Çocukluğumun bayramları...

Yayın Tarihi: 24/05/20 14:45
okuma süresi: 7 dak.

Çocukluğumun bayramları güzeldi.

Arife günleri annem bizi 'arife sularıyla, bayram sularıyla' diyerek bir güzel yıkar, bayram günü sabahı da en güzel kıyafetlerimizi giydirirdi.

Ondan bir kaç gün önce Arasta'dan kimi zaman istediğimiz ayakkabının alınmaması, kimi zaman kıskançlık, kimi zaman kardeşlerimle kavga edip ağlayarak döndüğümüz bayram alış-verişlerinden aldığımız o kıyafetlerin yanında birer de cüzdan alırdık.

Malum, el öpüp para toplanacak diye yapılan hazırlıklardı bunlar. Ne de olsa işin içinde bayram yerine gitme vardı…Şimdiki veletlerin her şeyleri var ama o zamanlar bizim sadece bayram yerimiz vardı.

Ama bayram yerinden önce gidilecek aile ziyaretleri de vardı...

Önce Lefkoşa'da bir tur atılır, ardından şimdi hayatta olmayan dedemi, nenemi bayramlamak için Trabeza'ya giderdik.

Şimdi yerinde yeller esen o güzel köy evinin hanayının bahçesinde, dev gibi incir ve ona komuşu badem ağaçlarının gölgesinde tüm sülale toplanırdık. Bazen Londra'daki akrabalarımız da gelir, coşku inanılmaz olurdu. 

Fırın kebapları salınır, nenemin yaptığı o muhteşem hellim ve çörekler eşliğinde, çalgılı türkülü bir kutlama başlardı.

Şakalar, tatlı takışmalar, eskinin güzel ve komik hikayeleri havada uçuşur, içkiler dökülürdü.

Her biri değişik modelden fırlama olan yeğenlerimle benim aklımda ise başka sinsi planlar yatırdı. 

Büyük bir çete gibi hareket ettiğimiz yeğenlerimizle tek amacımız köydeki eşekleri alıp Alagadi'deki denize gitmekti.

Tabii ki buna izin yoktu ama köydeki eğlence ile meşgul olan büyüklerimizin gözünden kaçmamız çok da zor olmazdı.

Sonuçta illa ki o eşekler çalınır, Alagadi'ye kadar olan 3 millik yolda deli gibi yarışılır, kimileri bu yarış sırasında yaşanan mücadelede 'balluraların' üzerine düşer, eli yüzü diken tarlasına dönerdi…

Alagadi'nin o eşşiz sahillerinde kavga dövüş geçen yıkanma faslı sonrası susuzluk ve açlık baş gösterir, tekrardan köyün yolunu tutardık. 

Ancak bu neşeli gidişlerin dönüşleri pek iyi olmazdı.

Zaten izinsiz kaçıldığı için yukarıda hemen tümümüzü suya konulmuş birer çirpi beklerdi. Bunun yanı sıra, eşekler de biz denizdeyken kaçıp geri döndüğünden, 3 millik yokuşlu yolları çıkıp köye dönmek tam bir eziyet olurdu.

Sonucunda kimi yeğenler yokuşlarda ağlayarak kalır, en sonunda köyden araba kalkıp, bu bahtsızları toplardı.

Dönüşte çirpi faslından sonra dedemin kendi küçük bostancığında yetiştirdiği karpuzlara dalardık.

Dedemdir diye demiyorum ama her biri 10 kilodan fazla gelen o karpuzların tadı hala daha damağımdadır.

Hepsi bu dünyadan göçüp gitti…Nur içinde yatsınlar...

Tabii bayram denince bir de işin bayram yeri faslı vardı.

Şimdiki gibi fuar alanında değil, Lefkoşa'da Çağlayan Gazinosu önünde hisarın altında kurulan panayırın güzel anılarını şimdi hüzünle hatırlıyorum.

Uçak sırası, çarpışan araba sırası, pamuk şeker sırası…

Her gece giderdik. Paralar suyunu çekse de gidip delicesine gezer, tek başına çarpışan arabalara ya da uçaklara binen çocukları kimi zaman zorla kimi zaman da tatlı dille kandırıp beleşçilik yapardık.

Bir keresinde hiç unutmam, günlerce kazanmak için çekilişe girdiğim ama kazanamadığım çok havalı dev gibi bir araba vardı.

Kırmızı, böyle Ferrari cinsi gibi bir şeydi.

Mahalle çocuklarının da gözü vardı, onlar da epey uğraşmış ama bir türlü arabayı kazanacak numara düşmemişti.

Panayırın son günüydü, araba orada duruyordu. Cebimde üç çekilişi olan tam kart alacak param yoktu ama gene de çekilişi yapan adamın yanına gidip pazarlığa giriştim.

Ona tek bir çekiliş için param olduğunu, tam kart alacak param olmadığımı söyledim.

Sağ olsun, adamcık, yaşlıca birisiydi, "tamam be kerata, gel çek hade, bir şansın var" dedi ve kartı uzattı.

Kart dediğim, bildiğiniz tombala kartı ve oyun da asıl adı pinball olan, biz Kıbrıslıların 'flipper' dediği 90 numaradan oluşan tilt makinesinden bozma bir şeydi.

Büyük bir heyecanla adamın verdiği kartı aldım, gözlerimi kapadım ve kolu çekip topu gönderdim…

Topun çeşitli numaralara çarpıp düşerken çıkardığı ses hala kulağımdadır...

Tık, tık, tık, tık, 19!

Gözlerimi açtım, karta baktım...

47 yıllık yaşamımın belki de en mutlu olduğum anlarından birisi olarak hatırladığım kartımda 19 numara vardı!

Havalara sektiğimi, deli gibi bağırdığımı hatırlıyorum.

Ah ah…

Şu günlerde buruk ve umutsuz bir şekilde kutladığımız bayramın bende canlandırdığı anılar içimde hüzüne yol açıyor.

Cemal Süreyya'nın da dediği gibi "canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını" ama yine de her şey çok güzel olacak diyorum…

Bayramınız kutlu olsun…En iyi dileklerimle...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları