Bir kritik adım ve en değerli kart...

Yayın Tarihi: 03/12/19 07:00
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

 

Türkiye ile Libya'nın BM tarafından tanınan hükümeti olan Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin (UMH) geçen hafta imzaladığı iki mutabakat muhtırası bölgede son dönemde atılan en kritik adım oldu.

Kıbrıs Postası köşe yazarı Muhittin Tolga Özsağlam'ın dün yazdığı makale, kapsamlı bir şekilde durumun teknik analizini göz önüne koyduğundan, bu makaleden o makaleye atıfla, hocayı tekrar edecek değilim.

Ancak, hocanın yazısında altını çizdiği ve Doğu Akdeniz denklemini çözmek için yapılması gerekli çok taraflı toplantının en büyük şartının Kıbrıs sorununun çözümü olması noktasına bir kaç katkı da ben yapabilirim diye düşünüyorum.

Elbette, Türkiye'nin Libya ile imza ettiği mutabakatlar, Libya'nın içinde bulunduğu iç savaş koşulları yüzünden tartışmalı gibi durabilir.

Ancak eğer uluslararası hukuk konuşuyorsak ve bu anlaşmaların imza edildiği UMH, BM tarafından tanınıyorsa, bu durumda en azından uygunluk olarak tartışma yok demektir.

Dolayısıyla işin hukuki boyutunu bir kenara bırakacak olursak, söz konusu anlaşma Doğu Akdeniz'i ortadan ikiye bölüp, özellikle Kıbrıs ile Avrupa kıtası arasına bir engel koması açısından kritikten de öte bir adımdır.

Fakat, atılan bu adım o kadar kritiktir ki, yakın zamanda bu tartışmaların sulh yolu ile çözülmemesi halinde Türkiye için çok ciddi sorunlara yol açma potansiyeli barındırmaktadır.

Öyle ki Türkiye'nin bu şekilde bir muhtıra imza ederek, Doğu Akdeniz'i boydan boya kesip, başta Kıbrıs Cumhuriyeti olmak üzere, İsrail, Mısır, Lübnan hatta Filistin gibi ülkelerin bölgede çıkaracağı doğal zenginliklerin Avrupa'ya aktarılmasına ipotek koyması hafife alınacak bir durum değildir.

Yunanistan, Mısır ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin büyük tepkisi bundandır.

Hükümet krizi ile boğuşan İsrail'in şimdilik sessiz kalmayın bakmayın, yakında o da tepkisini, tabii ki Amerika abisi ile birlikte gösterecektir.

O yüzden de bu kritik adımın en büyük hedefinin Kıbrıs ve etrafında şekillenmekte olan doğal gaz faaliyetleri üzerinde fiili ve etkin bir hale gelmek olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Haliyle, Kıbrıs sorunu da bundan ya çok iyi ya da çok kötü bir şekilde etkilenecektir.

Şöyle ki, Doğu Akdeniz bölgesinden çıkarılacak olan gazın Avrupa'ya taşınmasının iki tane genel geçer güzergah vardır.

Bunlardan bir tanesi, adadan Türkiye'ye borular çekerek bu işi kolayca yapmaktır.

Bugün 7 yaşında bir çocuğun bile en mantıklı yol budur diyebileceği bu projenin hayata geçmesi için en büyük şart Kıbrıs sorununun çözülmesidir.

Bir diğer yol ise adına East-Med denilen ve Akdeniz'in en derin yerlerinden geçecek boru hattı projesi ile birlikte çıkacak olan gazı İtalya'ya göndermektir.

Yaklaşık 2200 kilometre uzunluğunda, 7-10 milyar Euro maliyeti olan bu projenin varış noktasının, 1481 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından alınan İtalya'nın Otranto kenti olması ise tarihin garip bir cilvesi olarak göze çarpmaktadır.

Zira, Bizans İmparatorluğunun, İstanbul'u alamasın, donanması görev yapamasın diye Haliç etrafına zincir çektiği yine ayni Fatih'tir.

Şimdi, "Fatih'in torunları", Bizans'ın aynen Fatih'e yaptığı ancak başarılı olamadığı 'yol kesme' taktiğini ironik bir şekilde Doğu Akdeniz'de uygulamaktadır.

Dolayısıyla, işin özeti, East-Med projesi bu dakikadan sonra kadüktür ve Türkiye ile siyasi (veya ekonomik) bir anlaşma yapılmadan o sulardan herhangi bir boru hattının geçmesi mümkün görülmemektedir.

Aslına bakarsanız, East-Med projesi son 1 yıldır kadüktür. Çünkü İtalyan Hükümeti, söz konusu projenin çok masraflı olması sebebiyle bu projede yer almayacağını yarım ağızla da olsa deklere etmiştir.

Bu yüzden de boru hattının Yunanistan'a kadar denizden gitmesi ve ardından da Bulgaristan üzerinden Avrupa'ya gönderilmesini öngören alternatif bir başka boru projesi (IGB) daha vardır.

Ancak o projenin de hayata geçmesi için Kıbrıs'tan çıkacak olan borunun Türkiye MEB'i içinden geçip Girit'e varması gerekmektedir.

Yani bu proje de aynen East-Med gibi kadüktür.

Haliyle, bu dakikadan sonra bu sorunlar iki şekilde çözülebilir.

Bunlardan birincisi ve en mantıklısı Kıbrıs'ta siyasi bir anlaşma ile birlikte kıta sahanlıkları ve MEB'ler üzerinde varılacak anlaşmalarla, doğal zenginliğin çok daha ucuz maliyetli bir şekilde Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınmasıdır.

Bu olursa, Türkiye, Yunanistan ve kurulacak olan Federal yapının arasındaki anlaşmalarla her türlü kıta sahanlığı ve diğer sorunlarımız sona erecektir.

İkinci yol, KKTC devletinin uluslararası hukuk tahtında hiçbir geçerliliği olmayan ama Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO)'ya devrettiği lisanlar vasıtasıyla, TPAO'nun, Güney Kıbrıs'ın lisans verdiği şirketlerle işbirliği anlaşması yapmasıdır.

Bu durum ekonomik olarak KKTC'ye belli kazanımlar getirme ihtimalini içinde barındırsa da, siyaseten KKTC'nin by-pass edilmesinden başka bir şey değildir.

Kaldı ki şirketlerin anlaşması halinde bile, bu boruların yine Türkiye üzerinden gitmeden ekonomik olarak sürdürülebilir bir durumda olmayacağı aşikardır. Elbette, Türkiye izin verirse, East-Med güzergahı için bir anlaşma da yapılabilir ama dediğim gibi uluslararası finans kapitalin böylesi masraflı bir yolu seçebileceğine inancım çok azdır.

Uzun lafın kısası, çıkacak olan gazın Türkiye üzerinden gitmekten başka şansı yok gibidir.

Hele de bu adımdan sonra bunun dışında bir olasılık neredeyse sıfıra yakındır.

Türkiye-Libya mutabakat muhtırası bu bağlamda çok ama çok kritik bir adımdır.

Bununla birlikte Doğu Akdeniz'de kartlar bir kez daha dağıtılmış, son hızla final oyununa gidilmektedir.

Ve inanın bana, bu oyunun en değerli, en stratejik ve en güçlü kartının üzerinde "Kıbrıs" diye yazmaktadır.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları