Hayırlı koşular Sayın Başkan…

Yayın Tarihi: 10/02/21 13:25
okuma süresi: 6 dak.

Dün, Covid-19 özel yayınları çerçevesinde başlattığımız gece yayınlarının ilkinde Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ı ağırladık.

Gün boyunca cumhurbaşkanına soracağım soruları düşünmem bir yana, "abi ye genni", "gardaş parçala genni" gibisinden istekler de aldım.

Cumhurbaşkanının fikirleri dışında kendisiyle bir alıp veremediğim olmadığı için, yeme ya da parçalama gibi bir derdim de olmadı.

Zaten sağ olsun cumhurbaşkanı da sorduğum hiçbir soruya cevap vermeyip, bunun yerine hamaset dolu, gerçeklerden uzak, seçim konuşmasına benzeyen açıklamalar yaptığı için buna gerek de kalmadı.

Ben sordum, o cevap vermedi. Ben 'mangal tahtası' dedim, o 'bayram haftası' dedi, böylece içeriği olmayan, kahkaha dolu, eğlenceli bir programı yapıp bitirdik.

Dolayısıyla bu makaleyi yazarken çok zorlanıyorum.

Mesela AB, BM, ABD, Almanya, en son dün Fransa "masada iki devletli çözüm yoktur" diye açıklamalar yaparken, sayın cumhurbaşkanının "dünya iki devletli çözüm modelini konuşuyor" demesinin nesini değerlendirmek lazımdır?

Yine sayın başkanın "Dünya beni tutamıyor" demesine hangi gözle bakmak lazım?

Rauf Denktaş'ın 50 yıl uğraştığı, yoluna tanınmamış olsa da bir devlet kurarak hayata geçirmeye çalıştığı 'iki devletli çözüm' modelini kendine yazıp, sonra tutup da "bu modeli ben getirdim, Türkiye'de kabul etti" demesini nasıl bir çerçevede anlamak lazım mesela?

Yine, ısrarla ve sorumsuz bir tekrarla, seçimlerde kendisine oy vermeyen yüzde 48'lik kesimi, yani tarihin en pervasız seçim müdahalesine rağmen federal çözümden yana duranları, "Rum'a yama olmak isterler", "Rum-Yunan ikilisinin Enosis hayaline katkı koyarlar" diye suçlamasına ne demek lazımdır?

Gerçi sayın başkan bu konuda "o yüzde 48 içinde de bilmeden oy verenler, iki devletliyi isteyenler vardır" deyip, hayali bir kurguyla cevap vermeye çalıştığını, buna da inandığını dehşet içinde gözlemlediğimi ifade edeceğim ama etmesem daha iyi sanki diye düşünüyorum.

Ondan sonra, tekrar tekrar cevabını almaya çalıştığım, "5+1 konferans öncesi sizin ve Türkiye'nin kullandığı ayrılıkçı söylemler yüzünden, Genel Sekreter bu konferansı toplama kararını almayabilir, bu da bizi çözümsüzlüğü isteyen taraf koltuğuna bir kez daha oturtur" şeklindeki ısrarıma rağmen, "biz konferansa gidip yeni ve yaratıcı fikirlerimizi konuşacağız. Genel Sekreter buna izin verdi" minvalinde cevap vermesini nasıl anlayabiliriz?

Bu konuda, Genel Sekreterin, Jane Holl Lute vasıtasıyla kendilerine ilettiği "BM manda ve kriterleri çerçevesinde açılım olursa dinleriz, ayrılıkçı fikirleri dinlemeyiz, KKTC asla tanınmayacak" mesajına rağmen, daha hafta başında kendisinin ifadesiyle 'Rum-Yunan ikilisinin' "federal çözüm dışında fikirleri dolaylı ya da direkt asla görüşmeyiz" açıklamalarına rağmen, "yeni fikirlerimiz kabul gördü, bizi anlıyorlar, gidip orada da anlatacağız" diye konuşmasına nasıl tepki vermek lazım?

Cumurbaşkanının bu en basitinden gerçeklerden uzak olan ifadelerine bakıp kendi halime, beyhude çabalarıma da gülüyorum, o ayrı.

Yine de bir heyecanla açmaya çalıştığım, hani belki hususları tartışırız diye ümit ettiğim Dominic Raab ziyaretine ilişkin tek dişe dokunur söylediği şeyin "bununla ben aynı koleje gittik" olmasını doğrusu  yadırgamadım, hatta ben de onunla birlikte güldüm. N'apayım...

Öte yandan dün, Anastasiadis-Miçotakis görüşmesiyle ilgili daha önce pek rastlanmayan bir şekilde, hem kendisi hem de sözcüsü açıklama yaptı. Maksat iki kere rafine olsun amacı gütmekten başka bir şey olmayan bu açıklamalarda, Miçotakis'in 'işgal ordusu' lafı üzerine takınılmış. Ha bir de 'Enosis' hayalinden bahsediliyor.

Halbuki aynı Miçotakis o açıklamada Anastasiadis'in gözünün içine baka baka, "bulunacak olan antlaşmada Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliği tartışılmazdır" demiştir. Bu çok kritik nokta tümden gözden kaçırılmaktadır ama ben yine de buraya not edeyim.

Edeyim de, dedim ya, bu makaleyi yazmak çok zor. 

Dolayısıyla, bunları geçip, ben bu satırları yazarken bir yandan da Kıbrıs hakkındaki açıklamalarını dinlediğim Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "federasyon mederasyon bitti. Bu saatten sonra tek çözüm yolu iki devletli modeldir. Masaya oturulacaksa ancak böyle oturulabilir. Olmadı herkes kendi işine bakar" ifadelerine bakıp, konunun ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

Çünkü Kıbrıs sorunu Ersin Tatar'ın konusu değildir, dahası hiçbir zaman onun konusu olmamıştır. Konu bizzat Türkiye'nin ve Erdoğan'ın konusudur. Çünkü konu Türkiye'nin Ege, Doğu Akdeniz, AB gibi hayati konularının göbeğinde, kritik bir pozisyondadır, bizden çıkmıştır.

Haliyle Ersin Tatar'ın söz konusu koltuğa 'atama' gibi oturmasının sebebi de işte böyle bizim programda olduğu gibi, her ne olursa olsun, ne soru sorulursa sorulsun, aynı boş, çağ dışı gerçeklerden hareketle kurulan hamaseti  dillendirecek birisine olan ihtiyaçtan başka hiçbir şey değildir.

İşte Sayın Tatar bu görevi layıkıyla yerine getirmekte, haliyle 'dünya onu tutmakta zorlanmakta', kendisi son hız geleceğe koşmaktadır.

Ne diyeyim?

Hayırlı koşular Sayın Başkan...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları