Çare bellidir...

Yayın Tarihi: 05/02/20 07:00
okuma süresi: 7 dak.

Dörtlü hükümetin bozulmasının ardından büyük umutlarla "Türkiye ile en iyi ilişkileri ben kurarım, en iyi parayı ben alırım" diyen Ersin Tatar'ın başkanlığında kurulan UBP-HP hükümeti, bahse konu 'para alma' işinde sınıfta kalmış görünmektedir.

Geçen yıl, büyük müjdelerle basına defalarca 'geldi, geliyor, para akışı başladı' şeklinde servis edilen 750 milyonluk hibe  meselesi haberlerinin fos çıktığını gördükten sonra, bu kez de son günlerin popüler sadakası 170 milyon meselesinin fos çıktığını görüyoruz.

750 milyon meselesi, hatırlarsınız, 'geldi, geliyor' şeklindeki haberlerle uzun süre tartışıldıktan, bütçe görüşmeleri başladıktan ve ödenmeyen bir sürü borç için faiz ödendikten sonra gelmiş, ancak onun da 650 milyonu 'savunma giderlerine' aktarılarak bitirilmiş, geriye kalan 100 milyon ise yaralara merhem olmamıştı.

Bu arada, TC yardımlarının adadaki askerin parasını ve giderini ödemek için kullanıldığını ilk kez dörtlü hükümetin Maliye Bakanı Serdar Denktaş'ın açıklaması ile öğrenmiştik.

Denktaş'ın satır aralarına yerleştirerek, bir meclis konuşmasında ustaca yaptığı "Bu ay 22 milyon asker maaşı ödedik" açıklamasının ardından farkına vardığımız bu durum hem şaşkınlık hem de tartışma yaratmıştı.

Şimdilerde ise, Başbakanın gelişini büyük bir müjde olarak verdiği, hatta basına kalem kalem nerelere gideceğini açıkladığı 170 milyonun gelmediğini öğrenmiş buluyoruz.

Sahi kuzum, Türkiye sizin gibi vatanperver, Anavatanına bağlı, kalbi Anadolu için atan, en büyük milliyetçilerin oluşturduğu hükümete neden para vermiyor?

Hayırdır? Reis'in canını mı sıktınız, ne oldu?

Yoksa bunun suçlusu da mı Cumhurbaşkanı?

Bilmem, belki de suçlusu ben ve benim gibi federal çözümü savunanlardır ha ne dersiniz?

Hadi dörtlü hükümette sağ-sol 'mızır' unsurlar vardı, onlar Türkiye ile ilişkilerimizi bozmuş, halkımızı mağdur etmişti, ondan Türkiye ceza vermişti diyelim.

Siz ne yaptınız, suçunuz nedir?

Vallahi ben bu durumu anlamakta zorlanıyorum.

Ve hayır, daha geçen gün bir çırpıda Ukrayna'ya 200 milyon TL askeri yardım yapabilen Türkiye'de "para kalmadı, büyük kriz var" şeklindeki iddialara da inanmıyorum.

O zaman sorun nedir?

Ama bir yandan da para alamama durumuna seviniyorum.

Çünkü para alanın, talimat da aldığını biliyorum ve yıllardır bu sakıncalı duruma muhalefet eden bir duruş sergiliyorum.

O zaman diyeceksiniz ki, 'sana ne be adam da konuşun?'

Doğrudur, 'bana ne' desem yeridir. Umurumda olmasa pek bir münasiptir.

Fakat bu adanın kuzeyinde kurulan "kim kime dum duma" düzeninin genlerinde olan bu 'bağımlılığın' bitmesi en büyük arzumdur.

Bu noktada, Cumhurbaşkanlığını seçimi gibi Kıbrıs sorunu odaklı bir baş müzakereci seçimini, genel seçime çeviren adayların "kendi ayakları üzerinde durma" noktasındaki söylemlere katılmıyor değilim, katılıyorum hatta 'keşke' diyorum.

Bunun, içinde bulunduğumuz sistem bünyesinde hayat bulabileceğine inancım olmadığını da söylemem lazım ama.

Kıbrıs'ın kuzeyindeki yapının sadece uluslararası toplum minvalinde değil, Türkiye ile ilişkiler konusunda da sürdürülebilir bir noktada olduğunu düşünmüyorum çünkü.

Geldiğimiz noktada, özellikle 2018 seçimlerinin ardından yaşananlar, bu yukarıda saydığım hususlar, tam da benim dediğim bu tarihsel gerçeğe ispat niteliğindedir.

Yani, "Türkiye'nin sevmediği bir hükümet vardı onun için para göndermez ama bizi sever, bize gönderir" şeklinde dillendirilen ve adına iyilik edip 'felsefe' diyeceğim 'şükran' söylemi de çökmüştür.

Bu gerçeği beğenseniz de beğenmeseniz de buraya yazmak zorundayım.

Hele de son protokole ek olarak imzalanan ve tadil edilen, sonra da gönderileceği söylenen ama bir türlü gelmeyen 170 milyonun dağıtımının Türkiye'de bulunan 'Teknik heyet' dediğimiz kurulun yetkisine verilmesi, yine yukarıda bahsettiğim 'sürdürülemez' duruma bir başka örnektir.

Bu, Başbakanın büyük bir mutlulukla kalem kalem açıkladığı 170 milyonluk paketin akıbetine onun değil, bu heyetin karar vereceği anlamına gelmektedir.

İşte bu yüzden, bu sürdürülemez yapı ve ilişkiler yüzünden, bu adadaki sistemin bu statüko altında kamusal bir yarar sağlayamayacağını anlamak için alim olmaya gerek yoktur.

Tabii, bunları söylediğimiz zaman, bir mertek gibi gözümüzde çakılı olan bu durum yerine çer-çöp arayan kesimlerin "sen öğretilmiş çaresizlik içinde yaşıyorsun" şeklindeki eleştirilerine maruz kalıyoruz.

Bu arkadaşlarımıza hep aynı şekilde, "tutan mı var, hadi yapın yapacağınızı, en büyük destekçiniz benim" diye cevap verdim, hâlâ daha da cevap veriyorum.

Hatta programlarımda daha da ileri gidip, eğer dediklerini yapabilirlerse, bu konularda yaptığım eleştirileri bir kağıda yazıp canlı yayında yiyeceğimi de söyledim.

Filhakika, şu ana kadar herhangi bir kâğıt yemişliğim yok, iddiayı kazanan benim.

Ama üzüntüm, ben iddiayı kazanırken bu halkın sürekli kaybetmesidir.

Çünkü bu ülkede 'kral' çoktan beri çıplaktır, çoktan beri durum bellidir.

O yüzden de aynı çıplak kralı tekrar tekrar görmek için aynı şeyleri yapmaya, aynı yolları yürümeye hiç gerek yoktur.

Çare Kıbrıs sorununun çözümüdür, tek çare Federal Kıbrıs'tır ve bu düzenin değişmesi için başka bir yol yoktur.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.