Güle güle Diego… Hasta Siempre!

Yayın Tarihi: 26/11/20 13:08
okuma süresi: 8 dak.

30 Ekim'de "Tanrı'nın eli" diye bir makale yazmış, tarihin en karizmatik, en yetenekli ve en büyük oyuncusu Diego Maradona'nın 60'ıncı yaş gününe saygı duruşunda bulunmuştum.

Çok sayıda kişiden güzel eleştiriler aldığım o makalenin haftası çıkmadan acil bir beyin operasyonuna alınan Maradona, belli ki bu rahatsızlığının da etkisiyle daha da kötüleşen sağlık durumu sonrası dün bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı.

Çocukluğumun Muhammed Ali ile birlikte en büyük iki kahramanından birisi olan Maradona'nın nispeten genç bir yaşta aramızdan ayrılmasının derin üzüntüsünü yaşıyorum.

Açıkçası onun bu vedası ile birlikte çocukluğumun anılarının bir kısmının da bitmesinin ve benim daha da büyümüş olmamın acı gerçeği tüm burukluğu ile kalbime çökmüş durumda.

Ölüm haberi geldiğinden beri sürekli şekilde efsane yönetmen Emir Kusturica'nın unutulmaz belgeselinde Maradona'nın kendi sesinden dinlediğimiz 'El Diego, Le Mano Dios' (Tanrının Eli) şarkısını gözyaşları içinde izleyip duruyorum.

Gözyaşları gerçeği değiştirmiyor ama, o artık yok...

Maradona benim gözümde bir futbolcudan çok daha fazlası, bir devrimci, en basitinden kurulu düzene karşı bir isyancıdır.

Belki sadece İtalya'nın değil, tüm Avrupa kıtasındaki en belalı kenti, duvarlarında hiç kurşun deliği eksik olmayan Napoli'nin sokaklarındaki İsa peygamberin resimlerinin yerini alan, yaşarken tanrı katına yükselmiş bir insandan bahsediyoruz.

1985'te Napoli'ye transfer haberleri duyulunca ve transfer işi bir ara çıkmaza girince, açlık grevine giren, kendini kentin stadı San Paolo'nun kapısına zincirleyen, "gel" diye Maradona'ya yalvaran binlerce futbol delisinin bulunduğu bir kentten bahsediyoruz.

Sonraları "neden Napoli?" diye soran bir muhabire "Napoli beni çağırdı, ben de buna kulak vermekten başka çare göremedim" diye cevap veren bir halk kahramanından söz ediyoruz.

Olaylı Barcelona günlerinin sonunda satış listesine konulduğunda ve Avrupa'nın neredeyse tüm dev kulüpleri peşine düştüğünde, o, 80 küsur yıllık tarihinde hiçbir başarısı olmayan, genelde küme düşmeye oynayan Napoli'yi seçerek aslında kurulu düzene olan karşı durşunu göstermekten başka bir şey yapmıyordu.

Gerçekten de o zamanlar Avrupa'nın en popüler ve iyi ligi olarak gösterilen, Juventus, Inter ve Milan'ın hegemonyasında süren bir düzene katılmak yerine, fakir fukara Napoli'ye transfer olmayı bir isyancının meydan okuması olarak görmek mümkündür.

Aslına bakarsanız Maradona, kariyerinin ilk yıllarında gerek Arjantin'de hüküm süren dikta rejimi ile gerekse de sonraları başkan olacak olan 'El Turco' lakaplı sağcı Carlos Menem'le yakın ilişkiler içinde bulunan bir figür olarak dikkat çekiyordu.

Ancak 1986'da düzenlenen Dünya Kupasına damga vurması onu sadece tanrı katına çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda futbol topunun yaratacağı etkiyi de tanımasıyla birlikte özgürleştirmiştir demek olasıdır.

Şimdinin bir nevi S-400 füzesi ününde olan Exocet füzeleri ile süslü Arjantin ordusu, burnunun dibindeki Las Malvinas (Falkland Adaları) savaşında, ana karasından binlerce mil uzakta olan İngiliz ordusu karşısında hiçbir varlık gösteremezken, Maradona, o özlenen askeri zaferi, İngilizlerin efsane kalecisi Peter Shilton'un üzerine sekip, biraz kafa, biraz el ile birlikte ağlara göndererek almayı başarması tüm zamanların en sarsıcı spor olaylarının belki de başında gelmektedir.

O savaştan 4 yıl sonra, 22 Haziran 1986'da oynanan o tarihi maçın ardından Maradona'nın İngiltere'ye attığı ilk gol ile ilgili "biraz Maradona kafası, biraz tanrının eli" demesi, ardından da "bu basit bir futbol maçından öte, İngilizlerin kupanın dışına atılmasıdır" ifadelerini kullanması, silah yoluyla alınamayan o zaferin basit bir futbol topuyla alınması açısından tarihi niteliktedir.

Bu gol onun kötücül, bir nevi 'anti-kahraman' olan 'Maradona yüzünün' eseridir.

Kuşkusuz o maçta tüm İngiliz savunmasını ipe dizerek, ya da o maçı anlatan BBC radyosu spikeri Bryon Butler'in ifadeleri ile "İngiliz savunmasını öldürerek" ağlara gönderdiği ikinci gol ise, Buenos Aires'in bir bataklığı andıran gettosu Villa Fiorito'nun çamur deryası futbol sahalarında yetişen hayalleri büyük bir çocuğun eseri, yani Diego'nundur.

8 yaşında transfer olduğu Argentinos Juniors maçlarının devre aralarında yaptığı 'sonsuz' top sektirme şovları ile ünlenen o çocuğun dünyayı futbol topu üzerinden nasıl değiştirebileceğinin inişli çıkışlı hikayesi, ne büyük tesadüftür ki, hayatındaki en büyük iki kahramanı ile aynı gün, yani 25 Kasım'da sona erdi.

Bunlardan bir tanesi, en az onun kadar yetenekli, en az onun kadar düzen karşıtı ve onun katında bir efsane olan George Best'tir.

"Bir defasında kadınları ve sigarayı bırakmıştım. Hayatımın en kötü 20 dakikasıydı" diye hınzırca konuşan, çılgın partilerin adamı, 1960 yılların sonunda Kıbrıs'ta, Akdoğan stadında bir maça bile çıkıp adamız topraklarını da kutsayan George Best, Maradona'nın, Brezilya'nın en efsane oyuncularından birisi olan Rivellino ile birlikte ilham aldığı iki oyuncudan birisiydi.

25 Kasım 2005'te hayatını kaybetti...

Maradona'nın kariyeri büyük olaylarla bittikten sonra sık sık ziyaret ettiği, "kendi vatanım Arjantin bile bana kapıyı kapatırken, o sonuna kadar açtı" diye göklere çıkardığı, üzerine dövmesini yaptırdığı Küba'nın unutulmaz lideri Fidel Castro da onun kahramanlarından birisiydi. O da dört yıl önce bir 25 Kasım günü aramızdan ayrıldı…

Diego Armando Maradona da, ilham aldığı bu kahramanlar gibi, tam da onun karizmasına uygun olarak, bir 25 Kasım günü aramızdan çekip gitti.

Normalde bir Boca Juniors'luyu uçurumun kenarında bulsa aşağıya yuvarlayacak olan ezeli rakibi River Plate bile onun ölümü sonrası resmi hesabından "Hasta Siempre" diyerek bir paylaşımda bulunması, hala daha bitmeyen ve kabuslarla süslü 2020 yılının en akıl almaz olayları arasında kuşkusuz ki yerini alacaktır.

İnsanlığın belki de geçirdiği en kötü yıl olarak tarihe kazılacak olan 2020 yılının bize attığı son kazık da bu oldu…

Güle güle Diego…

Hasta siempre!

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları