İÇ HABERLER
okuma süresi: 8 dak.

Doç. Dr. Hossein Sadri: "Girne-Çatalköy başardı ama başaramadı"

Doç. Dr. Hossein Sadri: "Girne-Çatalköy başardı ama başaramadı"

2012-2016 yılları arasında GAÜ Mimarlık, Tasarım ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığını yapan, İranlı aktivist akademisyen mimar Doç. Dr. Hossein Sadri, Girne – Çatalköy İmar Planı ile ilgili değerlenrmelerde bulununan bir makale yazdı.

Yayın Tarihi: 27/07/17 08:14
okuma süresi: 8 dak.
Doç. Dr. Hossein Sadri: "Girne-Çatalköy başardı ama başaramadı"
A- A A+

Sadri'nin yazısı şöyle:

Girne-Çatalköy İmar Planı hiç şüphesiz Kuzey Kıbrıs kentleşmesinde önemli bir dönüm noktası olabilme potansiyeline sahiptir.

Rantın kontrolü ve paylaşımını doğrudan etkileyen, büyük bir nüfusun yaşamını ve geleceğini şekillendiren ve hatta ülkenin gelişimine yön verebilecek nitelikte olan ve Kuzey Kıbrıs'ta rantın başkenti sayılabilecek Girne-Çatalköy için hazırlanan planın taslak hali kentlilerle paylaşıldı. Katılımcı bir süreç ile oluşturulmuş olan, arkasında ciddi bilimsel araştırmalar ve akademik çalışmalar bulunan, bilgili ve becerili, dürüst ve idealist insanlar tarafından hazırlanmış olan bu plan, özellikle arkasındaki belediye başkanlarının kararlı duruşuyla ve şehircilik dairesi müdürünün ve yerel yönetimin desteğiyle Girne ve Kuzey Kıbrıs için büyük bir başarıdır.

Bu yazıda bu başarıyı takdir etmek ve atılan bu önemli adıma sahip çıkmak, aynı zamanda da bir Girne'de yaşayan, aktivist ve akademisyen olarak daha fazlasını talep etmeyi amaçlıyorum.


İMAR PLANININ BAŞARILARI

Planın en büyük başarısı fren görevi yapacak olmasıdır. Girne-Çatalköy'ün tüm arazilerini ivedilikle ranta, betona, taş yığınına ve esas amaç olarak paraya dönüştürmeyi hedefleyen çok sayıda emlak ve inşaat çılgınının Girne'yi tüketme hızını bu plan düşürebilecektir ve dolayısıyla uçuruma doğru yuvarlanmakta olan Girne-Çatalköy'ün çöküşünü geciktirebilecektir. Tıbbi bir benzetme yapmak gerekirse, hastalığın yayılmasını yavaşlatacaktır. Kat sayılarına,yeni çok yataklı otel oluşumlarına (özellikle kıyı işgallerine), yeni üniversitelere ve Girne'nin yaşanamaz hale gelmesine sebep olacak çoğu rant kapısına sınırlandırma getirerek ve kontrol altına alarak, bu vahşi atı (kapitalizmi) kement ile tutarak kontrol altında koşturmaya çalışacaktır. Tereddüt etmeden hem kent yöneticilerinin kararlı duruşları hem de uzmanların sadakatli ve yetkin çalışmalarını bu yönde çok takdir etmemiz gerektiği kanaatindeyim. Bu plan kente zorbalık yapan, şiddet uygulayan ve işkence yaptıran kişilere dur diyecektir.

İMAR PLANININ BAŞARISIZLIĞI

Girne-Çatalköy'ün çöküşe doğru ilerlediği teşhisini doğru koyan imar planı, bu hastalığın yayılmasını kontrol altına alma konusuna (çok doğru bir strateji olarak) yoğunlaşmış olması nedeniyle, ilk adımdan ve müdahaleden daha öteye geçmeyi sağlayamamıştır. Hastalığa karşı mücadelede, özellikle hastayı daha güçlendirme konusunda bazen güçlü bazen naif planlar içerse de, bu imar planı kenti sağlıklı bir yaşam alanına dönüştürme ve bunun ortak hayalini yaratma konusunda radikal bir öneri sunmamış olarak (tabir-i caiz ise) başarısızdır. Yaşam kalitesi açısından en başarılı kentler, radikal adımları sayesinde daha yaşanabilir olmuşlardır. Kimisi arabaları dışlayarak ve tekerlekli sandalyeden, yayadan, bisikletten, metro/tramvaydan, halk otobüsünden sonra altıncı önceliğe alarak bu radikal adımı atmış, kimisi ise orman büyüklüğünde doğal alanlar (sadece yeşil değil) yaratarak bunu başarabilmiştir. Bu bağlamda bakıldığında bu radikal reformları gündeme taşımaması açısından Girne-Çatalköy İmar Planı muhafazakar bir plandır.

KENTİN TEDAVİSİ İMKANSIZ AMA ...

İktidar ile ilişkisi, doğa ile ayrılışı, yapaylığı, tüketiciliği, sermayeye mesken olması, ayrımcı ve dışlayıcı yapısı dikkate alındığında, kent hasta bir "yaşam" yapısıdır. Yani sonradan hastalanmış değil, hasta doğmuş, büyümüş, çoğalmıştır. Sıhhat ve mutluluğa kavuşması ancak ve ancak kent olmaktan vaz geçmesiyle mümkündür. Bunun için de günümüz kent planlama veya çevresel tasarım bilimi literatür ve uygulamalarında kenti doğayla buluşturma, tarım faaliyetlerini kente taşıma, ağır endüstri veya kirli sanayiyi kentten atma, makineleri ve arabaları sınırlandırma, kentin tüketim mekanı olmasından kaynaklı ürettiği kirliliği ve çöpü azaltma/dönüştürme/uzaklaştırma, yer ile ilişkiyi artırma, ortak yaşam alanlarını güçlendirme gibi çeşit çeşit stratejiler / teknikler önerilmektedir. Tüm bunlar kentin sadece daha sağlıklı görünmesini, ve bazen geçici olarak davranmasını sağlasa da, kentin hastalığını tedavi etme potansiyeline sahip değildir.

Büyük bir nüfusun küçük bir alanda yaşam ile ilgili hiç bir şey doğrudan üretmeden (yani sadece tüketerek) para ve gücün hegemonyası altında yaşaması, geçici mutluluklarla ve erişilmesi imkansız hayallerle beslenmesi kenti bir yaşam alanından daha ziyade bir çiftliğe benzetmektedir. Elbetteki kafeste hareket etmesi engellenmiş olan ve ölüm sırasını bekleyen tavuklarla, özgürce dolaşabilen, güneş görebilen ve "mutlu" bir şekilde ölüm sırasını bekleyen tavuklar arasında yaşadıkları yaşam kalitesi açısından ciddi farklılıklar, akıbetleri açısından da tam tamına bir örtüşme vardır. Bu fark daha fazla doğal alana sahip, yürünebilir ve erişilebilir, sosyal alanları yeterli, ulaşım açısından gelişmiş olanaklara sahip, çocuklar, kadınlar, mülteciler ve genel anlamda insanlar dostu mekansal niteliklere sahip bir kentle bu olasılıkların hepsinden yoksun bir kent arasındaki farka benzetilebilir. Her ikisinde yaşayan insanlar da yaşamları bu sisteme esir ve köle düştükleri için akıbetleri açısından benzerdir. Kentte kentlilerin yaşam kalitesini iyileştirmek bu bağlamda kenti kent yapan niteliklerden vaz geçmesiyle yani muhafazakarlığı bir kenara itmesiyle ve radikal bir reforma girilmesiyle mümkün görünse de, tüm bu yukarıda sıraladığım nedenlerden dolayı kentin hastalığını kesin tedavi etmek devrimci bir tutumla onu kent kılan her şeyi ondan almakla mümkündür.

ÇOCUKLARIMIZA MİRAS BIRAKACAĞIMIZ BU ...

Çocuklarımıza miras bırakmaktan gurur duyabileceğimiz, yollarında ölünmeyen, topraklarında sebzeler ve meyveler yetişen, kuyularındaki sular içilebilen, insan ilişkilerinde paranın ön planda olmadığı, güven ve sevgi dolu, özgür yaşamlarla, dayanışmayla, huzurla, sadakatle,tilkileri ve yarasalarıyla, kıyılarında özgür yumurta bırakabilen karetta-karettalarıyla yaşayan, harnup, zeytin ve mimoza ağaçları ve üzerlerindeki kuşları bol, yüksek ses, çöp, atık su, naylon pisliğinden yoksun, yaşanabilir bir coğrafya / bir toprak parçası olsun istiyorsak eğer buraların bir an önce harekete geçmeliyiz. Daha az yükselmek, arabalara otopark yapmak, yeşil alan metre karesini biraz artırmak, otel yatak sayılarını biraz düşürmek, bazı kıyılara erişimi sağlamak hepsi çok iyi niyetli ve doğru adımlar olsa da, bu frenleyici ve geçiştirici muhafazakar planlar tehlikenin ve hastalığın korkunçluğuna bir makyaj gibi, ağrı kesici gibi, bizi teskin ederek ve sorunu çözmüş gibi davranarak, bizi alttan alttan yavaşça ölüme götürmektedir. Her geçen gün telafisi imkansız hale geliyor yaşamımız ve yaşam alanlarımız. Zorbalığa dur demek yetmiyor, yaptığı tüm tahribatı rehabilite etmeliyiz. Daha fazla bozulmadan düzeltmeliyiz. Vaz geçmeliyiz. Yanlışı daha az yaparak değil, yapmayarak, tekrarlamayarak ve hatta doğrusunu yaparak hareket etmeliyiz.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.