Gerçekler, tespitler ve bazı yapıcı öneriler…

Yayın Tarihi: 18/03/20 14:57
okuma süresi: 10 dak.

"Salgın yüzünden 6 günde hastane inşa edip rekor kıran Çinliler bile bu virüsle başa çıkamazken, bizim hiç şansımız olmaz diye düşünüyorum.

Yine de yetkililerin böylesi bir durumda sınır kapatma, karantina altına alma gibi gerekli önlemleri düşünmeye başlamasını salık vermek doğru olur.

Umarım salgın en kısa sürede kontrol altına alınır, daha fazla can kaybı yaşanmaz…"

Bu satırları ne zaman yazmışım biliyor musunuz?

27 Ocak 2020 günü, yani bundan 2 ay kadar önce.

"Hastane yangınını bile sevk ve idare etmekten aciz bir sistemden ne beklenir bilmiyorum.

Normalde sağlık hizmetlerinde yaşanan sorunları düşününce Corona karşısındaki mücadelemizde yalnız olacağımızı söylemek mümkün.

Dahası, böylesi bir salgın ortaya çıkarsa zaten can çekişen ekonomimiz ne olacak?

Düşünün, Türkiye'de ya da bizde salgın başladı, sınırlarımızı ne yapacağız?

Kapatırsak halimiz ne olur, kapatmazsak ne olur?"

Peki bu satırları ne zaman yazmışım?

Korona salgınının kapımıza dayandığı günlerde meydana gelen hastane yangının sonrasında, 4 Mart günü.

Yanlış anlamayın, "ben dediydim, aha oldu" diye böbürlenme ya da övünme gibi bir hadsizlik içinde değilim. Ancak etrafta bu kadar bilmiş dolaşırken dibelik de tevazu göstermeyeceğim.

Aslına bakarsanız, kurduğum mantık silsilesi çok basittir.

Çünkü KKTC devleti, bir devlet olamamanın özelliklerini sadece 1933 Montevideo Konvansiyonundaki gibi yazılı şartlardaki noksanlığında göstermiyor.

Söz konusu şartlar oluşmadığı için devlet olabilme pratiğini de hayata geçiremiyor.

Haliyle, 'kim kime dum duma' düzeni temelinde kurulan ve tamamen uydu devlet özelliği gösteren bu oluşumun, dev ekonomilerin ve devlet olmanının kitabını yazanların bile başa çıkamadığı bu salgınla başa çıkmasını beklemek imkansızdır.

Yine de bu mevzuya devam etmeyeceğim, elimizdeki imkanların iyi sevk ve idare edilmesini arzu ettiğimden, yıkıcı olmak yerine yapıcı olmayı tercih edeceğim.

Çünkü zaman, birilerini saldırma, onları yerin dibine sokma zamanı değil, dayanışma zamandır.

"Kurtuluşun tek başına değil, hep birlikte olacağını" bu kadar yıdırl boşuna dilimize pelesenk etmedik sonuçta.

Bu bağlamda, 'devlet neden bu kadar aciz' sorusunun cevabını, teoride ve pratikte "bilinen anlamda devlet aslında yok" diye verip, elimizde ne varsa onunla devam edelim.

Gördüğüm kadarıyla bir kaç tane büyük sorunumuz var.

Bunlardan bir tanesi, 'evden çıkamama' ya da 'iş yerinizi açmayın' çağrılarına gösterilen reaksiyondur.

Hiç abartmıyorum gerek programlarda gerekse de sosyal medya platformlarında en çok karşılaştığım sorulardan bir tanesi "karantina şartlarını ihlal etmenin cezası nedir?" sorusu oldu.

Arkadaşlar, işte sorun ve sıkıntı tam da budur.

Ne demek cezası nedir? Niyetin bunu ihlal mı etmektir da soruyorsun? Başka ne olabilir?

Bu soruyu sormaktan vazgeçelim. Doğrusu şudur: ben evden çıkmayarak aslında sevdiklerimi, özellikle risk grubunda olan annemi babamı koruyorum, kamusal sağlığı koruyorum. Anlayış bu olmalıdır yoksa hiçbir yere varamayız.

Yani kamusal düşünmek zorundayız. Yani kendi sağlığımız kadar kamu sağlığını da düşünmek zorundayız.

Yoksa öyle gidip eczanedeki bütün ilaçları alayım da ben kurtulayım gibi bir mantık üzerinden hareket edilirse, bu işin sonu çok net söylüyorum faciadır.

Geçelim.

Bir diğer soru ise "özel sektör çalışanları evde, ne yapacak, hali ne olacak?" veya "binlerce gündelikçi var, bu insanlar nasıl geçinecek?" şeklinde olanıdır.

Bir kere, her şeyin başı sağlık olduğunu için, bu sorun kendiliğinde geri plana düşmektedir. Çünkü bir insan her şeyden önce sağlığını düşünmelidir. Dahası, Korona gibi inanılmaz bir hızla yayılan bir salgında ondan da önce toplumun sağlığını düşünmelidir. Bunun da birinci şartı evden gerekmedikçe dışarı çıkmamaktır.

Peki, bu noktada devlet ne yapmalıdır?

Gerçek bir devlet, işte Güney'de olduğu gibi, hem kamuyu hem de özel sektörü koruyacak tedbirleri hemen alır, bu soruların önünü alırdı. Nitekim, Anastasiadis hükümeti, 700 milyon euroluk paketi bunun için açıklamıştır. Dahası da gelecektir.

Okey, peki, bizim gibi olan devletimsi oluşumlar ne yapmalıdır? Tabii ki durumdan vaziyet, olmadı, şapkadan tavşan çıkarmalıdır. Tabii biz durumdan vaziyet çıkarmak zorundayız, tavşanı son çare olarak bırakalımç

Mesela, bu evde kapalı olan ve geneli gündelikçi olan insanlarımızın durumu ne olacaktır?

Ben bu konuda kafa patlattım ve düşünüyorum da sektörler arası iş birliği bu noktada verimli olabilir. Ya da kamu ile özel iş birliği düşünülebilir.

Örnek vereyim, memleketteki tüm restoranlar kapalıdır.

Bu da binlerce paket servis elemanı, ki bir çoğu gündelik ya da haftalıkçıdır, evde kaderiyle baş başa demektir.

Düşünüyorum da bu çalışanlarımızı, gerekli tüm güvenlik tedbirleri alınarak, marketlerimizde görevlendirebilir miyiz?

On-line ödeme üzerinden 'market paketçiliği' düşünülebilir mi?

Bu paketçiliği yaparken, aynen İtalya ve Fransa'da sık şekilde uygulandığı üzere adına 'kapı ya da merdiven paket servisi' denilen sistem hayata geçirilebilir mi?

Böyle bir durumda, alıcı ile temas etmeyecek paketçi, aldığı paketi kapı önüne ya da merdivene veya belirlenen bir noktaya bırakarak güvende olacak, markete gitmek zorunda kalmayan evdeki insan da salgını yayma potansiyelinden uzaklaşacaktır.

Böyle olursa ne olur?  Paket servisi elemanları gelir elde edecek, marketler çalışmaya devam edecek, insanlarımızı markete gitmek zorunda kalmayacak, on-line sistem üzerinden ekonomi çarklarını döndürmeye devam edecek…

Devam edelim.

Bir diğer sıkıntılı sektör ise inşaat sektörü ve binlerce çalışanıdır. Bunlara da şöyle bir formül olabilir.

Kamunun bu gibi salgınlarda eleman ihtiyacı çoktur.

Misal, Lefkoşa'nın tümden ve sürekli şekilde dezenfekte edilmesi işi, bu emekçilerin hem gelir elde etmesi hem de kamusal bir hizmet sunması açısından önemlidir.

Merak etmeyin, bunun yükünü belediyeye yükleyecek değilim. Burada devreye girmesi gerek şey özel sektördür. Ticaret Odası madem bağış kampanyası açtı, bu şekilde 'bağış' da yapabilir.

Böylece hem kamusal sağlık (gerekirse başka organizeler için de kullanılabilir) gerekse de emekçiler kendi hayatlarını idame ettirme açısından önemlidir.

Eğer bu tip formüller bulunmaz, sevk ve idare sağlanmazsa gideceğimiz köyün minareleri bellidir.

Tabii ki de asayiş olayları artacak, kamu düzeni iyiden iyiye bozulacaktır.

Bakınız çok net söylüyorum, daha bu işin başındayız. Daha salgının gerçek yüzünü görmedik. Daha ekonomik zorluğu görmedik. İnşallah da görmeyiz ama bunu düşünecek zamanda değiliz. Planlar 'kesin görme' üzerine yapılmalıdır. Şansa bırakamayız.

Ve inanın ki bana bunlar da sürecin bir parçasıdır.

İtalya'ya bakınız, Fransa'ya bakınız, İngiltere'ye bakınız.

Eğer durum kontrol altına alınmazsa isyanlar yağmalar başlayacaktır.

Çin'in bu vartayı atlatmasının sebebi, milyonlarca askeri ve sert komünist düzeni olmuştur yoksa Çin çoktan paramparça olacaktı.

Amacım korku salmak değil, bu toplumsal dayanışma günlerinde katkı sağlamaktır.

Bir gazeteci olarak görevim budur. Dolayısıyla kendi ve sizin ulaştıracağınız fikirleri gerekli yerlere ulaştırmak boynumun borcudur.

Arkadaşlar, lazım olan şey sadece gerçeklerdir.

Gerçeğin yüzü ne kadar soğuk ne kadar acımazsız olursa olsun, ihtiyacımız olan şey budur.

Eğer gerçek durumu konuşmayı başarırsak, o zaman hayale kapılmadan gerekli öngörü ve vizyonu elimizden geldiğince ortaya koyarak bu belayı en ucuz kayıpla atlatabiliriz.

Bunu asla unutmayalım.

 

 

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları