İÇ HABERLER
okuma süresi: 26 dak.

"Rumlar hedeflerinden şaşmadı"

"Rumlar hedeflerinden şaşmadı"

Türksam Kıbrıs uzmanı Gözde Kılıç Yaşın Kıbrıs konusuna ilişkin devam etmekte olan müzakere sürecini değerlendirdiği yazısında, "Yoğunlaştırılmış görüşmeler öncesi ortaya konulan "öneri paketi", müzakerelere yapıcı bir öneri getirmesi açısından önemli; Türk çıkarları ile Rum istekleri arasında bir denge kurmayı amaçlaması nedeniyle mantıklı; ancak Rumların paketin içinden beğendiklerini almaya izin vermesi bakımından da tehlikelidir" dedi.

Yayın Tarihi: 14/01/10 17:32
okuma süresi: 26 dak.
"Rumlar hedeflerinden şaşmadı"
A- A A+

Kıbrıs'ta yoğunlaştırılmış görüşmeler, 11 Ocak 2010 Pazartesi günü başladı. Böylece Şubat 2008'de Dimitris Hristofyas'ın Rum Yönetimi başkanlık koltuğuna oturması ile başlayan "son umut" süreci, yeni ve önemli bir dönemece giriyor. Müzakere sürecine bir kez daha ivme kazandırılmaya çalışılacak. İlk oturum üç gün sürecek ve bir haftalık aradan sonra 25 Ocak'ta yine üç gün sürecek olan ikinci oturuma geçilecek. İki oturum arasında 16 Ocak ya da 18 Ocak'ta Hristofyas, durum değerlendirmesi yapmak üzere Yunanistan'da Yorgo Papandreu ile görüşecek.

Reddedilen Öneri Paketi

Yoğunlaştırılmış görüşmeler, "Yönetim ve Güç Paylaşımı", "Ekonomi", "AB ile ilişkiler" ve "Mülkiyet" başlıklarını kapsıyor. Bu yeni dönemde KKTC Cumhurbaşkanı Talat'ın hazırladığı ve Türkiye'nin desteğiyle sunduğu öneriler paketinin müzakere sürecine yeni bir biçim kazandırması bekleniyordu. "Yönetim ve Güç Paylaşımı" başlığı için hazırlanan öneriler, yedi sayfalık ve on maddelik bir metinden oluşmasına rağmen sadece "çapraz oylama" karşılığında Türkiye vatandaşlarının Kıbrıs'ta AB haklarından faydalanmasına ilişkin kısmı ön plana çıkarıldı. Hemen herkesin beklediği gibi Rum tarafı bu öneriyi reddetti. Üstelik yoğunlaştırılmış görüşmelerin başlamasını da beklemeden. Görüşmenin hemen bir gün öncesinde, Hristofyas, Başkanlık Sarayı'nda Rum siyasi parti liderleri ile acil gündemli bir toplantı yaptı ve ret kararı bu toplantıdan çıktı.1 Görüşmelerin ilk günü önerilere ayrıldı ancak Hristofyas'ın deyimiyle "çok az" yakınlaşma sağlanabildi. Dolayısıyla yoğunlaştırılmış görüşmelerin, müzakere sürecinde iki yıldır görüşülmekte olan konuların bir kez daha gözden geçirilmesinden ibaret kalacağı izlenimi oluştu. Ama gözden kaçırılmaması gereken iki önemli nokta var. İlki BM Genel Sekreteri'nin Şubat ayında Ada'ya gelecek olmasıdır. Bu ziyaret bir "ara anlaşma" formülünü gündeme getiriyor. Diğeri ise KKTC lideri Talat'ın öneri paketinin askıda kalıp kalmayacağıdır.

Mehmet Ali Talat'ın "Yönetim ve Güç Paylaşımı" konusundaki yedi sayfalık önerileri, 7 Ocak 2010'da BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer tarafından Hristofyas'a iletilmişti.2 Pakette, dönüşümlü başkanlık sisteminin kabul edilmesi ve çapraz oylamanın formülleştirilmesi kadar, Ada'da biri kuzeyde Türk kesimine ait olmak üzere iki ayrı FIR hattı olmasının önerilmesi; Başkan ve yardımcısının bakanlar kurulu kararlarını veto etme hakkına vurgu yapılması; merkezi hükümetin yetkilerinin sayılması ve geriye kalan tüm alanların "artık yetkiler" kapsamında oluşturucu devletlerin yetkisine bırakılması ancak karasuları, kıta sahanlığı gibi yaşamsal önemdeki konulardaki yetkilerin Rumların etkin olduğu merkezi hükümete bırakılması dikkat çekici maddelerdendi.

"Dört Özgürlük" Reddedildi

Çözüm sonrası ortaya çıkacak Birleşik Kıbrıs devletinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına malların, hizmetlerin, sermayenin ve kişilerin serbest dolaşım ve serbest yerleşim hakkının tanınması da öneriler arasındaydı ancak bunun kesin bir dille reddedileceği de tüm kesimlerce biliniyordu. Fakat öneri paketinin tanıtımı da reddedileceği kesin olan bu öneri üzerinden yapılmıştı. Basında "dört özgürlük" olarak anılan serbestiler, yani serbest yerleşim, serbest dolaşım, mülk edinme, çalışma hakkı ve pek tabi ki Ada'ya serbest giriş (vizesiz) hakkı aslında AB müktesebatının üye ülkeler için geçerli kıldığı kriterlerindendir. Bahsi geçen önerinin, Türkiye'nin AB üyesi olmasına dek geçecek sürede Ada'daki Türk-Yunan dengesinin korunmasına ilişkin uluslararası anlaşmalar temelinde hazırlandığına şüphe yok. Üstelik Talat'ın paketindeki en dikkat çekici önerilerden olan dört özgürlük meselesi yeni bir konu da değil. Nitekim, Türkiye'nin 19 Mayıs 2009 tarihinde AB'ye verdiği strateji belgesinde de tıpkı burada olduğu gibi yani "Yunanistan'ın ve Yunanların AB üyeliğinden doğan hakları olan AB'nin Dört Temel ilkesi olarak bilinen, insanların sermayenin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı ve serbest yerleşimi dahil olmak üzere bütün haklara, Türkiye ve Türkiyeliler de Ada'nın bütünü üzerinde sahip olacaktır" şeklinde bir ibare bulunuyordu.

KKTC'deki 19 Nisan 2009 seçimleriyle ezici bir şekilde iktidara gelen ve meclis çoğunluğunu oluşturan UBP ve Başbakan olan lideri Derviş Eroğlu'nun ciddi muhalefetine rağmen Türkiye'nin paketi desteklemesi, bir anlamda paketin yeni olmayan bir stratejiyi içermesi nedeniyledir. Türkiye'nin burada uluslararası anlaşmalardan doğan Ada'daki Türk-Yunan dengesinin korunması konusundaki hak ve yükümlülüğünü dikkate aldığı anlaşılmaktadır. Böylece Kıbrıs Türklerinin "Giritleşme", "Girit'teki Türkler gibi Ada'dan tamamen silinme", "Türkiye tarafından terk edilerek Rum'a yama yapılmak" şeklindeki temel endişelerine de bir güvence getirilmek istenmiştir. Ne var ki, Rumların böylesi bir teklifi asla kabul etmeyeceği, AB'nin de kendi topraklarında böylesi bir kural kırıcılığa yani AB müktesebatına önemli bir istisna getirilmesine, diğer bir deyişle deregasyona müsaade etmeyeceği kesin. ABD desteği olsa bile BM'nin de AB'nin kabul etmeyeceği bir öneri için Rum tarafını zorlamayacağı açıktır. Rum tarafının, Ada'nın demografik yapısını değiştirdikleri gerekçesi ile 1974'ten sonra Ada'ya yerleşen Türklerden kurtulmaya çalışırken Türkiye'den yüzlerce ve belki milyonlarca yeni kişinin Ada'nın tamamına yerleşmesini kabul etmesini beklemek hayalcilik olarak dahi tanımlanamaz. Dolayısıyla geçersizliği baştan belli olan "Dört özgürlük" maddesi, böylesi bir pakete ancak "süs" olarak ya da paketin reklamı olarak konulmuş olabilir. Bu noktada, Türkiye vatandaşlarının Kıbrıs'ta Yunan vatandaşlarının sahip olduğu haklara sahip olması yani AB haklarından faydalanması önerisinin ilişkilendirildiği diğer maddeye bakmak gerekir. Çünkü bu konu basında, dört özgürlüğün Rum halkının Türk kesimindeki, Türk halkının da Rum kesimindeki seçimlerde yüzde 20 oranında etkili olacak şekilde oy kullanması (çapraz oylama) şartına bağlanmıştı. Ancak "bağlılık" konusunun içeriği de göründüğünden farklı.

"Take it or Leave it"

Basına ilk yansıyan bilgiler, söz konusu paketin "take it or leave it" tarzı bir paket olduğu3 yani paketin ancak bütünü ile kabul edilebileceği, içerisindeki maddeler üzerinde tartışılamayacağı şeklindeydi. Böyle olması durumunda, Rumlarca reddedileceği kesin olan önerinin paketin tamamını iptal ettirmesi beklenebilirdi. Fakat müzakere tecrübeleri gösteriyor ki, taraflardan biri herhangi bir konuda yumuşama belirtisi gösterirse karşı taraf bunu derhal alacak hanesine yazıyor. Ancak yine de Rumların kabul edebileceği öneriler konusunda, Türk tarafı adına esneklik vaadinde de bulunulmuş olacaktı. Ancak aslında paketin bir bütün olmadığı yani maddelerin birbirinden ayrılarak müzakere edilebileceği düzeltmesi derhal yapıldı.4 Buna göre "paketin üzerinde inşa edildiği dengelerle paketin bütünlüğü bozulmadan Hristofyas ile paketin maddeleri tartışılabilecek." Yani "take it or leave it" prensibi uygulanmıyor.5 Beğendiğin bölümü "take"; beğenmediklerini "leave" öne çıkıyor. Yoğunlaştırılmış müzakerelerdeki strateji de "Türk tarafının sürecin önünü açıcı iradesinin devam ettirilmesi" ve "Kıbrıs Türk halkını çözüme hazırlamak için kamu diplomasisinin gereklerinin yapılması" olacaktır.

Yoğunlaştırılmış görüşmelere ilişkin belirlenen stratejiye, Kıbrıs Türkü'nün beklentilerini merkeze alan "iyimser" bir yorum getirilmesi gerekirse, Türkiye'nin ve Talat'ın müzakere sürecini ileriye taşımak konusundaki kararlılığının dünyaya gösterilmesinin ve çözümsüzlüğü ileriki yıllara da yaymasına izin vermemek adına Rum tarafının masadan kalkma niyetinin engellenmesinin hedeflendiği söylenebilir. İlk hedefe daha önce Rumların "hayır" dediği Annan Planı'na Türklerin "evet" denmesi sağlanarak ulaşılmıştı. Ancak kalıcı bir çözüm getirmek üzere yani ikinci hedefi gereksiz kılacak şekilde kullanılmamıştı. Dolayısıyla -yorumda "iyimser" kalınabilmesi adına- aynı yolun bir kez daha yürünmesinin tek bir sebebi olması gerekir o da; KKTC üzerindeki "izolasyonların kaldırılması"ndan daha fazlası için sağlam bir strateji geliştirilmiş olmasıdır. Ne var ki o strateji, Rum tarafını masada tutmak üzere kurgulanmış gibi görünüyor. Üstelik Rum beklentilerini peyderpey karşılayarak. Rum tarafının kabul edebileceği bir çerçevenin oluşturulması çabası, KKTC'nin tanıtılması gibi bir hedeften ziyade "hangi tür olursa olsun bir şekilde çözüm olsun" mantığının daha güçlü olduğu düşüncesine sebep oluyor. Böylesi bir yaklaşım da "sonra" konusunun bir anlamda Rumların tavrına ve tercihine bırakıldığı varsayımına sebep oluyor. Nitekim KKTC'li gazeteci Mete Tümerkan "sonra"yı şöyle yorumluyor:

"Belli ki Türk tarafı müzakere sürecinin bir referandumla sonlanmasını öngörüyor. Olası bir referandumdan iki "Evet" çıkması Kıbrıs'ı yeniden birleştirecek bir sonuç olur. Ama 2004 referandum sonuçlarının tersi bir durum, yani olası bir referandumda Rum tarafından "Evet", Türk tarafından "Hayır" cevabı alınması Türk tarafı açısından vahim sonuçlar doğurur. Tabii ki Rum tarafından "Hayır" Türk tarafından "Evet" çıkması, ya da iki taraftan da "Hayır" çıkması ise Kıbrıs konusundaki parametrelerin değişmesi sonucunu berberinde getirir.
Durum bu!"

Bu yorum, gelişmeleri Kıbrıs'tan izleyenlerde, yeni bir planın oylanması durumunda Kıbrıslı Türklerden bir kez daha "evet" denmesinin isteneceği ve "diplomasinin gereklerinin" bu yönde kullanılacağı izleniminin hasıl olduğu anlaşılıyor. Türkiye'nin "yeni bir oylamada hayır diyecek olanın cezalandırılması" önerisini BM'ye taşıyacağı haberi de aynı şekilde değerlendirilmiş ve Kıbrıslı Türkünün iradesinin bu şekilde ipotek altına alınacağı kanaati oluşmuştu. Bu, Kıbrıslı Türklerin her halükarda -yani Rumların muhtemel "evet"leri için olduğu kadar "hayır"ları için de- kendilerine "evet" deme baskısı yapılacağını düşünmekte oldukları anlamına gelir.

Yoğunlaştırılmış görüşmeler öncesi ortaya konulan "öneri paketi", müzakerelere yapıcı bir öneri getirmesi açısından önemli; Türk çıkarları ile Rum istekleri arasında bir denge kurmayı amaçlaması nedeniyle mantıklı; ancak Rumların paketin içinden beğendiklerini almaya izin vermesi bakımından da tehlikelidir. Nitekim Rum basını da, Talat'ın "Yönetim ve Güç" başlığında "iki önemli taviz verdiği"ni söylüyor. Rum basınına göre "dönüşümlü başkanlık" fikrini kabul eden Talat şimdi "başkan ve yardımcısının halk tarafından ağırlıklı oyla seçilmesi"ni de kabul etmiştir. İşte, tehlike de burada. Zaten reddedileceği belli olan Türkiye vatandaşlarına Ada üzerinde AB haklarının tesis edilmesi önerisi gerçekten de reddedildi ancak "çapraz oylama" önerisi masada kaldı. Çünkü Rumlar asla Türkiye'den gelecek yeni kişilere izin vermeyecektir ancak "dört özgürlük" şartına bağlanmış olmasına rağmen Talat "çapraz oylamayı" kabul edebilecektir. "Dört Özgürlük" önerisi reddedilmeseydi bile Kıbrıs Türkleri öneri paketine verilen Türkiye desteğini, Türkiye'nin çıkarlarının Kıbrıs Türkü'nün çıkarlarının önüne geçirildiği şüphesi ve kırgınlığı karşılayacaktı. Türkiye'nin çıkarlarının kollanmasından hoşnut olunacaksa da bu çıkarların Kıbrıs Türkü'nün kimi bazı haklarından feragatle verildiği düşünülecekti. Aslında bugün de olan bu. Fakat bir farkla, Türkiye'nin çıkarlarını koruma potansiyeli taşıyan bölümler reddedildi. Ama masada "çapraz oylama" önerisinin Türk tarafınca kabul edebileceği izlenimi kaldı. Çünkü Talat, Türk tarafını temsilen oylama konusunda defalarca yeni öneri getirmekle bu konuda pazarlığa açık olduğunu göstermiş oldu. Elbette ki konu Rumlarca alacak hanesinde görülüyor. Kaldı ki, meselenin halli BM Genel Sekreteri'nin müzakere sürecine dahil olarak Türk tarafını "ikna etme" aşamasına da bırakılabilir.

"Çapraz Oylama" Masada Kaldı

Gündeme ilk geldiğinde "çapraz oylama" (cross voting) teklifi, KKTC'de pek çok kesimden tepki almıştı ve KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu teklifi kabul etmeyeceklerini bildirince de Türkiye'ye davet edilmişti. Öneri, yeni devlette başkan ve yardımcısının seçiminde her iki tarafın adayı için karşı tarafın da oy kullanması ve yüzde 20 oranında sonuca etki etmesi şeklindedir. Bunun öncesinde ise yine Talat tarafından "başkan ve başkan yardımcısının" seçimlere ortak listeyle girmesi önerisi getirilmiş ancak bu öneri Rum tarafınca reddedilmişti.6 Nitekim birleşme sonrasında oluşturucu devletçiklere "ayrılma hakkının" verilmemesi yani "Katolik nikahı" önerisi de Talat'tan gelmişti. Dolayısıyla "Çapraz Oylama" teklifinin mantığını, birleşme sonrasında iki kesimin ayrılmaz bir bütün olmasının sağlanması yatıyor. Çapraz Oylama teklifi ise Rum tarafında olumlu karşılanırken Türk tarafında tartışmalara sebep olmuştu. Tartışma daha çok "yüzde 20'lik oran" üzerinden yapılmıştı ve bir anlamda AKEL ve CTP'nin çapraz oylamada birbirini destekleyeceği ve bu şekilde UBP gibi milliyetçi partilerin iktidara gelmesinin engelleneceği dile getirilmişti. Böylesi bir yorum önemli bir eksiklik taşıyor. O da Rum tarafında milliyetçi olmayan bir parti ya da grubun olmadığı, olamayacağı konusudur. Bunun en büyük delili de Komünist Parti'nin külleri üzerine kurulan AKEL'in ve lideri Hristofyas'ın mevcut durumudur. DİKO veya DISY gibi aşırı milliyetçi partiler "çapraz oylama" ile bir parça etkisizleştirilecek olsa dahi Rum tarafı açısından geriye kalan partiler de sistem bunu gerektirdiği için, Ortodoksluk inancı milliyetçiliği canlı tuttuğu için, ilkokuldan itibaren "öteki" kimliği Türk üzerinden kurgulandığı için her zaman Rum milliyetçisi olacaktır. "Çapraz oylama" prensibinin gerçekte sadece Türklük kimliğini ön plana alanları hedef alacağını bir tarafa bırakırsak, o dönemde dikkatler hep yüzde 20 oranına çekilmişti. Dikkatler orana çekilince öneriye de birleşme sonrasındaki yapılacak ilk seçimler için "yüzde 10" olması düzenlemesi getirildi. Sonraki seçimlerde yine Rumların oylarının ağırlık oranı yüzde 20 olacak. Halbuki sorun gerçekte oranda değil bizatihi seçimlerde bir tarafın diğer tarafın oylama sonucuna etki edebiliyor olmasındaydı. Türklerin "ayrı seçmen kütükleri ile ayrı oy pusulaları"nın olması ve "ayrı siyasal irade belirleme hakları" 1876'dan bu yana var.7 Ne İngiliz Yönetimi engellemiş ne de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti bu hakkı kaldırmıştır. Dolayısıyla Londra ve Zürich Anlaşmaları'na dayanan bir haktır ve uluslararası anlaşmalarla da desteklenmiştir. 42 yıllık görüşmeler sürecinde de ayrı oy hakkına helal getirilmemiştir. Üstelik Annan Planı referandumu da bu hakkın bir kez daha BM eliyle tanınmasıdır. Çapraz Oylama, bir tarafın iradesinin diğer bir tarafın iradesi ile sakatlanması sonucunu doğuracaktır.8 Siyasi meşruiyet krizlerini doğurmasının yanı sıra iki toplumluluk ve iki kesimlilik ilkeleri bir kez de "çapraz oylama" yöntemi ile sulandırılmış olacaktır. Üstelik nüfus yoğunluğu farkı nedeniyle süreç Türkler aleyhine işleyecektir. Bunlardan daha önemlisi ise Rumların 1950'lerden bu yana tüm BM görüşmelerinde "Türklerin azınlık olduğuna ilişkin bir belirleme yapılması" talebi, Talat'ın teklifi ile dolaylı yoldan karşılık bulmuş olacaktır. Çünkü Türklerin azınlık olduğu vurgusunun BM'de kabul edilmemesi, Türklerin bir halk olarak kabul edildiği anlamına gelmektedir.9 Kendi sandığından çıkardığı siyasi iradesini Rum tarafından gelecek onaya bağlayan bir halk artık halk sayılamayacak ve tartışılmaz hakkı olmasına rağmen kendi kaderini tayin hakkını ebediyen kaybedecektir. Üstelik kendi rızasıyla. İşte bu nedenle "çapraz oylama", Türkleri Rumların "bahşettiği" azınlık mertebesine indirecek bir öneridir. Nitekim Rumların bu konudaki önerisi, "Başkan ve başkan yardımcısı, iki toplum içerisinde ayrı ayrı değil, halkın tamamı tarafından müşterek seçilmelidir." şeklindedir. Yani temel hedefleri Türklerin ayrı sandık kullanma hakkını kaldırarak "tek halk" ideallerini fiiliyata geçirmektir. Böylece Türkler hem "imtiyazlı azınlık" haline gelmiş hem de ileride bir kez daha kendi devletlerini kurma ihtimallerini tamamen yitireceklerdir. Talat'ın daha önceki "ortak liste" önerisinin Rumlarca reddedilmesi de, listenin ortak olmasını istememelerinden değil "adayların halkın tamamı tarafından müşterek olarak seçilmesi" koşulunu karşılamadığındandır. Yani istediklerini "ortak liste" ile tam olarak alamadıklarındandır. Ama şimdi "çapraz oylama" ile taleplerine çok daha yakın bir noktaya ulaşmış oluyorlar. Bu da zaten Rumların müzakere masasındaki temel stratejileridir. Uzlaşmaz tutumları, görüşmelerin mutlaka devam etmesini isteyen Türkiye ile "çözüm" anlayışı "Birleşme" olan Talat'ın Rumları masada tutabilmek adına yakınlaşma yaratan taraf olmasına sebep oluyor. Yani Rumlar yıllardır yaptıkları gibi temel hedeflerinden milim sapmadan istedikleri koşullar oluşana dek bekliyorlar. Sadece beklemeleri bile "ortak liste"den, "çapraz oylamaya" getirdi. Doğrusu yoğunlaştırılmış görüşmeler, şimdiden Rumların temel hedeflerine yaklaşmalarını hızlandırmış gibi görünüyor.

EK:

Rum Devlet Televizyonu RIK'ın yayınına göre KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın Rum tarafına "Yönetim ve Güç Paylaşımı Başlığı" için sunduğu öneri paketi:10

1.YÜRÜTME ERKİ

* Dönüşümlü başkanlık olmalı. Rum Başkan 3 yıl, Türk Başkan 2 yıl görev yapmalı (Rum tarafının önerisi, 4'e 2 idi). Başkan ve Başkan Yardımcısı iki oluşturucu eyalette eş zamanlı seçimlerle seçilmeli.Rum oyları yüzde 20 ağırlıklı olmalı. Çözümden sonra yapılacak ilk seçimde bu oran yüzde 10'la sınırlı kalmalı. Yapılacak ilk oylamada başkanların salt çoğunlukla seçilememesi halinde ikinci tur seçim olmalı.
* 12 üyeli bakanlar kurulu 7 Kıbrıslı Rum ve 5 Kıbrıslı Türk'ten oluşmalı (Rum tarafının önerisi 6'ya 3 idi). Dışişleri ve Avrupa Konuları, Maliye ve İçişleri, Doğal Kaynaklar ve Ulaştırma bakanları aynı toplumdan kişiler olamamalı.
* Bakanlar Kurulu kararları ancak Başkan ve Başkan Yardımcısının eş zamanlı oluru ile alınmalı. (Burada yeni olan Başkan Yardımcısının veto hakkına vurgu yapılmış olmasıdır.)

2. YASAMA ERKİ

* Senatoda toplumsal temelde eşit temsiliyet. (Kıbrıs Türk oluşturucu eyaletinde ikamet eden bir Rum'un senatör seçilemeyeceğine vurgu yapılmaktadır.)
* Temsilciler Meclisinde iç vatandaşlık temelinde temsiliyet ve her bir eyaletin en az yüzde 25 oranında temsiliyeti. Mecliste milletvekillerinin en az 4'te 1'i Kıbrıslı Türk ve en az 4'te 1'i Kıbrıslı Rum olmalı.
* Temsilciler Meclisinde kararlar; her bir eyaletten milletvekillerinin 4te 1ini kapsaması şartı ile, basit çoğunlukla alınmalı.
* Özel yasaların ve anayasada bulunan karaların geçebilmesi için her bir eyaletten senatörlerin 5'te 2'sinin; her bir eyaletten milletvekillerinin 4'te 1'i kapsayacak şekilde özel çoğunluğu aranmalı.

3. YÖNETİM

Ekonomi Düzenleme ve Denetleme Bağımsız Makamı, Rekabet Kurulu, Özel Fonlar Denetleme idaresi, Sigorta ve Sermaye Piyasalarıyla ilgili Bağımsız Denetleme Organları ve Makroekonomik İstikrar Konseyinde 4'e 3 oranında katılım ve kararların, farklı eyaletlerden en az iki temsilcinin oluru ile alınmalı.


4. ULUSLARARASI İLİŞKİLER

* Birleşik Kıbrıs'ın tanımadığı devletlerle ilgili olup olmadığına veya devletçiklerin bu tür anlaşmalarının Federasyonun dış politikasına zarar verip vermediğine bakılmaksızın; devletçiklerin kendi yetkilerindeki bütün alanlarda uluslararası anlaşmalar yapabilmeleri. .
* Başkan veya Başkan Yardımcısı, devletçiklerin yaptığı; Anayasamaddelerini ihlal eden uluslararası anlaşmaları Anayasa Mahkemesine götürebilmeli.
* Merkezi hükümetin, devletçiklerin yetkisindeki dış konularda ancak kendilerinin (devletçiklerin) olurunu alarak karar verebilmesi. Devletçiklerin, kendi yetkilerini etkileyen federal kararlarda söz sahibi olması.
* Kıbrıs, Yunan ve Türk vatandaşlarına (Türkiye'nin AB üyesi olmasına kadar AB'nin dört özgürlüğünden yararlanma da dahil) eşit muamelede bulunmalı.

5. ÇÖZÜMÜN TEMEL İLKELERİ

* Federal Cumhuriyet'in iki toplumdan, Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarından kaynaklanacak tek bir egemenliği olmalı. Oluşturucu devletçikler eşit statüye sahip olmalı ve Anayasanın Federal Hükümete vermediği yetkileri egemen şekilde kullanmalı. Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, kurucu haklarını kullanırken ortaklıklarını yineleyecekler ve yeni bir düzen kurabilecekler. Yeni ortaklık Kıbrıslı Türklerin ve Rumların ayrı kimliklerini tanıyacak ve aralarındaki ilişki azınlık-çoğunluk ilişkisi değil siyasi eşitlik ilişkisi olacak.

6. YASALARIN HİYERARŞİSİ

* Federal hükümetin yetkileriyle ilgili federal yasalar oluşturucu devletçiklerin yasalarının üzerinde olacak, oluşturucu devletçiklerin kendi yetkileriyle ilgili yasaları da federal yasaların üzerinde olacak.

7. ÖNCEKİ İŞLEMLER

* Kıbrıs'ın herhangi bir makamının yasama, yürütme veya yargı nitelikli her faaliyeti, çözüm anlaşmasının maddelerine aykırı olmaması şartı ile çözüm anlaşmasının yürürlüğe girmesinden önce tanınacak. (Bu noktada mülkiyet konulu işlemlerin tamamının geçersiz olacağı akla ilk gelecek örnektir.) Daha önceki işlemlerle ilgili herhangi bir talep, talebin geldiği eyaletçe yönetilecek. (Rum tarafında bu öneri, Rumların Kıbrıs Türk Mahkeme kararlarına itiraz edemeyecekleri şeklinde yorumlanmaktadır.)

8. YETKİLER

* Sağlık ve hava taşımacılığı, uluslararası deniz taşımacılığı, kara suları, kıta sahanlığı, sınır şeritleri, münhasır ekonomik bölge, komşu ülkelerle hak iddia edilen meselelerin hali ve sınır düzenlemeleri, savunma politikası, eski eserler federal yetkilerdir. (Öneri paketinin bu bölümünde merkezi hükümetin yetkileri madde madde sayılmak suretiyle geriye kalan tüm alanlardaki yetkiler oluşturucu devletlere bırakılmış olmaktadır. Yine de istisna olarak devletçiklere ait olacak iki FIR bölgesine ve iki Hava Trafik Kontrol Merkezi ile kontrol merkezlerinin işleyişini düzenleyecek bir Federal Koordinasyon makamına vurgu yapılmaktadır. Yine eski eserler federasyonunun yetki alanına bırakılmakla birlikte ziyaretçilerden elde edilecek gelirlerin oluşturucu devletçiklerde kalması şartı diğer bir istisna olarak getirilmektedir.)

9. POLİS

* Oluşturucu devletçiklerin, Federal Polis personelinde ve Federal Polisin Ortak Araştırma Makamında sayısal eşitliği olacak. Oluşturucu devletçiklerin polisi tamamen her bir devletçiğin kendi yetki bölgesi içerisinde konuşlanacak ve çalışacak.

10. KAMU HİZMETLERİ

* Kamu Hizmetleri Komisyonu bir başkan ve bir başkan yardımcısı ile her bir oluşturucu devletçikten 2 olmak üzere toplam 4 üyeden oluşacak. Başkan ve Başkan Yardımcısı farklı devletçiklerden gelecek ve Komisyona her yıl münavebe ile başkanlık edecek. Başkan; oy eşitliği durumunda bunu bozacak oy yetkisine sahip olacak. Federasyonun kamu hizmetlerinde her iki eyaletten vatandaşlar en az yüzde 33,3 oranında çalışacak. Federal örgütlerin tamamı için geçerli olmak üzere müdür ve müdür yardımcısı aynı toplumdan olmayacak.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.