Kapılar, farazi tartışmalar, kısır siyasetler...

Yayın Tarihi: 25/05/20 14:15
okuma süresi: 9 dak.

Kapılarla ilgili sadece kısır siyaset üzerinden şekillendirilen tartışmalara uyuz oluyorum. Çünkü Koronavirüs sebebiyle iki idare tarafından kısım kısım kapatılan kapıların yeniden açılmasının yegane yolunun hastalıkla ilgili güvenilir bilimsel veri alış-verişi ve dayanışma olduğunu düşünüyorum.

Ancak gördüğüm kadarıyla ülkemizde bir kesim, sınır kapılarının açılmasının tekrardan felaketlere yol açabileceğini söylerken, Türkiye veya turizm adına diğer ülkelerle uçuşların yeniden başlatılması çağrısı ve planlarına tek laf etmemektedirler. Yine bu çevreler, adaya tamamen başka bir irade ile gelip giden askeri personel ilgili de konuşmamayı tercih etmektedirler. Ama kapılar konusunda bir kamyon laf etmeyi iyi bilmektedirler.

Öte yandan, bir başka kısım çevreler de, sınır kapılarının yeniden açılması üzerinden romantik bir siyaset gütmekte, özellikle eski günleri çağrıştıracak şekilde 'barikatlar açılsın' söylemini çoğaltmakta ve bunların açılmamasını ya Rum Liderliğine ya da aktif olmadığını iddia ettikleri Türk Liderliğine bağlamaktadırlar.

Kapılar, Mart ayının ilk günlerinde salgın tehlikesi sebebiyle kapatıldığında ve sınırda "açılsın" diye eylemler yapıldığında, açıkça "bu yaptığınız eylemler adada ilk korona vakası çıktığı anda boşa düşer, haksız olur" diye uyarmış, nitekim o eylemden sadece iki gün sonra Güney'de tespit edilen vaka ile birlikte kapıların kapatılması mecburi hale gelmişti. Zaten ertesi gün de kuzeyde ilk vaka tespit edilmişti.

Şimdi buralara girmeden, duruma bakacak olursak, Kıbrıs'ın kuzeyinde "kapılar açılmasın" şeklinde bir duruşu olabilecek ve oy kaygısı yaşayan bir siyasi oluşum olması düşünülemez.

Çünkü bugün Arasta'da ya da Mağusa'da sinek avlayan esnafa gidip de sırf siyasi çıkar ya da söylem üzerinden "açamayız" demek mümkün değildir.

Lefkoşa'daki bazı otellerin SPA'larının bile yarıdan çok müşterisi Rumlar iken, kumarhanelerin hatırı sayılır miktarda müşterisi güneyden gelmekte iken, büyük sermaye gruplarına da "açamayız" demek mümkün değildir.

Bu yukarıda saydığım gruplara "açmayalım, boş verin, biz sizin zararını öyle ya da böyle tazmin ederiz" diyebilecek zenginlikte bir sistemimiz olmadığına göre, açılsın-açılmasın tartışması abesle iştigaldir. Yapılması gereken "nasıl açabiliriz, nasıl güvenliği sağlayabiliriz, hangi enstrümanları kullanabiliriz" şeklinde bir tartışma olmalıdır.

Hal böyle iken, sadece laf olarak kapıların açılmasına karşı bir söylem geliştirmek, bu yukarıda saydığım çevrelerin en basitinden ekmeği ile oynamak anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla son günlerde Hükümet-Cumhurbaşkanlığı arasında varmış gibi gösterilmeye çalışılan "ben açarım, sen açarsın" ya da "benim yetkimdedir, senin yetkindedir" şeklindeki tartışmaların farazi olduğunu söylemek mümkündür.

Çünkü bu noktada yetkili olabilecek tek şey "bilimsel verilerdir", başka da bir şey değildir.

İlle de işe yasal bir zemin aramakla kafa yoranlar için de söylemem gerekirse, geçen günlerde Tufan Erhürman hocamızın hatırlattığı üzere, Anayasa'nın 5.maddesi "Yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılır ve yerine getirilir" demektedir.

Konu bizim için kısır tartışmalara girmekten çok öte en başta ekonomiktir, can çekişen piyasamızın güneyden kuzeye akan ekonomiye olan bağlılığı, özellikle son iki yıldır Türk lirasının değer kaybına paralel çok daha büyük boyutlara çıkmıştır. 

Bu noktada, bu bağımlılığı bilen Rum hamaset çevrelerinin dillendirdiği "kapıları açmayalım, zaten zor durumdadırlar, bırakalım batsınlar" şeklinde söyleme de dikkat çekmek gerekir.

Bahse konu çevreler, bu söylemlerle birlikte Rum Liderliği üzerinden baskı oluşturmaya çalışmakta ve bölünme siyaseti değirmenine su taşımaktadırlar.

Ancak gelinen durum, içinde yaşadığımız dünya, bu söylemin asla gerçekleşemeyecek bir dua olduğunu kendiliğinden ortaya çıkarmaktadır.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in geçen haftalarda bizzat liderlere gönderiği mektupta yaptığı çağrı, kapıların yeniden açılması için bir yol haritası üzerinde uzlaşmayı içermektedir.

Nitekim bu çağrıya istinaden iki lider telefonla temas kurmuş, teknik komiteler bir toplantı yapmış ve ortaya 8 Haziran tarihi çıkmıştır.

Ancak buna rağmen, Kıbrıslı Türklerin dünyada tanınmış tek makamı olan toplum liderliği makamını sanki de bir kişiye aitmiş gibi, onun malıyımış gibi altını boşaltma yoluna gidenleri görünce şaşmamak elde değil diye düşünüyorum.

Bu toplumun kendisine lider olarak seçtiği kişiler, o makama oturduğunda koltuk onlara ait hale gelmez. Çünkü o koltuk Kıbrıslı Türklere aittir ve yıllar süren bir mücadelenin eseridir.

Bugün Kıbrıs müzakerelerinde iki tarafın liderleri 'toplum lideri' sıfatıyla masaya oturuyorsa, bir tarafın tanınmış olmasına rağmen, tanınmayan diğeri ile mütekabiliyet esasına dayalı bir masa kurulabiliyorsa bu makamın sayesindedir.

Dolayısıyla bütün bu gerçekler ortada iken, sırf Ekim'de yapılması planlanan seçim muhabbetti için elimizdeki önemli bir kuruma bu şekilde saldırılması, içinin boşaltılmaya çalışılması tek kelime ile kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir şey değildir.

Nitekim, Rum Lider de bunu görmekte, geçen günlerde verdiği bir demeçte 'Kıbrıs Türk Liderliği tartışma altındadır' demektedir.

Eğer korona sürecinden iki taraf bir birilerine sırt dönmek yerine, dayanışma ve iş birliğine gitseydi, bugün bu tartışmaları yapmak yerine, elimizde sağlam bir rol haritası olması yanında, sağlam verilerle, bilimsel şekilde tartışıyor olacaktık.

Ancak belli ki Kıbrıs sorunu, Korona'dan bile daha beter bir hastalıktır. Bunlardan daha da beteri adanın kuzeyinde sürdürülen kasaba zihniyeti siyaseti hastalığıdır ve bu siyasetin Kıbrıslı Türkleri yok olmanın sınırlarına getirdiği açık ve seçik bir durumdur.

Uzun lafın kısası, salgının başlangıcından yaklaşık 3 ay sonra geldiğimiz noktada, sınır kapılarının açılması ile birlikte adanın her iki tarafında yeniden yayılma göstermesi ihtimali olan yeni bir dalga, bu kapıların belki de daha uzun süre olacak bir şekilde yeniden kapatılmasını sağlama potansiyelindedir.

Bunu önlemenin yegane yolu iki tarafın idarelerinin sıkı şekilde dayanışmasından, iş birliği yapmasından ve verileri şeffaf bir şekilde paylaşmasından geçmektedir.

Bu nokta içinde bulunduğumuz şartlarda elimizdeki tek enstrüman toplum liderliği makamıdır ve bunun aktif olarak çalıştırılması için içeride bir konsensüs sağlanmalıdır.

Yoksa bu farazi tartışmalar yaşanmaya devam edecek ve bu işten en büyük kötülüğü yine adanın kuzeyinde yaşayan halk görecektir.

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.