Neofitu, siyasi eşitlik, çözümün yolu ve bakış açısı...

Yayın Tarihi: 01/03/21 13:44
okuma süresi: 9 dak.

Güney Kıbrıs'ın en önemli iki siyasi partisinden birisi olan Demokratik Seferberlik Partisi'nin (DİSİ) başkanı Averof Neofitu'nun geçen hafta yaptığı ve Kıbrıs sorununun çözümünü ön plana koyan açıklamaları sonrası siyasi tartışmaların odağında bulunuyor.

Neofitu'nun geçen hafta başında İngiliz Planı ile ilgili yaptığı "elimizin tersiyle itemeyiz" açıklamasının ardından, Kıbrıs sorununun en kadim konularının belki de başında gelen siyasi eşitlikle ilgili de "Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini kabul etmeliyiz" şeklindeki ifadeleri de oldukça dikkat çekicidir.

İki bölgeli, iki toplumlu federal çözümün en önemli hususlarından olan siyasi eşitlik, Kıbrıslı Türkler için çoktan kabul edilen ancak bir türlü pazarlık konusu yapılmaktan çıkartılmayan bir konudur.

Ondan ötesi, siyasi eşitlik denilen şey federal bir modelin zaten olmazsa olmaz bir hususudur, tartışmaya da açık olmamalıdır.

Ancak konu Kıbrıs sorunu ve onun komplike doğası olunca, her konu -üzerinde uzlaşı olsa bile- tekrar tekrar açılmaya mahkum oluyor.

Yoksa, BM Güvenlik Konseyinin 11 Ekim 1991'de aldığı 716 sayılı kararın 4. maddesi (OP4) "Güvenlik Konseyinin Kıbrıs sorununun çözümü yönündeki pozisyonu, Genel Sekreterin (Perez de Cuellar) 8 Mart 1990 tarihli raporunun 11. maddesinde de belirttiği gibi, siyasi olarak iki eşit toplumun bulunduğu, bir tek Kıbrıs Devleti olarak görüldüğünü yeniden teyit eder" demektedir.

İşte adına BM parametresi denilen ve kısaca 'iki bölgeli, iki devletli, siyasi eşitliğe dayanan bir federal çözüm' öngören şeyin son kısmının açık şekilde kabulünün ifadesi budur.

Söz konusu karar ve ilgili paragrafa ondan sonra alınan ilgili BM kararlarında sürekli atıf yapılmış, bunun en son örneği ise 25 Kasım 2019'da Berlin'de düzenlenen üçlü zirve (Guterres-Akıncı-Anastasiadis) sonrası yapılan açıklamada olmuştur.

Tam da bu noktada Neofitu'nun 'söz verilen siyasi eşitliği kabul edelim' şeklindeki açıklaması bir yandan önemli, öte yandan kendi içinde birtakım sıkıntılar barındırmaktadır.

Daha net yazacak olursam, son 1 yıldır Türkiye'nin ray değiştirmesiyle birlikte yükseltilmeye başlayan iki devletli ayrılıkçı çözüm modeli karşısında, sürekli şekilde yukarıda bahsettiğim BM parametrelerine sığınan, uluslararası topluma bu konuda şikayette bulunan Rumların, iş siyasi eşitliğe gelince yan çizmeye çalışması, parametreden bahsederken son kısmını çıkarıp, 'iki bölgeli, iki devletli' demesi belli bir siyasi angajmanın eseridir.

Zira Rumlar bu noktada siyasi eşitlik konusu ellerinde tutup, bunu garantiler konusuyla birlikte eşit koz olarak tutmaktadırlar. Sadece garantiler değil, zaman zaman mülkiyet ve toprak konularına da atıfla yıllardır aynı yolda yürümeye devam etmektedirler.

Kısaca söyleyecek olursam, Rumların herhangi bir şekilde, BM çerçevesinde yürütülen görüşmelerde siyasi eşitliği kabul etmeme gibi bir lüksü asla olamaz çünkü bu basitçe parametre dışı bir durum anlamına gelmektedir.

Ancak bu durum Rumların siyasi eşitliği başka başlıklar için koz yapmamasına engel olmaz çünkü iş diğer başlıklara özellikle de garantiler konusuna geldiğinde, konunun muhatabı Kıbrıslı Türklerden çok, Türkiye olur.

Rumların yıllardır ortaya attığı şey, Kıbrıs sorununun bir 'işgal ve istila' olduğu yönündeki tezdir. Bunun doğruluğunu ya da yanlışlığını bir an için dikkate almazsak, Kıbrıs sorununun, Kıbrıslı Türkler açısından tezi ise 'siyasi eşitliğin hazmedilememesi' olarak ifadelendirilebilir.

Kuşku yok ki, 1974 harekatı olmasaydı, ortaya 'toprak' ya da 'mülkiyet' gibi sorunlar çıkmayacaktı. Ancak, 1960 devletinin yürümemesinin en büyük sebebi olarak görülen siyasi eşitlik kavgası hep ortadaydı.

1960 devletinde yaşananlar, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin, gerek tek tek, gerekse de ayrı ayrı işlediği günahları başka bir yazı konusu olabilir ancak, Kıbrıs sorununun temel çıkış noktasının, her iki toplum genelinde başka başka algılanması yadsınamaz bir gerçektir.

Rumlar, Kıbrıs sorununun başlangıç tarihini 1974, Kıbrıslı Türkler ise 1963 olarak görmektedir.

Haliyle, çıkış noktası konusunda anlaşamayan tarafların, sorununun çözümü konusunda ortaya koyduğu pozisyonlara da başka başka açılardan bakması, tarihsel perspektifte değişik noktalara odaklanması sorunun çözümsüz kalmasına yol açmaktadır.

Bütün bu kakafoni ortasında, Kıbrıs çözüm süreçlerine kilit vuran bir başka konu da 'her şeyde anlaşılmadan, hiçbir şeyde anlaşılmaz' şeklindeki felsefedir.

Bütünlüklü bir çözüme ulaşılması için belki iyi niyetli bir şekilde ortaya koyulan ve tüm tarafların 'kazan-kazan' noktasına ulaşmasını öngören bu husus, yıllar içinde amacından sapmış, çözümsüzlüğün en büyük garantilerinden birisi olmuştur.

Bu anlayış atılmaya çalışılan tüm 'güven yaratıcı önlem' paketlerinin önüne geçen bir engel olması dışında, adına parça parça çözüm denilen ve bir nevi 'evrimsel' bir süreci arzulayan modelin de hayata geçmesine engeldir.

Öte yandan, aslında hep var olan ancak son 10 yılda iyice alevlenen bir başka durum da Doğu Akdeniz meselesidir. Bu konuda da çok sayıda makale yazmış, program yapmış birisi olarak uzun uzun yine aynı şeyleri yazmak istemem.

Fakat Kıbrıs sorunu nihayetinde uluslararası bir sorundur ve çözümü de uluslararası platformlarda olacaktır, Lefkoşa Havaalanı yakınlarındaki BM barakalarında değil.

Dolayısıyla Kıbrıs sorunu aslında bir noktadan sonra Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin de kurucu ortak olduğunu Kıbrıs Cumhuriyeti'nin sorunu ve ikincil düzeyde de Türkiye ile Yunanistan'ın sorunlarından birisidir.

Bunu daha da üst düzeye çıkarırsak, Kıbrıs sorunu, içinde Türkiye, Yunanistan, Mısır, İsrail gibi unsurların da bulunduğu tüm Doğu Akdeniz havzasının tam ortasında kilit bir pozisyondadır.

En üst düzeye bakacak olursak ise konu ABD, Rusya, Çin ve AB gibi süper güçlerin bölgede kurmaya çalıştığı hakimiyet kavgasına gelir dayanır.

Hal böyleyken, içinde onlarca bilinmeyen denklem barındıran Kıbrıs sorunu sonsuza kadar çözülmeyebilir ya da sonsuza kadar buzdolabında tutulabilir.

Biz de çözümün umuduyla bu diyarlardan göçüp gideriz...

Ancak bir gerçek var ki, konunun çözümünün en geçerli yolu, uluslararası bir platformda bunu bitirmek ve uluslararası toplumun desteğini/iş birliğini arkasına almaktır.

Yaklaşan Cenevre toplantısı öncesi taraflar arasındaki atmosfer iyi değildir. Fikir ayrılıkları derindir ama sorunlar ne kadar komplike ve içinden çıkılmaz gibi görünse de, kendi çözüm potansiyelini içinde taşımaktadır.

Bu son yazdığım, bir züğürt tesellisi ya da boş bir umut değil, bilakis, gerçek durumun bir tezahürüdür.

Bu bağlamda, yazının başına dönecek olursam, Averof Neofitu'nun siyasi eşitlik çıkışı önemli mesajları içinde barındırmaktadır.

Yine onun 'Kıbrıs sorunu tez zamanda çözülmelidir' şeklindeki ifadeleri de bu meyanda dikkate alınmalıdır.

Yoksa başta Kıbrıslı Türkler olmak üzere, Kıbrıslı Rumlar için de çok geç olacaktır.

Makaleyi, hafta sonu Cyprus Mail'de bir makalesi çıkan önemli gaz uzmanlarından Charles Ellinas'ın yazısının başlığıyla sonlandırmak istiyorum…

Zira Ellinas, içine Türkiye'yi de işin içine iyice sokarak yaptığı bölge değerlendirmesine 'Boru hayalleri ve net-sıfır ajandaları' başlığını uygun görmüştür.

Yani kısacası, bölge ile ilgili herkeslerin bir planı projesi olmasına rağmen, Doğu Akdeniz'de yatan zenginlik herkesin tek başına ve sorunları çözmeden hareketleri sonucu kazanca dönüşememektedir.

Bunun yolu tabii ki Doğu Akdeniz meselesini kökten çözmekten geçmektedir.

Onun yolu da Kıbrıs sorununu çözmekten...

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.