Anahtar...

Yayın Tarihi: 17/03/21 12:02
okuma süresi: 6 dak.

Geçen gün gazeteden çıktım. Uzun ve yoğun bir günün sonunda anneme de uğrayıp bir hal hatır sorayım dedim. Yalan konuşmayım, annemin yaptığı herhangi bir yemek varsa, iki sokum da atıştırırım diye düşünüyordum.

Neyse, anneme gittim ama umduğumu bulamadım. Bunun yerine babamın benim nur yüzümü görünce otomatikman artan eleştiri özelliği gereğince bir kamyon laf yeyip, bir köşede sessizce oturdum.

Gerçi babamın hâlâ daha benim için "tembelsin" demesine katlanamıyorum ama buna bile tepki vermemeyi öğrendim sanırım.

Arada annemin "kes o sakalları, papaza döndün" demesini ve "programlarında neden sinirlenin? Sinirlenme annem?" şeklindeki rutin konuşmalarını da dinledim. Annem sakallı halimi sevmiyor. Herhalde beni hep o bebek yüzümle hatırlıyor ve yakıştırmıyor diye düşünüyorum.

Sonra birden bire fark ettim ki, gazeteden çıkarken yanlışlıkla bizim İrfan Batu'nun arabasının anahtarını da almışım. Yani ben öyle sanıyordum. Haliyle o saatlerde Ana Haber'i sunan İrfan'a mesaj atıp, "anahtarın bende, getiriyorum" deyip evden fırladım.

Gazeteye vardım, daha haberlere devam eden İrfan'a da seslenemeden, anahtarı masaya bırakıp çıktım.

Ertesi gün sabah çalan telefonun sesiyle uyandım, baktım annem… Sabahın köründe arayan bir anne iyi bir haber değildir diye düşündüğümden aceleyle telefonu açtım. Annem "benim arabanın anahtarını sen mi aldın?" deyince o an beynimde bütün parçalar birleşiverdi.

Meğer ben, hiç almadığım İrfan'ın anahtarını, annemin eve gidip de aynı marka arabanın aynı anahtarını görünce, almış sanmışım. Sonra annemin arabanın anahtarını, İrfan'ın anahtarı sanıp, gazeteye getirmişim.

O telefonun ardından İrfan'ı aradım. Meğer o da olayın içinde kaybolmuş, anlamaya çalışıyormuş. Haliyle durum ortaya çıkınca bana kahkahalarla güldü.

Yani sevgili arkadaşlar anlayacağınız varsa durduk oturduk yerde kendi kendime sorun yarattım ve senaryosunu yazdım, oynadım.

Ha diyeceksiniz ki, bize ne be adam senin bu erken bunama belirtilerinden?

Haklısınız da, ben, benim bu anahtar maceramı biraz da KKTC devletinin durumuna benzetiyorum.

Diyeceksiniz ki nasıl?

Anlatayım.

Şimdi ben annemin eve gidip, annemin arabanın anahtarını İrfan'ın arabanın anahtarı zannettim ya, işte o KKTC devletinin statü durumuna benziyor.

Yani anahtar var ama statüsü nedir?

Anahtar gerçekten İrfan'ın olsaydı, diyecektim ki KKTC annemin evde de KKTC. Ama İrfan'ın anahtar değil, annemin anahtarı. Bu durumda KKTC dışta tanınmıyor sonucuna varabiliriz.

Sonra İrfan'ın anahtarı diye annemin anahtarını alıp gazeteye İrfan'a getirdim ya, işte o noktada da annemin anahtarının İrfan'ın gözünde hükmü yok. Hatta İrfan'ın durumdan haberi de yok. Bu durumda İrfan Rum tarafı olursa, annemin anahtar KKTC'yi temsil ediyor ve yok hükmünde.

Öte yandan, bu anahtar olayını anlattığım kadim bir dostum bana dedi ki "durduk oturduk yerde, kendi kendine senaryo yazıp oynadın ha?"

O an beynimde bir şimşek çaktı çünkü bu durum tam da iki devletli çözüm modelini ve onun dünyada sıkıntı çıkaran savunması gibi bir şey.

Düşünün, 1977'de Makarios'un elinden, onun "büyük taviz, buyük acı" diye tabir ettiği şekliyle federasyon formülünü almışsın. Sonra yıllarca, pek hevesli olmasan, hatta arada KKTC'yi kurup ayrılık istesen de her platformda karşına çıkan federasyonu görüşmek zorunda kalmışsın ve bu en sonunda dönüp dolaşıp BM kriteri haline gelmiş.

Sonra yıllar geçmiş, Annan Planına gelmişsin. Orada da tüm dünyanın gözü önünde sen evet, onlar da hayır demişler, haklılığın iyice pekişmiş. Siz bakmayın bugün bu 'evete' sarılanlara, onlar, Annan Planı kabul edilse dağa çıkacak olanlardır ama bu konuya girmeyelim. 

Çünkü iş bununla da kalmamış, devir dönmüş, devran geçmiş, Crans Montana'ya gitmişsin. Orada da sen federasyon demişsin. Hatta Türkiye en konuşulmayan konuyu bile masaya koyup, garantileri tartışmış. En nihayetinde Rum lider masayı devirip kaçmış, dünya seni bir kez daha haklı görmüş.

Sonrasında geçen 3,5 yılda, Rumları 'federasyon' diye neredeyse yalvartacak bir noktaya getirmişsin, ama sen birden bire bundan vazgeçip, Rumların elini rahatlatıp, onları tüm dünyanın gözünde haklı bir hale sokacak iki devletli çözümü savunuyorsun.

Şimdi bana söyleyin, tüm dünyanın kabul ettiği ve geçerli çözüm modeli olarak gördüğü federasyon hususunda, hanende bu kadar artı puan yazılıyken, durduk yere bu puanları sokağa atmanın manası nedir?

Tüm dünyanın gözünün içine baka baka, onların asla kabul etmeyeceği bir model üzerinde ısrar edip, bunu dillendirip, tam da Rumları köşeye sıkıştırmışken, neden çözümsüzlük gömleğini giymeye hazırlanıyorsun?

Durduk oturduk yere, neden olmayan bir senaryoda, olmayan olayları, olmuş ya da oluyormuş gibi kabul edip, hayal görüyorsun?

Bu tam da benim anahtar meselesi gibi değil mi sizce?

Yazının sonunda "basit bir anahtar olayını bile Kıbrıs sorununa bağladın ya be adam" diyecekler olanlar varsa, onlara da cevap vereyim.

Evet bağlıyorum.

Var mı ötesi?

"Beni de Kıbrıs sorunu delirtti işte" deyip, bu makaleden ayrılıyorum…

#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları