Holbrooke, Lute, tarih ve tekerrür...

Yayın Tarihi: 12/03/21 12:40
okuma süresi: 7 dak.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in dün basına yansıyan ve ülkesinin Kıbrıs sorununda 'iki bölgeli, iki toplumlu' federasyonu yeniden birleşme yönünde desteklediklerinin altını çizdiği açıklamasının yarattığı 'sessizlik' sürüyor.

Normalde böylesine bir cümle kurulduğunda, olan olayın yarattığı 'tepki' ya da 'deprem' sürüyor diye devam etmem gerekiyordu ama durum bu, sessizlik...

Türkiye yetkilileri sessiz, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar sessiz, bir önceki bakanlık döneminde  "gerekirse Amerikan gemilerini bile bombalarız" diyecek kadar cesur çıkışları olan KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu sessiz…

Bizim federal cephenin gündemi mecliste döndürülen işbirliği protokolü tartışmaları ve diğer ıvır zıvır işler için yoğun olduğundan olsa gerek, onlar da sessiz.

Ama bu sessizlik sadece Kuzey Kıbrıs'a has değil.

"Sürece diplomatik olarak 'tam' angaje olacağız, bunu göreceksiniz" diyen Blinken'in bu dikkat çekici açıklamalarına Güney Kıbrıs'ın en eski partisi, geleneksel 'Anti-Amerikancı' AKEL'in dahi sessiz kaldığını görüyoruz. Yani normalde AKEL'in genlerinde bulunan 'Yankee go home!' şeklindeki muhteviyat, ben bu satırları yazarken henüz ortalarda değildi.

Dolayısıyla ABD'nin en yüksek düzeydeki diplomatının yaptığı bu çarpıcı açıklamalarla ilgili tarafların neler diyeceğini henüz bilemiyoruz.

Fakat Blinken'in altını çize çize söylediği "sürece tam angaje olma" konusunda iki satır yazma gereği hissediyorum.

Zira, aslına bakarsanız, ABD'nin bu sürece zaten halihazırda 'tam' angaje olduğunu görürsünüz.

"Nasıl?" diye sorarsanız vereceğim cevap ise çok basittir: Jane Holl Lute…

Lute ile ilgili yazdığım ilk makalenin tarihine baktım…

5 Temmuz 2018 günü, yani Lute'un atanmasından sadece 1 hafta sonra, bakınız neler yazmışım:

"Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, geçtiğimiz salı gecesi toplanıp, Türkiye'nin New York Temsilciliği ile yaptığı istişareden sonra Genel Sekreter Antonio Guterres'in tavsiyesi doğrultusunda Amerikalı Diplomat Jane Holl Lute'u 'Üst Düzey BM Yetkilisi' olarak atamış.

Daha önce, BM Sözcüsüne 'Lute ne zaman atanır' diye sorulduğunda, o da 'Genel Sekreter Kıbrıs'ta bir umut gördüğü zaman' diye cevap vermişti…

9/11 olayından sonra kurulan ve adına 'Homeland Security' denilen bakanlık benzeri bir yapının 2009-2013 yılları arası başkan yardımcılığını yapan 1956 doğumlu Lute kimdir? Toplam 48.5 milyar dolar bütçeli, bünyesinde 280.000'den fazla personel bulundurulan bu yapının emanet edildiği bir kişinin önemsiz, lalettayin birisi olması asla düşünülemez. 2014'te BM tarafından Irak'a oradan da genel merkezdeki cinsiyet eşitliği platformu tarzı bir görevin başkanlığına atanan bu diplomatın kuşku yok ki, Kıbrıs sorununa bir 'kadın eli' değmesi konusunda oldukça maharetli olacağı aşikardır. Gerek Bush'lar gerekse de Obama yönetimlerinde görev alan, CV'sinde askerlik de bulunan, kocası zaten general olan Lute'un adaya yetkili olarak atanması neresinden bakarsanız bakın önemlidir…"

Kısacası, bugün 'Amerikan etkisi' diye düşündüğümüz, kimilerinin yeni bir umut olarak gördüğü, kimilerinin ise "federasyon isteriz ama o çözüm ABD'den gelmesin" çelişkisi ile kıvrandığı bu süreç, aslında bundan neredeyse 30 ay kadar önce, sıcak bir Temmuz günü başladı.

Aynen Annan Planı öncesi yaşananların bir tekrarı olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum ama örneklemem gerekirse, 1997'lerde yine şimdikiyle aynı perdeden 'konfederasyon isteriz' türküsüyle başlayan ve fikir babalığını dönemin lideri Rauf Denktaş'ın yaptığı o sürecin nihayetinde, yine aynı ABD, yine çok önemli bir ismi Kıbrıs sorununa bakması için atamıştı…

O kişi yine hepinizin malumu olduğunu üzere Richard Holbrooke'tu.

Şimdi hayatta olmayan Holbrooke'un, Annan planı sürecindeki etkisinin ne olduğunu, planın gizli tasarlayıcılarından birisi olduğunu, gidip ABD'ye "Bu iş asla Denktaş'la olmaz" dediğini falan zaten tarihten biliyoruz.

Dolayısıyla, Lute ile Holbrooke arasındaki benzerlik sadece diplomatik ya da uyruk olarak değil, aynı zamanda 'tarihsel' bir durumu da gözler önüne sermektedir.

O da, ABD'nin bir konuyla ilgili durduk yere 'bu işe tam angaje oluyoruz' demediği ve asla demeyeceği şeklindedir.

Temmuz 2018'de başlayan süreç, Trump yönetimi döneminde 'rutin' şekliyle sürüp gitmiş, Biden başa gelince de ete kemiğe bürünmeye başlamıştır. Amerikan dış politikası denen şey, öyle 1 günlük ya da 1 aylık periyotlarda değişen bir şey değil, bilakis, bir Martix gibi ince ince dokunan, nakış gibi süslenen tıpkı bir satranç oyunundaki gibi 'kombinezonlarla' dolu on yıllara yayılan komplike hamleler silsilesidir. Ve her durumda Amerikan çıkarını önde tutan, onu en üst noktaya koyacak şekildedir.

Bu noktada, yine durduk yere 'inisiyatif' almayan bir başka ülkenin varlığından da bahsetmek durumundayız ki onun da İngiltere olduğunu buraya yazayım.

Haliyle, Dominic Raab'ın, Ersin Tatar'la sarayın bahçesinde yaptığı yürüyüş elbette geleceğe bir yürüyüştür, Sayın Cumhurbaşkanı seçim sloganına uygun bir şekilde davranmıştır, bu vesileyle hakkını yemek istemiyorum.

Fakat Sayın Cumhurbaşkanının esasında hangi geleceğe yürüdüğünü kendisinin dahi kestiremediğini söylemek gerekmektedir. Bu vesileyle, adına 'İngiliz Planı' denilen ve 'desentralize federasyon' benzeri bir çözüm öngören fikrin, Cenevre zirvesinde illa ki masaya geleceğini düşünmek bence hiç yanlış değildir.

Lafın kısasına gelecek olursam, yaklaşan Cenevre öncesi, birçok ülkenin peşi sıra 'federal çözümü destekliyoruz' diye açıklama yapmasının sebebi vardır.

Yoksa, misal, Hırvatistan gibi Kıbrıs sorunuyla pek alakası olmayan bir ülkenin dışişleri bakanının daha bu sabah yine durduk yere 'biz de federasyonu destekliyoruz' demesini başka nasıl anlayabiliriz?

Yok, yanlış anlaşılmasın, kimselere beleşe umut dağıtma niyetinde değilim. Cenevre'den illa ki sonuç çıkacak, özlediğimiz barış gelecek de demiyorum. Ben sadece birtakım tarihsel olayların yeniden tekerrür ettiğini, yine birtakım girişimlerin dikkat çekici olduğunu ve Kıbrıs sorununun esas hüviyeti olan 'uluslararası bir mesele' olma durumuna artık iyiden evrildiğini söylüyorum.

Dolayısıyla, Crans Montana ile birlikte uluslararası platforma çıkan Kıbrıs sorununun çözümünün yine o platformlarda olacağına inanıyorum.

Hepsi bu…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları