TÜRKİYE
okuma süresi: 10 dak.

'Saldırı, açılıma yönelik PKK provakasyonu'

'Saldırı, açılıma yönelik PKK provakasyonu'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tokat'ın Reşadiye ilçesinde 7 askerin şehit edilmesinin, ''açılıma yönelik bir PKK provokasyonu' olduğunu söyledi.

Yayın Tarihi: 15/12/09 11:26
okuma süresi: 10 dak.
'Saldırı, açılıma yönelik PKK provakasyonu'
A- A A+

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tokat'ın Reşadiye ilçesinde 7 askerin şehit edilmesinin, ''açılıma yönelik bir PKK provokasyonu' olduğunu söyledi.

Erdoğan, TBMM Genel Kurulunda, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı'nın tümü üzerindeki eleştirileri yanıtladı.

Sözlerine Bursa Mustafakemalpaşa'da hayatını yitiren 19 madenciye rahmet dileyerek başlayan Erdoğan, Tokat'ın Reşadiye ilçesinde terörist saldırı sonucu şehit olan 7 Mehmetçiği rahmetle andığını ifade ederek, tüm yakınlarına ve millete başsağlığı diledi.

İstanbul'da terör örgütünün istismar ettiği çocukların gerçekleştirdiği terör eyleminde molotoflu saldırıya maruz kalarak yaşamını yitiren Serap'a da rahmet dileyen Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:

''Sayın Baykal, Reşadiye saldırısını PKK'nın gerçekleştirdiğini söyleyemediğimizi, spekülasyon ürettiğimizi ifade etti. Devlet yönetimi bir ciddiyet gerektirir. Devlet ve Hükümet aklına estiğini konuşmaz. Tespitlerini yapmadan, delillerini bulmadan konuşmaz. Zira ülkede bir tane terör örgütü yok. Terör örgütünün farklı isimlerdeki terör örgütleriyle de iş birliği halinde uygulamış olduğu terör de var. Bunları tespit ederek, açıklamaktır aslolan.

Saldırıyı terör örgütü üstlenmiştir. Ve burada spekülasyonlara fırsat vermeden, terör örgütünün üstlendiği gibi bizler de aynı şekilde terör örgütünün reklamını, propagandasını yapar gibi sürekli ismini zikretmeyi de doğrusu hiçbir zaman kendi devlet ciddiyetimizle uyumlu bulmuyoruz. Reşadiye saldırısı bir provokasyondur. Evet, açılıma yönelik bir PKK provokasyonudur, milli birlik ve kardeşlik sürecine yönelik terör örgütünün bir sabotajıdır. Bunu bile saptıran bir anlayış, yanlış muhalefet tarzının somut bir örneğidir.''

Türkiye'nin meselelerinin iç içe geçmiş meseleler olduğunu ifade eden Erdoğan, on yıllar boyunca çözümsüz bırakılan, çözümsüzlüğe terk edilen ve üst üste biriken meselelerin, zaman içinde birbirini besler hale geldiğini ve girift bir yapı arz etmeye başladığını söyledi.

Erdoğan, 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında iktidarı devraldıklarında ülkenin tüm meselelerine böyle bir bütünlük içinde yaklaştıklarını vurgulayarak, şunları söyledi:

''Ekonomik kalkınma ve refahın, demokratikleşmeden ayrı olmadığını düşündük. Dış politikayı ekonomik kalkınmadan, demokratikleşmeden ayrı görmedik. Demokratikleşme alanında yaptığımız reformlar, bir yandan ekonomiyi güçlendirirken, bir yandan da dış politikada elimizi güçlendirdi.

Özetle, bütün meselelere eşit yoğunlukta, eşit ağırlıkta eğildik ve Türkiye'yi her alanda sağlıklı ve istikrarlı şekilde büyütmenin mücadelesini verdik. Eğer, demokratikleşmeyi erteleyip, bütün mesaimizi ekonomiye sarf etseydik, bugün elde ettiğimiz başarılara ulaşmamız mümkün olamazdı. Ya da dış politikaya odaklanıp, ekonomiyi, demokratikleşmeyi ihmal etseydik, erteleseydik, Türkiye'ye bugün sahip olduğu uluslararası ağırlığı ve itibarı kazandıramazdık.''

Başbakan Erdoğan, güven ve istikrar sağlanmadan hiçbir gelişmenin, kalkınmanın, ilerlemenin olmayacağını çok iyi bildiklerini, bu yüzden güven ve istikrarı tesis etmeyi, öncelikli mesele olarak gördüklerini söyledi.

''Memnuniyetle ifade etmeliyim ki güven ve istikrarı sağladığımız oranda Türkiye, gelişti, büyüdü, kalkındı çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma yolunda emin adımlarla ilerledi'' diyen Erdoğan, demokratik ve ekonomik istikrarı sağladıkları, ekonomik ve siyasi reformları hayata geçirdikleri oranda Türkiye'nin çıtasını daha yükseklere çektiklerini vurguladı.

Türkiye'nin nereden nereye geldiğini, halkla birlikte bütün dünyanın da çok iyi gördüğünü ifade eden Erdoğan, ''Tabii şimdi burada Türkiye'nin nereden nereye geldiğini konusunu söylemeyi yanlış telakki edenler de var. Bunu yapacağız ki ortaya çıksın. Bir muhasebe yapacağız. Millet sizi muhasebeye çekmeden siz kendinizi muhasebeye çekesiniz. Neredeydik, nereye geldik?'' diye konuştu.


-GEÇMİŞ YILLAR-


Başbakan Erdoğan, 1999 yılından hatırlatmalarda bulundu konuşmasında, o yıl Türkiye'nin büyüme oranın eksi 4,7 olduğunu, 2000 yılında ise oranın 6,8'e çıktığını anlattı. 2001 yılında yine eksi 5,7 büyüme gerçekleştiğini hatırlatan Erdoğan, bu rakımın 2002'de 6,2'ye yükseldiğini söyledi. 1999-2002 ortalamasının binde 5 olduğunu ifade eden Erdoğan, ''İktidarda kim var? MHP-DSP-ANAP var. Ortalama bu'' dedi.

Erdoğan, 1994'te SHP'nin iktidar olduğunu, büyüme öngörüsünün artı 4,5 olduğunu, gerçekleşen oranın ise eksi 6,1 çıktığını söyledi. Erdoğan, konuşmasını sürdürürken, CHP milletvekilleri sık sık laf attı.

Türkiye'nin, içine kapanan, kendi sorunlarıyla bile baş edemeyen bir konumundan kurtularak yıldızı parlayan bir bölgesel güç olduğunun daha iyi görüldüğünü anlatan Erdoğan, şöyle devam etti:

''Türkiye, her alanda tarihinde görülmemiş gelişmelere imza atıyor, rekorlar kırıyor, küresel ve bölgesel roller üstleniyor, takdirle adından bahsedilen bir ülke konumuna geliyor. Biz burada bütün değerlendirmeleri yaparken, ebediyete intikal etmiş büyüklerimizin gerçekleştirdiği rakamlardan öte onları hedef olarak alalım ama biz kendimiz yaşıyoruz. Bu hayatı yaşayanlar olarak bu hesabı biz vereceğiz, biz... Biz ne yaptık? Siz ne yaptınız Sayın Baykal, siz ne yaptınız Sayın Bahçeli? Bunu söyleyin...

Şu noktaya özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum; Türkiye, biz geldiğimizde, 2002 yılının sonunda, TL cinsi iskontolu borçlanma senedi için, lütfen dikkat ediniz, tam yüzde 62,7 oranında faiz ödüyordu. Reel olarak Türkiye'nin ödediği faiz, 2002 yılında yüzde 28 seviyesindeydi. Bu ülkenin varlıklarının, bu ülkenin gelirlerinin, kaynaklarının, enerjisinin, kazançlarının yüzde 62,7'si, evet, ürettiğimiz her yüz liralık değerin 62,7 lirası faiz olarak uçup gidiyordu. İktidarda kim vardı? MHP-DSP-ANAP...

İşverenlerin, sanayicilerin, esnafın, çiftçi kardeşimin, işçi, memur kardeşimin kazancı, alınteri, emeği, ekmeği, sofrasındaki yemeği, faiz olarak borç verenlere aktarılıyordu. 7 yılda bu oranı kademe kademe düşürdük ve bu yıl içinde, küresel kriz ortamına rağmen yüzde 7 gibi rekor bir seviyeye kadar çektik.

En son, cuma günü itibariyle söylüyorum, bu faiz oranı son işlemde yüzde 9,12 olarak gerçekleşti. Reel faizler ise yüzde 2,5'e kadar geriledi.''


-ENFLASYON-


Bu sırada CHP sıralarından enflasyonla ilgili laf atılması üzerine Başbakan Erdoğan, ''Onu da açıklarız, ne merak ediyorsun? Yüzde 30'la devraldık, şu anda enflasyon yüzde 5,5. Aradaki fark ortada'' diye konuştu. Erdoğan, sözlerini, ''Uzaydan birileri kulağıma söylemiyor, işte resmi rakam. Yüzde 30'la aldık, şu anda 5,5. Sizlerin de içinde bulunduğu koalisyon dönemlerine bakın, üç haneli rakamı bile bu ülke enflasyonda gördü, üç haneli...'' şeklinde sürdürdü.

Reel faizi de aynı dönemde 25,3 puan indirdiklerini bildiren Erdoğan, şöyle konuştu:

''Şimdi bu para benim kimin cebinde kalıyor? Benim milletimin cebinde kalıyor. Şimdi artık bu para, kurda kuşa değil, benim milletimin sofrasına gidiyor. Bu aradaki fark, benim ülkemin kalkınmasına, ilerlemesine, büyümesine harcanıyor...

Yaklaşık 54 puanlık bu fark, Türkiye için, aziz milletimiz için okula dönüşüyor, hastaneye dönüşüyor, yola dönüşüyor, baraja, adalet saraylarına, emniyete, ücret artışlarına dönüşüyor; işe, aşa dönüşüyor.

Türkiye'nin borçlanma faizleri neden bu kadar yüksekti? Türkiye enerjisini, kaynaklarını, milletimizin alın terini neden bu kadar yüksek faiz oranlarına harcamak zorunda kaldı? Bu faizi bu kadar yüksek kılan nedir? Her ülkenin bir risk primi vardır. Her ülkenin riskine göre piyasada bir faiz oranı oluşur.

Çatışmalarla, terörle, gerilimle, umutsuzlukla gündemde kalan, meselelerine cesaretle el atamayan, sorunlarının çözümü için samimiyetle, kararlılıkla risk almayan, alamayan bir ülke, her alanda olduğu gibi ekonomide de geri kalmaya, yerinde saymaya mahkumdur...

2002 yılında milletimizin, devletimizin ödediği yüzde 63 oranındaki faizin, onun öncesinde ödenen, yüzde 5 bin, yüzde 7 bin faiz oranlarının anlamı budur, bu yüksek oranların anlattığı işte budur. Kim vardı iktidarda? MHP-DSP-ANAP...

2002 yılında Türkiye'nin risk primi yüzde 7 iken, bugün risk primimiz yüzde 2'ye indi. Tek başına şu faiz oranındaki, risk primindeki düşüş bile, Türkiye'nin sadece ekonomide değil, diplomaside, demokratikleşmede ulaştığı noktanın; elde ettiği saygınlığın, itibarın, ağırlığın en somut, en bariz göstergesidir.

Ne yazık ki bu ülke yıllar boyu ağır bedeller ödemeye mahkum bırakıldı. Bu ülke faiz yoluyla ağır bedeller ödedi. Bu ülke enflasyonla ağır bedeller ödedi. Bu ülke, çözümden çok sorun üreten siyasetçiler eliyle ağır bedeller ödedi. Bu bedeli biz ödedik, 72 milyon vatandaş ödedi. İşçi ödedi, memur ödedi, çiftçi, köylü, esnaf ödedi, ev hanımları ödedi, emekli ödedi.'

A.A.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.