Baba parasıyla süper kahramanlık yapmaya son!

Yayın Tarihi: 19/10/19 07:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Joker, sanırım son zamanlarda izlediğim en sıkı film oldu. Sinemadan çıkınca hissettiğim rahatsızlık duygusu, gece eve gidip de üzerine düşününce rahatsızlığın yerini bıraktığı garip bir coşku, sabah uyandığımda da aynı şekilde devam etti. Film, sanırım içimdeki isyankar duygulara tercüman oldu, ne bileyim, 'adaletin yok mu dünya?' dedirtti…

Bunların dışında, bu noktadan sonra yazacaklarım filmi görmeyenler için 'spoiler' içerir diye uyarma ihtiyacımı belirterek, Joker'in bir 'anti-kahraman' filmi olduğunu ekleyeyim.

Filmin internette dönen afişlerinden bir tanesinde "Çocuk olarak süper kahramanları sevdik…Yetişkinler olarak kötü adamları anladık" diye yazıyor.

Bence filmin felsefesi işte tam burada yatıyor.

Joker, bilindiği üzere Batman adlı süper kahramanımızın söz konusu serideki en büyük düşmanı.

Hemen her serinin finalinde de iyi adam Batman mücadeleden galip çıkıyor.

Çocuk kafamızla bizi sevindiren o durum, yetişkin olarak izlediğimiz bu filmde başka durumları gözümüze sokuyor.

Dün gazetede öğle yemeği muhabbetinde konu bir ara Joker'e gelince, bizim Alper Uras, filmle ilgili çok sağlam bir gönderme yaptı ve dedi ki; "Abi, baba parası ile süper kahramanlık kolay iş…"

Hay aksi şeytan, tam da bu ya!

Batman kim?

Gotham (New York) şehrini her defasında kurtaran, zengin, okumuş, rahat ve huzur içinde yaşayan bir süper kahraman.

Şehirde ona ihtiyaç duyulduğunda, yüksek bir binaya Batman simgesi çakıyorlar, bizim adam da milyarlık arabasıyla olay yerine intikal ediyor. Yok öyle belediye otobüsüne binip gitmek… Bunun bir de sürekli itip kaktığı Robin diye bir de yamağı var… Resmen elitist, köle-efendi diyalektiği içinde yoğrulmuş aristokrat birisi...

Peki ya Joker karakteri?

Batman serisine göre, Joker, doğumundan beri kötü bir insan. Yani bu kötülüğünü sonradan edinmiş filan değil.

İşte Joker filminin çarpıcılığı, ezber değiştiren hali, bizlere söz konusu karakterin nasıl kötülüğe evrildiğinin ve teslim olduğunu anlatmasındandır. Bu bağlamda, fakir fukara Joker'le empati yapmamak mümkün değil...

Öyle ki, Joker, aslında zengin erkek-fakir kız edebiyatının ürünü. Yıllar önce annesinin, zengin patronla girdiği ilişkinin ardından dünyaya gelen ancak bu reddedilen, sonra da annesinin söz konusu bebeği evlat edindiği şeklinde bir evrak düzülen Joker, yani filmdeki adıyla Arthur Fleck (Joaquin Phoenix) , tam bir kader kurbanı.

Filmde, bu bilginin doğru olup olmadığı bana göre muğlak bırakılmasına rağmen, annesinin sonradan evlendiği üvey babasının kendisine uyguladığı şiddet ve annesinin buna bilerek alet olması çocukluktan başlayan bir kötü bir travmaya dönmüş.

Aynı evde beraber yaşamaya devam ettiği artık yaşlanmış annesinin kendisine 'happy-mutlu' diye hitap etmesinin ardındaki acı ironi de, onun olur olmaz yerlerde kahkahalarla gülme krizine girmesinin sebebi de aslında bu çocukluk travmaları.

Sadece komedyen olmak isteyen, tek derdi insanları (kendi hiç gülemediği için) güldürmek olan bu adamın olur olmaz yerlerde girdiği akıl bozukluğu olan gülme krizleri, insanların onu 'tuhaf' görmeleri sonucunun getirdiği yalnızlık-ilgisizlik hali, kötü yola düşmesine sebep veriyor.

Palyaço olarak işini yapmaya çalışırken serseriler tarafından dövülmesi, iş arkadaşının kendisine bilerek silah hediye etmesi ve onun da bir gün metroda 3 zengin serserinin rahatsız ettiği kadına yardım etmeye çalışırken serserilerin saldırısına uğraması, sonra da üçünü de aynı silahla vurup öldürmesi, filmin kırılma anı olmuş.

Cinayet sahnesinde iş dönüşünde palyaço kılığında olması, olayın basına yansıması, tüm kentin palyaçoların peşine düşmesi, bunun şehirde ayaklanmalara yol açması, son zamanlarda dünya genelinde artan sistem karşıtı gösterilerde sık sık rastlanan maskelilerin o tavrına selam olarak dikkat çekmesi de filme ayrı bir lezzet katmış durumda.

Babasızlık, baba yaratma, gerçekleri öğrenip öfke patlamaları yaşama, olmayan şeyleri hayal edip, normal birisiymiş gibi davranma hezeyanları ile oradan şiddet sarmalına evrilen dramatik ve karanlık sahnelerin sonunda, kendi babası yerine koyduğu, şovunu severek izlediği Murray Franklin'in (Robert De Niro) onu canlı şovuna çağırması, kuşkusuz çok çarpıcı bir finale yol açtı.

O sahneye kadar basit bir palyaço olan Fleck'in, Murray'e "beni Joker olarak takdim et" demesi, evrildiği katil karakterin ilanı olarak oldukça dikkat çekiciydi.

Zengin serserileri öldürmesinden sonra ortaya çıkan ve nihayetinde Murray'ın canlı TV programında yaşananlarla birlikte doruğa ulaşan şehirdeki isyan, benim gibi düzenle pek barışık olmayan eski bir anarşistin hoşuna gitmedi diyemeyeceğim.

Hele de o sahnelerle birlikte çalan efsanevi rock grubu Cream'in White Room parçası…

Ve tabii olayların sonunda bir arabanın üzerinde isyancı kalabalığa yüzüne kanla yaptığı gülme motifi ile gülen Joker…

Bir çeşit "İyi olup gülmek, güldürmek istedim, izin verilmedi, o zaman kötü olup kendi kendime gülerim" göndermesi…

Muhteşem…

Filmden sonra Twitter'e "üzerine düşünülmesi gereken bir film" diye yazmışım... Gerçekten de öyle.

Sanırım bu yazının bir benzerini, Kıbrıs siyaseti için de yazmam lazım…

Öyle ya, bu topraklarda da baba parasıyla-ya da ondan alınan güçle süper kahramanlık yapılıyor nasılsa…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.