirdi.

Erenköy'de zor günler geçirdiğini anlatıyor ve ekliyor; "bize o zaman verilen sözler tutulmadı…"

Denktaş ile aralarında çok eskiden kalan husumetin ölene kadar devam ettiğini bugün gülerek anlatıyor.

1975'te Sanayi Holding'e gelip çok önemli çalışmalar yaptı ama Denktaş husumeti orada da peşini bırakmadı… O macera sadece 6 ay sürdü…

1976'da girdiği CTP'den 1981'de milletvekili seçildi ve ondan sonra tam 12 yıl Ekonomi ve Bütçe komitesinde çalıştı. Arada Açık Öğretim Fakültesine kayıt oldu ve iktisatçı payesini de aldı.

14 Kasım 1985'deki CTP'nin çok tartışılan KKTC kararında 'evet' oyu kullandı. "Denktaş açıktan tehdit etmişti" diye o geceki durumu anlatan Vehbi, KKTC'nin ilanının hiçbir getirisi olmadığını aksine çok götürüsü olduğuna inanıyor.

O zamanların gündemini çok meşgul eden İleri Basımevi direnişi, Meclis kavgası, Güney ziyareti gibi konuların en önemli tanığı olan Vehbi, CTP içindeki hizipçiliğin o zamanlardan başladığını belirtiyor.

"Beni CTP'den anti-AKEL olduğum için uzaklaştırdılar" diyen Vehbi, "şirinlik muskası" diye tabir ettiği Hristofiyas'ınCTP'ye tehdit içeren bir mektup yazdığını da anlatıyor. Vehbi bu durumu "ENOSİS'ci AKEL, Kıbrıs sorununun çözümüne hiçbir müspet katkı koymayan AKEL, CTP'ye ayar vermeye çalıştı" diye açıklıyor.

DMP macerasında da değinen Vehbi, seçimden iki gün önce "bize bu seçimi kazandırmayacaklar, çekilelim" teklifini yaptığını ancak kabul görmediğini ifade ediyor. Vehbi "eğer çekilseydik her şey çok faklı olabilirdi" diyor.

DMP'nin meclis boykotuna uymayan Vehbi, kendisine çok teklif gelidğini, bunlardan en ilgincinin ise Asil Nadir'den gelen parti kurma teklifi olduğunu anlatıyor. Vehbi, "tabii ki reddettim" diyerek bunu tarihe not düşüyor.

Ardından DP'de bir süre devam eden Vehbi bu olayı "çok pişmanım, keşke hiç olmasaydı" diye bugün hayıfla anıyor.

Kıbrıs sorununun çözümünü çok zor gören duayen siyasetçi, "eğer Türkiye bu işlerden bir fayda görürse bu iş çözülür ama aksi durumda çok zor" diye durumu irdeliyor.


Röportaj: Ulaş Barış - Kıbrıs Postası

Limasol'danEvdim'e oradan Erenköy, Sanayi Holding'e ve nihayetinde meclise uzanan yol…

Ergün Bey, nerede doğdunuz, nerede okudunuz?

1941'de Limasol'da doğdum. Orta okula kadar Limasol'da büyüdüm. Babam Polis Çavuşu idi dolayısıyla Evdim, Piskobu ardından da Baf''da da ikamet ettik. En sonunda Lefkoşa'ya yerleştik. Orada liseyi tamamladıktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümüne kayıt oldum. Ancak zamanında mezun olamadım çünkü 1964'te Erenköy'e çıkan öğrenci mücahit gruba katıldım. Dolayısıyla o yıl mezun olacakken 1967'de mezun olabildim. Ardından uzun süre İstanbul'da çalıştık.

Nasıl Erenköy'e çıkmaya karar verdiniz? Neler oldu orada?

21 Aralık olayları başladığında ben İstanbul'da Kıbrıslı Türk Talebe Cemiyeti Başkanlığı görevinde idim. Okulu tam bitirmek üzereyken birden bire kendimizi olayların içinde Erenköy'de bulduk. Yaklaşık 600 kişi o küçük bölgede, dağ başında 2 yıl kaldık. Bizi oraya getiren ise Türkiye Genel Kurmayı oldu. Dediler ki siz çıkın da arkadan asker de çıkacak. Gece karanlığında botlarla çıktık. Hedefte Erenköy'ün köprü başı olması planlanmıştı. Ancak hiç asker çıkmadı, sadece bir komutan geldi. Hal böyle olunca oraya çıkan öğrenciler bunalıma girdi. Yani doğru dürüst kumanya yok, takviye yok ve en önemlisi askeri eğitimimiz yok. Zor günler geçirdik. Bir ara beni Yeşilırmak'a gönderdiler ve ben orada komutanlık da yaptım. 7'den 77'ye mücahitti oradaki bölge halkı. Yani düşünün hiç askerlik geçmişi olmayan ben 250 kişinin komutanı oldum. Ardından 1966'da İstanbul'a geri döndüm ve 1967'de en sonunda mezun olabildim. Dönünce Talebe Birliğinin başkanlığında geri döndüm tabii. Mezuniyetten sonra orada evlendim ve işe girdim. Çok da iyi bir işim vardı ancak bu kez de araya 1974 harbi giriverdi.

Tabii geri döndünüz?

Evet, geri geldik tabii. Denktaş'ın bakanı vardı Alper Orhon, o çok ısrarcı oldu dönmemde. Alper, Denktaş'ın bakanı idi ama araları pek de iyi değildi. Bir de Ziya Müezzinoğlu oğlu vardı, o da Rahmetli Bülent Ecevit'in Kıbrıs danışmanı idi, sonrada bakanlığını da yaptı, o çok ısrar etti, gemiye bindik döndük.

"Sanayi Holding'in envanterinde 227 tane fabrika, tesis vardı…"

Sanayi Holding Macerası öyle başladı değil mi?

Evet öyle. Ben tabii plastik uzmanı idim, çalıştığım şirketin plastik bölümü müdürü idim. 1975'te döndüğümde Sanayi Holding daha kurulma aşamasındaydı. Beni plastik bölümüne müdür olarak atadılar. Benim sorumluluğumda 12 tane fabrika vardı. Çok büyük olan fabrikalar da vardı orada. Ancak orada büyük bir hata yapıldı. Öyle ki, zamanın Ecevit Hükümeti, sol görüşlü olduğundan dediler ki bu fabrikaları özele dağıtmayalım, kamuda kalsın denildi. Bakınız, Sanayi Holding'de envantere göre tam 227 adet fabrika, atölye ve işletme vardı.

İnanılmaz bir rakam…

Aynen öyle. Aralarında plastik fabrikası var, galvaniz boru fabrikası var, daha neler vardı. Yani ben gelmeden önce Pimaş'ta çalışırdım ki o dev bir şirket oldu şimdi Türkiye'de, onların fabrikasından daha büyük plastik fabrikası vardı. Tabii hemen işe koyulduk, bir sürü mühendis ve diğer teknik elemanlar bulduk. Sonra Müezzinoğlu ve Orhon dediler bütün bu işletmeleri bir yapı altında, holding yapalım. Ben karşı çıktım ve dedim ki "bu iş böyle olmaz". Bir sürü küçük işletme vardı ve ben dedim ki "bazılarını özelleştirelim", kabul edilmedi. Amacım rafine bir miktar ile yola devam etmekti. Bir çatı istediler, onda ısrar ettiler. Dedim "yürüyemez bu iş" ve maalesef dediğim gibi oldu. Ama bir hata daha yapıldı orada. Orada bulunan işletmelerin, irili ufaklı olmak üzere, hepsine Türkiye'den ortak alındı. Et-Balık Kurumu bile bize ortak oldu. Ne alaka? Hepsine yönetim kurulları atandı, onlar da kendi ekiplerini getirdiler. Sonra ne oldu? Bunlar bu işletmeleri evirdiler çevirdiler, en sonunda benzettiler.

Hep söylenir; o zaman Sanayi Holding'de bulunan teknoloji Türkiye'de bile yok diye. Doğru muydu bu?

Yani doğrudur çünkü Rum bu tesisleri çok modern kurduydu. En azından daha bilinçli şekilde kurduğu kesindi. Esas büyük tesisler hem Almanya, Amerika standardına göre kurulduydu. Bazı fabrikaların Türkiye'de olmadığı doğrudur. Açıkçası biz bu işletmeleri kurulu bulduk. Hatta bir çoğunun içinde 1 sene yetecek kadar hammadde bile vardı. Hiçbir masraf yapmadan anahtar teslim işletmeler almış gibiydik anlayacağınız. Dahası mamul maddeler bile vardı bazılarında. Al ve sat yani. Biz bunu bile yapamadık ama neden? Çünkü işin üzerine bir sürü karkariyahep beraber çullandılar. Ondan adam getirdiler, bundan adam getirdiler, işi karman çorman ettirdiler. En son hata da kurulan holding başına yapılan atamada yaşandı. Ben o zaman aramız hiç iyi olmamasına rağmen çıkıp Denktaş'a gittim. Ona dedim ki "Sayın Başkan lütfen bir Kıbrıslı tayin ettirin bu işletmenin başına. Bir sürü uzmanımız var dışarıda yaşayan. Gücünüzü kullanın bu işi yapın." Neden dedim? Çünkü Kıbrıslı birisi işin başında olursa onu benimseyecekti. Denktaş bana "ne yahu, bizim öyle uzman adamımız var mı?" diye çıkıştı. "Var" dedim. "Ama korkarım size isim vereyim hani bana yakındır deyip almazsınız diye." Denktaş "yok yok sen yaz" dedi. Yazdım. Beş sayfa yazı yazdım kendisine. Görgün Necati diye bir vardı, Almanya Ford'ta, Köln kentine araştırma şefi idi bu adam. Onu önerdim esas. Adamı aradılar, Ankara'ya mülakata geldi. Genel Müdürlük için geldi bu adam. Sonra Görgün'ü aradım, dedim "ne oldu yahu Görgün?" Dedi ki "gittim Ankara'ya ama reddettim görevi. Çünkü bana genel müdür muavinliğini teklif ettiler." Sonuçta genel müdür kim atandı? Orhan Alıçlı diye emekli bir Albay. Yani şimdi düşün sen nasıl oldu bu işler? Nasıl battı? İşler işte böyle battı.

"Sanayi Holding bilinçli batırıldı…"

Sizce bilinçli mi yapıldı bunlar? Sırf bizi bağımlı hale getirmek için?

Kesinlikle öyle oldu. Sırf bizi daha fazla bağımlı hale getirmek, üretimden koparmak için yapıldı bu işler. Ben 12 yıl mecliste Ekonomi Bütçe Plan komitesinde çalıştım. Hatta o kadar çalıştım ki en sonunda Açık Öğretime kayıt olup iktisat okudum. Sırf eksik kalmayım diye. Sonuç olarak Sanayi Holding'de yaptığım bu mücadeleler sonuçsuz kalmadı, kısa süre sonra işime son verildi. Ama bana haber daha önceden gelmişti. Çünkü ben hem muhalefet ettim uygulamalara yetmezmiş gibi Dev-İş Sendikasının da kurulmasına ön ayak oldum, işçileri örgütledim diye tabii ki rahatsızlıklar çıktı. Üstüne de Denktaş ile olan itilaflarımız da olunca atıldık.

Neydi o itilafınız?

1967'de ben Türkiye'ye geri dönünce Denktaş'ta orada idi. Ben öğrenci hareketleri sırasında bir iki demecimde Denktaş'ı eleştirince bana mektup yazdı ve dedi ki "İstanbul'a geleyim, orada açık oturumda tartışalım." Tabii kabul ettim, o da geldi. büyük bir toplantı yaptık ve 5-6 saat boyunca çok sert bir şekilde öğrencilerin önünde tartıştık. Ben direk kendisini itam ettim. Bizim Erenköy olayında kandırıldığımızı, kendisinin bu konuda büyük yanlış yaptığını filan yüzüne karşı söyledim. Kandırıldık derken, pişman değilim, görevimizi yaptık ama onlar bize söylediklerinin hiçbirini yapmadılar. Dolayısıyla o toplantıdan aramızda kalan bir garez vardı. bütün bunlar bir araya gelince, bir yazı ile görevime son verdiler. O gün fabrikada çalışıyordum. Hatta oradaki birçok fabrikanın ilk kilidini açan bendim. İlk çalışan fabrikalar da benim başında olduklarım oldu çünkü dediğim gibi anahtar teslim durumdaydılar.

Ürettik sattık değil mi bu malları biz?

Tabii ki, şıkır şıkır üretip şıkır şıkır sattık. Kolay olmadı tabii, bir çok insanı alıp getirdik işe soktuk. Eğer bilimsel çalışmalara devam etseydik, 3-4 sene içinde oradan gelecek olan katkı bütçenin yüze 20'sine denk gelen rakamlara ulaşacaktı. Ben ayrıldığımda çalışan sayısı 350 civarıydı ve bu sayı artmaya devam ederdi. Atıldığımda da gidip gene Denktaş'ın karşısına çıktım. Ona dedim ki "Sayın Başkan ben İstanbul'da çok iyi bir işi bıraktım ve geldim. Karım Zeynep Kamil'de Baş Hekim asistanı idi, o da bıraktı. Ben buraya siyaset için değil, teknokrat olarak geldim." Karşılık olarak aynen söyle dedi; "Ne yahu ama Alper Orhon ne kadar muhalifim varsa topladı getirdi başıma…" Sonuçta Hilmi Refik imzalı bir belge ile atıldım ve hiçbir şey yapamadım. Dava edeyim dedim, arkadaşlar boş ver deyince ondan da vazgeçtim.

"CTP'yeÖzker Hoca ile birlikte üye oldum…"

Ondan sonra CTP içinde aktif politikaya başladınız. Ne idi durumlar o zaman?

CTP ile önceden bağım vardı tabii. Ben Özker Hoca ile beraber üye oldum. Gerçi benim üyeliğim daha önceden vardı ama o belge bulunamadı diye tekrardan yazıldım. Öyle başladı CTP içindeki yaşamım. 1976'da 2 milletvekili olarak başladık, 1981'de bu sayı 6'ya çıktı. Ben de işte o seçimde meclise girenlerdenim.

1981 seçimlerinde UBP çoğunluğu kaybetti ama egemenler TKP başkanlığındaki o koalisyon işine izin vermedi. Müdahalenin boyutu nasıldı? Durduran haklı mı iddialarında?

Biz seçimden önce anlaşmıştık ama Türkiye ve buradaki işbirlikçileri çok sert müdahalede bulundular. Alpay Durduran iddialarının büyük kısmında, bir iki ufak detay hariç haklıdır. Yani son Mustafa Akıncı ile ilgili yaptığı 'Denktaş hücresi olabilir' şeklindeki açıklaması tartıştırılabilir ama geneli doğrudur dediklerinin. Yani Akıncı'nın o kadar da yapabileceğini inanmıyorum. Biz o seçimden önce deklarasyon bile yapmıştık ama müdahale geldi, Nejat Konuk'u istifa ettirdiler. Hatta hatırlarım, ben, Turhan Korun ve ismini hatırlamadığım birisi daha Nejat Konuk'un evine gittiydik o istifa ettiği gece. Dedik "Nejat Bey, yapma etme" ama dinletemedik. Bize "üzerimde bildiğiniz gibi bir baskı yok. Çok fena baskılar var" dedi. Sonuç olarak kuramadık ve 1983'e giden süreç öyle başladı.

14 Kasım 1983 gecesi yapılan CTP Parti Meclisi toplantısında neler yaşandı? Yani biliyorsunuz sonraları Mehmet Ali Talat o gece için "oturup ağladım" demişti. Nasıl yaşandı o süreç?

Biz o süreç öncesi bu tartışmalarda net duruş belli ettik ve dedik ki bir devlet varken bir başkasına ihtiyacımız yok. Tezimiz de sağlamdı. Federe devlet dememizin sebebi de olası bir federal çözümde hazır olmamızdı. Yani değiştirmek için bir neden olması lazımdı. 14 Kasım günü mecliste komite toplantımız vardı, bütçe çalışması vardı. O gün mecliste Dışişleri Bakanı bütçesi vardı ve etraf çok tantanalı idi. Zamanın Dışişleri Bakanı Kenan Atakol'u görünce yanına gittim ve dedim ki "Sayın Atakol, siz bu işi pişirdiniz ancak size iki soru soracağım, eğer tatminkar cevap verirseniz gidip partide bunu anlatacağım." Bana "sor" dedi. Dedim "Kenan Bey, Türkiye bu işten haberdar mı? Beraber mi?" Zira Turgut Özal daha bir hafta evvel seçilmişti, hükümet yoktu yani. Dedi ki "Ergün Bey, biz ne zaman Türkiye'nin isteği dışında bir şey yaptık da yine yapacağız?" İkinci soru olarak da "bu kuracağımız devleti kim tanıyacak? Bunun çalışması yapıldı mı? 5-6 devlet olsun buldunuz mu?" diye sordum. Dedi ki "ne 6-7'si, bizi 20 tane devlet tanıyacak hem de hemen." Bunu komitede söyledi, şahitleri de var. 20 sayısı çok ciddi olurdu zira öyle olsa bu iş çoktan biterdi. Neyse, komiteden çıktık, bu defa da Denktaş Saray'a çağırdı. Oturduk bekliyoruz. Kleftigolar yendi, içkiler içildi, en sonunda saat 10 gibi Denktaş bizi odaya aldı ve dedi ki "yarın Cumhuriyeti kuruyoruz ve bu işe muhalif olanlar bunu iyi düşünsün çünkü buna muhalefet yapanların bu meclis içinde işi artık olmaz, politikaya da devam edemeyecek" dedi. Açık şekilde tehdit etti yani. Yani belli ki ya parti kapatılacak ya sürgünler olacak, yani bir şekilde bu işleri yapacak. Bu konuşmadan sonra biz hemen Parti Meclisini topladık ve sabah kadar tartıştık. Yani biz gidip hayır demeye hazırdık, eğer karar o yönde çıksaydı, verecektik de. Bu arada TKP de toplanmış, onların evet diyeceğini duyduk. Halbuki bir hafta evvel hayır kararı almışlardı. Biz de sabaha doğru biz bu işi oyladık ve bir oy fark ile evet deme kararı aldık.

"Ben KKTC'ye evet dedim…"

Sizin tavrınız ne oldu?

Ben müspet oy verdim yani o bir oy bana yazılacaksa yazılacak artık. Ertesi gün de meclise gittik, el kaldırdık, kurduk. Yani yapamadık, karşı çıkamadık. Hemen ertesi gün de bu işin hata olduğu ortaya çıkıverdi. Sabah Bangladeş tanıdı, akşama vazgeçti, diğerleri hiç tanımadı, hatta BM tanınmasını yasakladı. Bize bu işin hiç getirisi olmadı ama götürüsü çok oldu. En basitinden ABAD Kararları alındı ve o güne kadar malını üretip dışarıya satan Kıbrıs Türkünün ekonomisi mahvoldu.

Devamı yarın…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.