Bölmek, birleştirmekten çok daha zordur...

Yayın Tarihi: 20/11/19 07:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Dün sabah saatlerinde sevgili dostum Hüseyin Ekmekçi'nin programına katılan Dışişleri Bakanı Kudret Özersay enteresan açıklamalar yapmış.

Mesela şu ifadeleri çok manidar: "Eğer Rum tarafı, BM'ye üye olacak ikinci bir devleti kabul ederim ama bunun karşılığında daha fazla toprak isterim diye bir fikirle gelirse ben bunu müzakere ederim."

Yani Hoca, Türkçe meali ile, "KKTC'nin tanınması karşılığında toprak verme fikrine açığım" diyor.

Hangi topraklar bunlar?

Yıllardır gündemde olduğu ve bizzat merhum Rauf Denktaş'ın da kabul ettiği minvalde, 28+ formülüne kadar yolu olan bir toprak iadesi muhteviyatında olan topraklar.

Ancak bilindiği üzere, Denktaş'ın bu tavizine karşılık, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın, Cenevre zirvesinde sunduğu neredeyse aynı haritada iade edilecek topraklar konusunda kendisine yapılan "vatanı satıyor" saldırılarının müsebbipleri bugün Kudret Bey'in hükümet ortağı olarak bulunmaktadırlar.

Kısaca "bir çakıl taşı vermeyiz" cenahı dediğimiz bu odaklar, Kudret Bey'in bu çıkışı karşısında ne derler, bilemiyorum.

Çünkü söz konusu olası bir pazarlık durumunda toprak tavizi illa ki Maraş'ı, Güzelyurt'u ve Mesarya'nın bir kısmını kapsayacaktır.

Bunun da ötesinde, yaklaşık olarak 1.5 milyon dönümlük Rum toprağının tazminatının bir kısmı söz konusu iadeler (ve takas) ile kapatılacak olsa bile, ortada ödenmesi gereken büyük miktarda tazminat yine vardır.

Bu planın hayata geçmesi durumunda yeniden yerleştirme olacağına göre, kim nereye nasıl yerleştirilecektir? Hangi köyler verilecek, hangi insanlar göçmen edilecek, bu insanlara nerelerde yeni evler verilecektir ve bunun finansmanı nasıl sağlanacaktır?

20 milyar TL borcu olan, bütçesi delik deşik KKTC mi bu işleri finanse edecektir?

Hoca bu noktalarda detay vermediği için, bu soruların cevaplarını bilemiyoruz...

Ha bir de Rumların, Türk askerlerinin gitmesini istemesi de kesindir diye düşünüyorum. 

Ya da en azından, uluslararası hukuk tahtında, Türkiye'nin garantörlüğü diye bir mevhumun geçerliliği kalmayacaktır zira, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin garantörü olan Türkiye'nin (Yunanistan ve İngiltere de dahil) bu statüsü kendiliğinden sona erecektir.

Daha, doğal gaz paylaşımını ve Türkiye'nin kıta sahanlığı meselesini hiç konuşmadık.

Zira, Türkiye'nin söz konusu iddiaları, eğer uluslararası toplum nezdinde kabul görecek olsa, adanın Münhasır Ekonomik Bölgelerinin yaklaşık yüzde 44'lük bölümünü alacak demektir.

Hadi biz, eğer bu formül hayata geçerse, kendi hakkımızı Türkiye'ye hediye ettik diyelim, Rumların tutumu ne olacak?

Yani anlayacağınız varsa sevgili arkadaşlar, bu konu en az federal çözüm modelini istişare etmekten çok daha zor ve komplike bir konudur.

Öyle "böldük, bizimdir" diyerek bir yere varamayız.

Dolayısıyla, iki devletli çözüm diye yeri göğü inletenlerin aklında bu hususlar var mı bilemiyorum.

Ama öyle "Rum'un malı da benim, benim malım da benim" şeklinde bir anlayış içinde bulunuluyorsa bunun bir hayal bile olmadığını söylemek isterim.

Kıbrıs adasının bölünemeyecek kadar küçük olduğunu sürekli söylememizin sebebi  iki tarafın çıkarlarının ya da sıkıntılarının  birbirine kadim bağlarla bağlı olmasındandır. Bu yüzden de "bölün" deyince bölünemiyor.

Dolayısıyla, Kudret Hoca'nın bu fikri hangi amaçla ortaya attığını bilemiyorum.

Eğer Berlin öncesi havayı bulandırmak için ya da bu konuda sicili epey bozuk olan Rum Lidere "Nisan'da ben geliyorum, işi bu şekilde hallederiz" mesaj göndermek için yaptıysa kendisini anlarım.

Çünkü Anastasiadis, 2015 yılında Kıbrıs Türk basınında ilk kez benim imzamla, Kıbrıs Postası'nda yayımladığımız haberde, toplantı yaptığı Maraş'ın eski sakinlerine "federasyon mümkün değil, tek çare anlaşmalı ayrılık" dediğini aktarmış, konu da gündeme bomba gibi düşmüştü.

Ancak o haberin üzerinden iki Mont Pelerin, bir Cenevre bir de Crans Montana zirvesi geçti.

Taraflar, özellikle Crans Montana'da çözümün kapısından döndüklerinde, aslında bilinen bir konunun iyice ayyuka çıktığını da anladılar.

O gerçek, Kıbrıs sorununun aslında uluslararası bir sorun olduğu gerçeğinden başka bir şey değildir.

Şimdi Hoca, karşımıza geçmiş, tüm dünyanın kabul ve destek verdiği federasyon çözümü bile halledilememişken, toprak tavizi karşısında tanınma istemektedir.

O zaman sorulması gereken şey şudur: Türkiye, bu noktada ne düşünmektedir?

Ada etrafındaki hak iddia ettiği kıta sahanlığı mevzusunu nasıl çözmeyi planlamaktadır? Gemi yollayarak, sondaj gemisi kovalayarak bu işin halledilemeyeceği ayan beyan ortada olduğuna göre, bu iş nasıl kotarılacaktır?

Yoksa Türkiye, kendi ulvi çıkarlarını gözetmek için adanın kuzeyindeki kontrolünü devam ettirmek ve bunu bir nevi koz olarak kullanmaya devam mı edecektir?

Eğer hal böyle ise, Kıbrıs sorunu hiç çözülmeyebilir.

Ama işin içinde doğal gazın Türkiye üzerinden aktarılması yani Doğu Akdeniz denklemine katılması gibi daha büyük mevzular ya da kazanımlar varsa, o zaman bu konudaki pazarlık son derece kritiktir ve belirleyici olan şey budur.

Uzun lafın kısası Türkiye bölgede etkin bir rol almadan bu sorunu çözmeyecektir.

Onun için, şu süreçte yaşananların bizim Cumhurbaşkanlığı makamı için olduğunu sanıyorsak, inanın ki bu çok büyük bir yanılgıdır.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.